31 Temmuz 2020 Cuma

NAL VE MIH



Anı yazmaya reklam arası verdim!  Nal ve mıh’la yola çıkıyorum. Motorlu araçlar trafiğe çıkıp, cadde ve sokakları allak bullak etmeden önce, şehir içi ve kırsal kesimin nakliye ve ulaşım aracı at arabasıydı.

Hani şu, İstanbul Büyük Ada’da, hayvan severlerle, belediyeleri karşı karşıya getiren, çözüm bulunurken; çarşafa dolaşan,  ulaşım ve de nostaljik turizm gezinti vasıtası…

Z kuşağı yeni nesil gençlerimiz, tek ve çift tırnaklı hayvan gurubunun ayaklarına, nal çakıldığını bilir mi bilmez mi, kuşkuluyum.

Malum,  teknoloji çağında, tek ve çift tırnaklı canlıların, trafikte yeri ve yolu yok!

Bizim çocukluğumuz, nalbantların hem nala hem mıha vurduğu, dönemedi.

Onun için makale başlığını, ”Hem nalına hem mıhına (vurmak)” deyimini esas alarak, nal ve mıh koydum.

Adıyla yaşasın!

Görelim mevlam neyler, hangi yoldan, hangi fikir ve düşünceyle bizi  buluşturur cem eder.

İnsanlık tarihi, doğaya benziyor.

Bazen dağ tepe, bazen de düz ova, plato; kıvrım kıvrım vadi!

Kimi dönem ip kadar düzgün, bazı devir çok zikzak viraj.

Çağımızdan asırlar önce yaşayan insanlarla, günümüz insanı arasında; inanç bakımından, gözle görülür fark yok. Özellikle,  nereden geldim, nereye gidiyorum; sorusuna verilen cevapta, kopyala ve yapıştır devam ediyor.

Mesela:

Çok tanrılı uygarlıktaki alışkanlıkların katmerlisi, tek tanrılı semavi dinlerde aynen sürüp gidiyor.

Daha açık mı konuşayım.

Uyarmasanız  da sadede gelecektim.

Bu gün Arife!

Yarın Bayram!

İslam coğrafyasında, insanlık bayram kutlarken, birçok hayvan canından olacak. Oluk oluk kan akacak.

Kurban alanları kan gölüne dönecek. İşin garibi bunların hepsi de ibadet diye Allah adına yapılacak.

Tıpkı çağımızdan 3 ila 5 bin yıl önce, çok tanrılı dine inananların dönemde var olan, ritüeller  günümüzde tekrarlanacak.

Lafı çok uzatmamak adına sadece Urartu uygarlığından tanrılara kesilen kurban ve kurban sayısına kısa birkaç örnek vermek isterim.

-Uratu’lartın Yüce tanrısı olan aldi için her bayram 17 sığır ile 34 koyun kurban edildiği tabletlere kazınmış.

- Fırtına, Rüzgâr, Gök Gürültüsü, Yağmur ve Savaş Tanrısı olan, Teişeba’ya da 8 sığır ile 12 koyun kurban ediliyormuş…

- Güneş Tanrısı Şivini’ye ise 4 sığır ile 8 koyun kurban layık görülmüş.

Elbette her uygarlığın kendine özgü inancı ve de ritüellerinin olması çok doğal!

Yadırganacak bir şey de yok…

Öyleyse lafı eveleyip gevelemeden, sadede gelelim.

Ve Hz Musa, Hz İsa ve de Hz Muhammed Ana rahmine düşmeden önce  var olan âdet - töre niçin bilişim çağında hala uygulanır diye  kendi kendimize soralım.

Bu soruya doğru cevap verdiğimiz gün, yer yıl kurban bayramlarında dizi filmi gibi yaşanan dram ya sona erecek ya da sezon sonu tatiline çıkacaktır.  Sürçü lisan etikse affola! Kurban bayramınız mübarek olsun!



 

 


23 Temmuz 2020 Perşembe

TELLAL


                                                                 

Gelin bugün biz bize, azıcık kaynatalım. Ses frekansımız düşük, kahkahamız sessiz- sedasız, düşünme derinliğimiz sonsuz olsun! İsterdim ki, bugün boynunda davul, elinde tokmak, bir tellal çıkartayım.
İl il, ilçe ilçe, belde belde, köy köy gezsin!.
Sokak sokak dolaşsın.
Ey ahali diye bağırsın!
 Düm tek; düm düm tek, diye davulun böğrüne böğrüne vursun.
Duyduk duymadık, demeyi ihmal etmesin.
Yüzyıllar boyu, dünyanın en büyük kilisesi olma unvanını kimseye kaptırmayan, insanlığın ortak mirası Ayasofya’nın; Cuma günü ibadete açılacağını, dünya âleme, kurda kuşa, börtü böceğe ilan etsin.
 Yerdeki karıncaya, gökte uçan kuşa duyursun…
Sonra aklım başıma geldi!
Ben ne yapıyorum diye kendi kendime birkaç soru sordum. Kilisede namaz kılmak, Kuran’ın hangi ayetinde yazar diye düşündüm.
Ve tellal çıkartma, davul çalma fikrinden vazgeçtim. Sessiz sedasız biz bize konuşalım kaynatalım istedim.  
İyi etmiş miyim? J
Bu Cuma Ayasofya’da namaz eda edenlerin tamamı, hacı olacak; kendilerine adın Cennetinden tapulu köşkler verilecekmiş…
Ayasofya’nın ibadete açılmasından sonra, Mekke’ye Medine’ye gitmeye Arap’lara döviz akıtmaya ihtiyaç da kalmayacakmış.
Bundan böyle Müslümanlar namaz kılarken kıblesini değiştirecek, namaza dururken, Ayasofya’yı esas alacakmış.
Şaka şaka!
Ayasofya denize düşenlerin tutmak için elini uzattığı son yılan.
Bayağı işe yaradı.
Hem dünya kamuoyu hem de Türkiye kaç gündür Denize düşenin sarıldığı yılanla yatıyor, onunla sabaha uyanıyor.
Hayat pahalılığı, enflasyon doludizgin!
 İşsizliğin önü alınamıyor.
Demokrasi sadece lafta!
Yargı bağımsızlığı sizlere ömür!
Baroların canına ot tıkama işlemi tamam.
Anayasanın düşünce ve ifade özgürlüğünü düzenleyen 26. Maddesi askıda…
Dolar gemiyi azıya almış!
Altın yerinde durmuyor.
Hâsılı her şey pahalı,
Türk lirası pul olmuş!  Ve Türkiye Ayasofya’da kılınacak Cuma namazına kilitlenmiş.
Biliyorsunuz, Ayasofya hakkında onlarca kitap yazılmış. Kilisenin tarihi geçmişinde yaşananlar, içindeki ikonlar ve yer altı dehlizleri, namaz kılanların ne kadar ilgisini çeker? Namaza durunca tavandaki resimlerle mi beraber olur yoksa huzuruna durduğu Allah’la mı hem hal olur, tartışmaya açık.
Lafı çok uzattığımı biliyorum.
Kısa kes aydın havası olsun dediğinizi de duyuyorum.
Şikâyetlerinizi duymama rağmen bir iki cümle daha kurmak isterim. Yıllar önce Tarihçi yazar Ali Narçın’ın yazdığı “Dünya Uygarlıkları Seti”ni altını çizerek, okudum ve inceledim.  
Günümüzden asırlar önce, devlet olmuş imparatorluklar kurmuş, Asur, Aztek, Babil, Eski Mısır, Hitit,  İnka, Maya, Sümer ve Urartu uygarlıklarından; inanç ve düşünce olarak, onlardan çok geride olduğumuzu görüyor ve üzülüyorum.
Yirmi birinci yüzyılda hem Müslüman olmakla övünecek, hem İslam’dan önceki dinleri batıl diye öteleyecek, hem de batıl dediğiniz dini benimseyen; insanların arasında yaşamak için, sinenizi kurşuna siper ederek aralarına katılmak isteyeceksiniz.
Bu ne yaman bir çelişki?  
Dinlemeyenler için “Müjdemi isterim Ayasofya ibadete açıldı” diyen Turgay Yıldız’ın (https://youtu.be/qjLsZdOdPZY) Youtube videsonu önermek isterim. Hem gülecek hem düşüneceksiniz.





19 Temmuz 2020 Pazar

YOL BAĞI


                                                                     
                                                             

Doruk, ateş alır gibi aile ziyaretini tamamladı! İki yıl hiç görmediği anne baba, abla, ağabey ve yakın akrabalarıyla kısa süreli de olsa hasret giderdi. İzin süresi bitmeden birkaç gün önce, eşi ve iki çocuğuyla birlikte görev yerine geri döndü.
Akdeniz bölgesinde hava sıcaklığı, mevsim normalleri üzerindeydi, evini yerleştirip, sıcağa aldırmadan göreve başlayacaktı.
Bunaltıcı hava ortalığı yakıp kavururken, Kıbrıs’ta Başpiskopos Makarios’a karşı; EOKA-B’nin lideri Nikos Sampson tarafından yapılan darbe; Türkiye ve Dünya gündemini değiştirdi
Zaten mevsim normalleri üzerinde seyreden bölge sıcaklığı bir anda kavurucu hale dönüşüverdi.
Türkiye, beklemediği bir anda, sıcak çatışmaya doğru sür’atle yol alıyordu. Devlet, birçok İl’ ve İlçeyi kapsayan, kısmi sıkıyönetim ilan etti.
Hatay, sıkıyönetim ilan edilen iller arasındaydı. TBMM hareketlenmiş, Dışişleri Bakanlığı ayağa kalkmış, diplomasi mekik dokuyordu.
Devlet adamlarının, gecesi gündüzüne karışmış, TSK alarma geçmişti.
Devlet erkânı gecesine gündüzüne katarken, Hassa’nın asil gençleri, Askerlik şubesi önünde kuyruktaydı.
Askerliğini yapan yapmayan, önce Merkez Jandarma Karakoluna müracaat ediyor, sonra Askerlik Şube Başkanlığına dilekçeyle başvurarak, Kıbrıs’a gitme istek ve arzusunu resmileştiriyordu.
Türk milletini, tasada ve kıvançta birlik ve bütünlük içinde görmek; canlı şahit olmak, Doruğun gözlerini yaşartmıştı.
Dönemin iktidarı, karalı davranmış, Kıbrıs Türk’ü Darbecilerin soykırımına maruz kalmadan, Ayşe’yi bir gece ansızın Tatile gönderivermişti.
Askerlik şubesi önüne yığılan asil gençlere de ihtiyaç duyulmadı. Silâhaltındaki Mehmetçikler Kıbrıs’a bir gecede çıktı.
Harekâtın adı barıştı!
Adına yakışan harekât, hem Kıbrıs Rumlarına, hem Kıbrıs Türklerine barış getirdi. O günden bu güne, Kıbrıs’ta barış var. Siyasetçi devreden çıksa, huzurda olacak.
İlçe’de emniyet ve asayiş olabildiğince düzgün! Kaçakçılık ihbarları, yol aramaları olmasa yan gelip yatılacak kadar rahat bir yer Hassa!
Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’a çıkmış, bölgede kısmi de olsa savaş rüzgârları esiyorken de, kaçakçılık İhbarları hiç kesilmedi.
Bir sabah, Hatay İl J. Alay Komutanlığından, silsile takiben Merkez J. Karakol Komutanlığına.
“ÇOK GİZLİ” kaşeli mesaj ulaştı.
Doruk, zarfı açtı, Gaziantep plakalı bir araçla kaçakçılık yapılacağı, geçiş saati vs yazılmış. Hemen zile dokundu. Karakol Nöbetçisi gelince (?) kişi kuşansın diye emir verdi.
Kuvveti ikiye ayırdı, iki hizmet kâğıdı yazdı. Birine kendi komuta edecekti, diğerine yardımcısı Eskici…
Ana yola bir biri ardına iki yol bağı attı. İlçe içinde kendi görev aldı. Kendinden kaçarsa 2. devriyenin kucağına düşecekti.
Ana yoldan arama yapılmadan kuşun bile uçmasına izin verilmedi. İşi sıkı tutuğunu düşünüyor gelirse mutlaka yakalanacağından emindi.
Bir ara çok sür’atli gelen bir taksi göründü, Askerin silahı boynunda çapraz asılı eli tetikteydi. Taksi şoförü yol bağını görünce, hızla ilçe içine döndü ve çarşı içine dalıverdi.
Böyle bir kaçışı planlamamıştı Doruk!
Askeri araç olay yerindeydi, palas pandıras atladılar araca düştüler taksinin peşine. Taksi önden, jandarma arkadan heyecanlı bir takip başladı.
İlçe çıkıldı, Tiyek köyünden Amonos Dağlarına doğru amansız kovalamaca başladı. Takip, Amanos’un tepesine, yolun bittiği yere kadar soluk soluğa devam etti.
Yol bittiğinde taksi terk edilmiş, şoför ve yanındakiler kaçmıştı. Önce araba didik didik edildi. Sonra çevre karış karış tarandı. Çalı diplerine kaya kovuklarına, dere yataklarına kadar bakıldı. Yer yarılmış dibine girmişlerdi.
Ne adamlar ne de kaçak herhangi bir emtia bulunamadı.
Kaçakları yakalama umudu yitince, terk edilen taksi düz kontak yapıldı, çalıştırıldı, Doruk taksinin direksiyonuna geçti, geri dönüş başladı.
Tam tepeden aşağı sarkınca, Eskici çıka geldi. İhbar konusu taksinin kaçtığını duyunca, yardıma geliyormuş. Taksinin direksiyonu Doruk’tan aldı, olayın muhasebesini yaparak Karakola döndüler.
Terk edilen taksinin plakası, şase numarası yazılıp sahibin kimliğinin araştırılması için silsile yoluyla yazışma başlatıldı. Yazılan mesajlara kısa sürede cevap geldi. Plaka sahte, şase numarası da trafikte kayıtlı değildi…
Morali çok bozuktu Doruğun…
Bir oyun mu oynanmıştı kendisiyle, yoksa gerçekten kaçak ve kaçakçı taksideydi de o mu elinden kaçırdı? Bu sorunun cevabını hala fluğ…

                                                                                                        …/…


12 Temmuz 2020 Pazar

Şikâyetçiyim!


                  


Saltanat hakka yürüyeli neredeyse asır olmuş
Gidenin gittiği yerden dönüşüne kim şahit olmuş
Sahnede ki oryantal rakipsiz sanki shakira olmuş
Bu işte bir bit yeniği var sorgulasanız savcı bey

Çıktı çivisi cumhuriyetin sıvası dökülüyor
Vatanı canından aziz bilenin canı sıkılıyor
Saz öyle kıvrak ki oryantal figür görünmüyor
Kelepçeli halkalı hâkim savcı olur mu savcı bey

Çarşıya pazara girilmiyor her şey ateş pahası
Değerini kaybeden ucuzlayan tek şey Türk lirası
şman olsa ihanet etmez bu neyin kini yarası
Ataya söz veren o asil gençlik nerede savcı bey


Hayal Denizi
11.08.2020

9 Temmuz 2020 Perşembe

Hassa'ya Yolculuk


Koskoca iki yıl, göz açıp kapayıncaya kadar, su gibi akıp gitmişti! Doruk, mezuniyetinin 6. yılında, ilk şark görevini bitirmenin, medeniyetler şehri Antakya’ya, atanmış olmanın gururunu yaşıyor; gözlerinin içi gülüyor, içi içine sığmıyordu.
İl içi ataması da yapılmış, Hassa Merkez J. Karakol Komutanlığına verilmişti.
 İlişiğini kesme zamanı da, üç aşağı beş yukarı, belli olmuştu. Kendi kendine gidiş hayali kurmaya bile başladı.
Erzurum'un 2360 metre ile en yüksek rakımlı ilçesi Karayazı'dan; 85 metre rakımlı Hatay’a terki mekan edecekti.
Aynı zamanda,  Akdeniz’in havasını soluyacak, Atatürk’ün “Hatay benim için vazgeçilmez bir davam” dediği topraklara merhaba diyecek; Hatay topraklarında emniyet ve asayişin sağlamasına katkıda bulunacaktı.
Sessizce kendi kulağına fısıldadı, az şey mi?
Evde yalnızdı.
Eşi ve kızını ailesinin yanına göndermişti.
Kızına bir kardeş bekliyorlardı.
Boş kaldıkça, evdeki eşyaları toplamaya, yatak yorganı hurçlara, yerleştirmeye başladı.
Gidişte, Hatay’dan sebze meyve getiren bir kamyon ayarlarım diye bu sefer sesli konuştu. Nakil işi kolayca çözülüvermişti fol yok yumurta yokken.
Gerisi kolaydı zaten!
On beş günlük meyil müddetini de memlekette geçirecek, anne ve babasının elini öpecekti. Ellerin öperim derken gözleri doldu.
Gözyaşlarını elinin tersiyle kuruladı.
İki yıl olmuştu anne ve babasını görmeyeli…
Aradan birkaç gün geçince, fark etti ki aklından geçenler, kendiliğinden çabasızca gerçekleşiyordu.
Sanki görünmeyen bir el, o düşündükçe, düşüncesini kendiliğinde hayata geçiyordu.
Haziran ayı içinde ilişiği kesildi.
Harcırahını alır almaz, Erzurum'a gitti Hatay'a dönen 31 plakalı bir kamyon şoförüyle anlaştı. Eşyaları akşamdan yüklediler.
Sabah olunca Erzurum-Muş kara yoluyla başladı yolculuk.
Kamyonda bir şoför bir de Doruk vardı. Doruk geçtiği yol boyunu, hafızasına yazıyordu. Gezmek istese bu fırsatı bulamayacağının da bilincindeydi.
Söylemezde başlayan yolculuk, Hınıs, Varto, Muş,  Adıyaman, Gölbaşı, İslâhiye güzergâhından Hassa’da sona erdi.
İlçe,  Gaziantep –Hatay yol güzergâhında, Amanos Dağlarının eteğinde kurulmuş, Suriye ile sınır komşusu olan küçük bir ilçe.
Merkez J. Karakolu geniş bir bahçe içinde konuşlanmış.
Bahçe içinde deyim yerindeyse asırlık çam ağaçları mevcut. Ön cephede İlçe içine uzanan ana cadde, Alt cephede Gaziantep - Hatay Kara yolu...
İlçe jandarma Bölük Komutanlığı, İlçe Kaymakamlık binasında kendine yer bulmuş. İlçe Kaymakamlığı ile Merkez J Karakol, sınır komşusu.
Yolun altında da, Seyyar Jandarma Bölük komutanlığı var.  Biri sabit, öteki seyyar iki jandarma birliği kapı komşu.
Karakol Komutan Yardımcısı Eskici, Doruk için bir ev bulmuş ve kira için anlaşmış! Birlikte gidip eve bir kerede birlikte baktılar.
Ev fena değildi, aynı zamanda karakola da yakındı.  Kamyondaki birkaç parça eşya vakit kaybetmeden, eve indirildi. On beş güne sığacak kısa yolculuk aynı gün akşam başladı…

                                                                              …/…





                                                                              …/…