Elimde gözlerimin içine bakarken gülümseyen, iki güzel kitap! Biri “Sevme
Sanatı” öteki “Sahip Olmak ya da Olmak”!
Nerede ne
zaman okuduğumu şimdi hatırlamıyorum. Bir bilge; okumayı “kitabın yazarı ile
sohbet, (hikâye, roman, ya da macera ) içerik her neyse kahramanlarıyla tanışma
ve bütünleşme: yer ve mekân içinde
yaşama” diye tanımlamıştı.
Önüme
ne zaman yeni bir eser düşse, bu tanım
gelir aklıma ve elimdeki kitabın içinde, içeriğinde kaybolur giderim.
Şaka
bir yana, birkaç gündür; Erich Fromm’la çok keyifli koyu bir muhabbete
daldık.
Ne
konuştuk, kimi ya da kimleri çekiştirdiğimizden çok söz etmeyeceğim. Arya bazen Alâeddin’in sihirli lambasından ki Cin
girecek. Sohbete renk katacak.
Mesela
aklıma “Nedir sevgi” diye bir soru takıldı. Sonra “ sevmenin de sanatı mı olurmuş”
diye kendi kendime sesli düşündüm.
Sen
misin düşünen?
Alâeddin’in
sihirli lambasından önce bir duman yükseldi,
sonra bir ayağı yerde, bir ayağı gökte koca bir Cin peydahlanıverdi.
Kocaman
ellerini omzuma attı; gözlerimin içine
bakarak “ sevmek vermektir almak
değil” dedi. Cin’in heybetli duruşunu
görünce korkmuştum. Omzuma koyduğu elin şefkatini hissedince, ses tonundaki yumuşaklığını
duyunca korkum geçti.
Sen
de nereden çıktın diyecekken dudaklarımdan, iyi
güzel de “sevmeden sanat olur mu”“ diye
soruverdim.
Sanki düşüncemi okuyordu, soruyu bekliyormuş gibi,
sevmekten daha büyük sanatta mı varmış diye; sorumu soruyla cevaplayıp, ufaktan
dalgasını da geçti.
Hiç
bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Bir köşede Cin, başköşede Erich; bundan
daha keyifli / heyecanlı ne olabilir?
Mesela,
“sahip olmakla” “olmak” arasındaki ince çizgiyi bu güne kadar, kaç insan
düşünmüş, aradaki farkı; inceliği görmüştür diyorum: Cin önce gülümsüyor, sonra
tahmin edilenden çok daha az diye cevap veriyor.
Yalnız
Türkiye için sormadım diyorum, cevap hiç
değişmiyor, o zaman yüzde seviyesi çok daha düşük çıkar diye kendinden emin
konuşuyor.
Hangi konumda değerlendirirsek
değerlendirelim, karşımıza çıkacak cevap pozitif olmayacak mı diyorum, başını
hayır anlamında sağa sola sallıyor.
Vazgeçtim
Cin’e soru sormaktan.
Ukalalık
ediyor çokbilmiş!
Döndüm
başköşede oturan Erich’e!
Üstadım,
sevgi olmasa ne olurdu dedim: Fromm , “Sevgi olmazsa, insanlık bir gün bile
yaşamazdı” dedi.
Sihirli lambanın Cin’inden sonra gülümseme sırası
bana gelmişti. Gözlerinden gözlerimi ayırmadan gülümsedim.
Ve üstadım, siz dünya dışında; başka bir
gezegende mi yaşıyorsunuz diye sordum.
Tipik bir Alman mimikleriyle başını salladı ve “Nein-Neyin-Nein”
diye tepki verdi. Fırsat bu fırsattı
taşı gediğine koydum.
Üstünde yaşadığımız dünyada her gün yüz
binlerce insan sahip olmak için bir birini boğazlıyor. Deyim yerindeyse yiyip
bitiriyor.
Büyük orta doğu projesine imza atanlar, acımadan insanları yok ediyor. Çoluk çocuk/
kadın kız- yaşı genç demeden insanlar ölüyor.
Yalnız bizim bölgemizde kan oluk oluk akıyor. Akan
kanı su değirmenine çevirse, emin olun değirmeni döndürecek. Siz buna yaşamak
mı diyorsunuz dedim.
Tespitleriniz de yerden göğe kadar haklısınız e
dedi! Yalnız gözden kaçırdığınız bir şey var.
İnsanlık sevmeyi sanat edinirse; sevgi ön plana çıkarsa altını
çizdiğiniz kötülükler biter diyorum.
Ayrıca sahip olmak yerine, olmayı hedeflerse
insanlar birbirini yok etmek için sebebi olmayacak iddiasın ortaya koyuyorum
diye ilave etti.
Aslında Erich Fromm’un söyledikleri baştan sona
doğru. Yazdıklarına da denecek bir şey yok! Lakin sahip olma hırsını yok etmek
için, bir mucize gerekli.
Bilim adamlarına çok ama pek çok iş düşüyor. Biran
önce dünyanın sırları çözmeli, insanlara olmak fiili ezberletilmeli.
Belki o zaman, “Sevme Sanatı” sahne alır;
oynanan oyun gişe rekorları kırar ve dünyada akan kan kökten kurur.