31 Mayıs 2017 Çarşamba

ANZER BAL



kış bitti geldi  bahar
çiçek açtı akasyalar 
acem halısı üstünde 
koştu atlıkarıncalar
sevgili yârim hem gonca  
hem  bin bir çiçek 
üstüne arı konar
uçar kanat çırpar  
her çiçeği ayrı öper koklar
derde deva anzer bal toplar  
gözler konuşur sessiz 
uçar eller kanatsız
dökülür nameler ince sazdan
dudaktan lezzet taşar 
yüz güler göz ışıl ışıl ışıldar…

NK

21 Mayıs 2017 Pazar

OPERASYON


 Bu gün yıllar önce okuduğum, Martin Lings’in yazdığı; Peygamberimiz Hz Muhammed’in hayatını anlatan kitaptan söz edecektim.
 Uhud savaşından dem vuracak,  Vahşi’nin savaş meydanına geri dönüşünü, Hz Hamza’nın şahadetini; karnının yarılıp, karaciğerinin çıkartılışını yazacaktım.
 Devlet yönetiminde acze düşen/ ipleri çarşafa dolaşanlar yine gündemi alt üst ettiler.
Gündem değişince, kalemin hayalleri de suya düştü. O yazı başka bir bahara kaldı!
Sözcüye yapılan algı operasyonunun gölgesi,  19 Mayıs Atatürk’ü Anma,  Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarının üstüne kâbus gibi çöktü.
Yazılı ve görsel medyanın nerdeyse tamamı; Atatürk'ü anmak 19 Mayıs'ı yâd etmek yerine, gün boyu Sözcü operasyonunu konuştu!
Deyim yerindeyse Sözcüye operasyon yapanlar,  hedefi tam ortasından 12'den vurdu. Dünya basını bile Atatürk yerine, sözcüye yapılan Operasyonu konuştu.
Buna 12'den vurmak denmez de ne denir?  
Biat etmeyen düşünen insansanız; aklınızdan neler gelip neler geçtiğini bilemezsiniz. Hatta arkasından koşsanız yetişemezsiniz.  
Sözcüye operasyon: 19 Mayıs Milli Bayramımızın coşku içinde kutlanmasını istemeyenlerin ekmeğine tereyağlı bal sürdü.
 Pazar günü yapılacak AKP’nin 3. Olağanüstü Kongresinin de dikensiz gül bahçesinden sessiz sedasız geçmesinin önü açıtı.
Operasyon yapılmasaydı; Sözcü pazar günü Türkiye’nin  % 50’sinin Cumhurbaşkanı yok manşetiyle çıkardı.
Hem Türkiye hem de dünya âlem biliyor ki, sözcü gazetesi; yazarı, çizeri her gün Atatürk’le yatıyor Atatürk'le kalkıyor.
Atatürk’ün gölgesinin olduğu yerde, cemaat düşünce ve fikri yaşar mı? 
Havada yaşar, suda yaşar; Ay’da Venüs’te yaşar;  emme Fikri Hür, Vicdanı Hür, İrfanı Hür Nesiller arasında  asla nefes alamaz.

                                                            YETMİŞ YIL SONRA  


 Yıl 1946! Celal Bayar, Adnan Menderes ve arkadaşlarının kurduğu Demokrat Parti  “Açık oy, gizli tasnif”  ilkesinin geçerli olduğu demokratik olmayan bir seçimden sonra TBMM girdi   Türkiye çok partili rejimle tanıştı.
Yıl 1947!
İsmet Paşa Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı!  TBMM iki parti var.  İnönü, hem CHP Genel Başkanı hem de cumhurbaşkanı.  Olacak şey mi?  Rahmetli; CHP Genel Başkanlığıyla Cumhurbaşkanlığı görevinin ayrılması gerektiğini düşünür.
Cumhurbaşkanının bütün siyasal partilere karşı eşit mesafede durmasının demokrasinin bir gereği olduğuna inanın ve kabullenir.
Bu düşüncesini CHP içinde paylaşınca, partide onaylayan olduğu kadar karşı olanlarda çıkar. Paşa’nın bu düşüncesi basına yansıyınca,  kamuoyu,  siyaset dünyası ve basında büyük beklentiye yol açar.  Bu beklentiyi, 1 Temmuz 1947 tarihli Vatan Gazetesi:
“Devlet ve Parti Rejiliğinin ayrılması “
“Cumhurbaşkanının Partiler üstünde bir milli hakem rolünü almağa doğru gidişi, yakın siyasi tarihimizin bir dönüm noktası olarak telakki ediliyor.”
İç siyaset hayatımızda yeni gelişmeler İnönü bir beyanname neşredecek”
“Bu beyannamede Cumhurbaşkanının, idare amirlerine, neticeleri bakımından dikkate değer bazı mühim tavsiyelerde bulunacakları bildirilmektedir” diye manşetine taşır
Ve Yıl 2017!
1947’ den Tamı tamına yetmiş yıl sonra;  AKP’nin 3. Olağanüstü Kongresine Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı forsuyla katılır!
Yazık etti Türkiye’ye!
Türk millet bunu hiç hak etmedi.  Şimdiye kadar tarihin geçmişe aktığını kim görmüş! Denizler ne zaman Irmaklara doğru akmış?
Atatürk’ün işaret ettiği Muasır medeniyet, geçmişte değil gelecekte. Türk milleti, bir gün kazanımlarını ve iradesini gasp edenlerden mutlaka hesap soracak rövanşı alacaktır.
Parti bağı olmayan, millet partili bir cumhurbaşkanına nasıl “Cumhurbaşkanım” der? Aklıselim, biat etmemiş hiç kimse demeyecektir


17 Mayıs 2017 Çarşamba

KAMAŞIR GÖZLERİM



İnat etti kalemim yazmak ister Seni
Bakamam yüzüne kama
şır gözlerim
Biter
 yağı şaşkınlıktan görse Güneş'in
Yok e
şin ve başka bir benzerin teksin

 Da
ğ taş dil dudak zikrederken tutuldu
Ay Yıldız Merih Venüs el pençe durdu
İki gözü iki çeşme kara bulut kudurdu
Yok e
şin ve başka bir benzerin teksin

 Ba
ğ bahçe sıra sıra silsile yüce dağlar
Boyun geçit plato ova içi Irmak ça
ğlar
Yerden yüksekte uçuyor kızıl kartallar
Yok e
şin ve başka bir benzerin teksin

 Diz boyu nankörlük vadide kurt ulur
Fırat'ta boz e
şek kaybolsa onu bulur
Ne terazi var ne mizan hak kayboldu
Yok e
şin ve başka bir benzerin teksin

 Umut yalnız sensin elde ki dal kurudu
Orman sensiz vahşi hayvan kudurdu
Ne cennet ne cehennem ne sırat kaldı
şbit pazarına kapanın elinde kaldı


 
NK

14 Mayıs 2017 Pazar

Önümde İki Kitap!

                                                           
Elimde gözlerimin içine bakarken gülümseyen, iki güzel kitap!  Biri   “Sevme Sanatı” öteki “Sahip Olmak ya da Olmak”!
 Nerede ne zaman okuduğumu şimdi hatırlamıyorum. Bir bilge; okumayı “kitabın yazarı ile sohbet, (hikâye, roman, ya da macera ) içerik her neyse kahramanlarıyla tanışma ve bütünleşme:  yer ve mekân içinde yaşama” diye tanımlamıştı.
Önüme ne zaman yeni bir eser düşse,  bu tanım gelir aklıma ve elimdeki kitabın içinde, içeriğinde kaybolur giderim.
Şaka bir yana,  birkaç gündür;  Erich Fromm’la çok keyifli koyu bir muhabbete daldık.

Ne konuştuk, kimi ya da kimleri çekiştirdiğimizden çok söz etmeyeceğim.  Arya bazen Alâeddin’in sihirli lambasından ki Cin girecek. Sohbete renk katacak.
Mesela aklıma “Nedir sevgi” diye bir soru takıldı. Sonra “ sevmenin de sanatı mı olurmuş” diye kendi kendime sesli düşündüm.
Sen misin düşünen?
Alâeddin’in sihirli lambasından önce bir duman yükseldi,  sonra bir ayağı yerde, bir ayağı gökte koca bir Cin peydahlanıverdi. 
Kocaman ellerini omzuma attı;  gözlerimin içine bakarak  “ sevmek vermektir almak değil”  dedi. Cin’in heybetli duruşunu görünce korkmuştum. Omzuma koyduğu elin şefkatini hissedince, ses tonundaki yumuşaklığını duyunca korkum geçti.
Sen de nereden çıktın diyecekken dudaklarımdan,   iyi güzel de  “sevmeden sanat olur mu”“ diye soruverdim.
 Sanki düşüncemi okuyordu, soruyu bekliyormuş gibi, sevmekten daha büyük sanatta mı varmış diye; sorumu soruyla cevaplayıp, ufaktan dalgasını da geçti.
Hiç bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Bir köşede Cin, başköşede Erich; bundan daha keyifli / heyecanlı ne olabilir?
Mesela, “sahip olmakla” “olmak” arasındaki ince çizgiyi bu güne kadar, kaç insan düşünmüş, aradaki farkı; inceliği görmüştür diyorum: Cin önce gülümsüyor, sonra tahmin edilenden çok daha az diye cevap veriyor.
Yalnız Türkiye için sormadım diyorum,  cevap hiç değişmiyor, o zaman yüzde seviyesi çok daha düşük çıkar diye kendinden emin konuşuyor.
 Hangi konumda değerlendirirsek değerlendirelim, karşımıza çıkacak cevap pozitif olmayacak mı diyorum, başını hayır anlamında sağa sola sallıyor.
Vazgeçtim Cin’e soru sormaktan.
Ukalalık ediyor çokbilmiş!
Döndüm başköşede oturan Erich’e!
Üstadım, sevgi olmasa ne olurdu dedim: Fromm , “Sevgi olmazsa, insanlık bir gün bile yaşamazdı” dedi.
Sihirli lambanın Cin’inden sonra gülümseme sırası bana gelmişti. Gözlerinden gözlerimi ayırmadan gülümsedim.
Ve üstadım, siz dünya dışında; başka bir gezegende mi yaşıyorsunuz diye sordum.
Tipik bir Alman mimikleriyle başını salladı ve “Nein-Neyin-Nein” diye tepki verdi.  Fırsat bu fırsattı taşı gediğine koydum.
Üstünde yaşadığımız dünyada her gün yüz binlerce insan sahip olmak için bir birini boğazlıyor. Deyim yerindeyse yiyip bitiriyor.

Büyük orta doğu projesine imza atanlar,  acımadan insanları yok ediyor. Çoluk çocuk/ kadın kız- yaşı genç demeden insanlar ölüyor.
Yalnız bizim bölgemizde kan oluk oluk akıyor. Akan kanı su değirmenine çevirse, emin olun değirmeni döndürecek. Siz buna yaşamak mı diyorsunuz dedim.
Tespitleriniz de yerden göğe kadar haklısınız e dedi! Yalnız gözden kaçırdığınız bir şey var.  İnsanlık sevmeyi sanat edinirse; sevgi ön plana çıkarsa altını çizdiğiniz kötülükler biter diyorum.
Ayrıca sahip olmak yerine, olmayı hedeflerse insanlar birbirini yok etmek için sebebi olmayacak iddiasın ortaya koyuyorum diye ilave etti.
Aslında Erich Fromm’un söyledikleri baştan sona doğru. Yazdıklarına da denecek bir şey yok! Lakin sahip olma hırsını yok etmek için, bir mucize gerekli.
Bilim adamlarına çok ama pek çok iş düşüyor. Biran önce dünyanın sırları çözmeli, insanlara olmak fiili ezberletilmeli.
Belki o zaman, “Sevme Sanatı” sahne alır; oynanan oyun gişe rekorları kırar  ve dünyada akan kan kökten kurur.  



10 Mayıs 2017 Çarşamba

Dertli Pınar



Kır çiçekleri içinde
Uzanır da
ğlar
Kara ta
şlar arasında
Buz gibi so
ğuk berrak
Sular ça
ğlar
Gül dalında
Nice bülbüller öter
Ku
şlar cıvıldar
Sen gözya
şını akıtma
Ey dertli pınar!


2 Mayıs 2017 Salı

O'nu Gördüm



Felekten bir gün çalayım istedim
Ve kendimi alıp çıktım yola
Yanımda vardı bir de e
şim
Yolculuk pek çok zor olmadı
O benim zevkli i
şim
Giderken süratle asfalt yolda
Aklıma takıldı
şu yalan Dünya
Kırık penceremden bir nazar attım ona
Nerede yer bulmalıyım diye Kendime
Bir soru takıldı aklıma
Aklımı, aklımla sorgularken
Bir filozofun sözü vurdu oltama
“Okunacak en büyük kitap insandır” diyordu bilge
Öyleyse ben beni okuyabilir miydim
Sordum kendi kendime
Bir dü
şüneyim dedim
Ve kendimi Okumak isterken
O’nu gördüm
Birlikte oturduk sahilde
Sıcak kumların serin sularla öpü
şğü yerde
Aynı gözle baktık mavi Deniz’e
Kıyı boyunca uzanan engin suları
İçinde gezinen küçük balıkları
Kıyıya vuran kumu
Kuma uzanan onca insanı konu
ştuk
Denizin bitti
ği yerde
Ormanı, Çam a
ğaçlarını
A
ğaçların dalında saz çalıp şarkı söyleyen ağustos böceklerini
Ve hamakta yatan adamı
Çeki
ştirdik birlikte
Sincaplar cirit atıyordu dalların üstünde
Ona da de
ğindik bir nebze
Gördü
ğüm sırları seyrederken gönül penceremden
O vardı hep yanımda
Bakıyordu gözlerime
Dokunuyordu elime
Gülüyordu yüzüme
Riya yok sözümde
Hiç abartmıyorum
Yazdıklarım bire bir do
ğru
Kıyı’nın güzelli
ğinde
Deniz’in renginde
Güne
şin kızıllığında
Kumun sıca
ğında
A
ğustos böceğinin sazında
Semaverde demlemi
ş çayın renk ve tadında
Çam A
ğacının iğne yaprağında
Esen rüzgârın kanadında o vardı
İşte tam orda duruyordu
Sonsuz ilim ve irfanıyla
O’nu gördüm O’nu bütün ihti
şamıyla.