Ekim ayıda bitti! Bu
gün 3 kasım! Elektriğimizi Keban Barajın’dan alır, suyumuzu çubuk barajından içerken; nadas tarlalarımızı
ekim ayında kasım gelmeden ekerdik.
Tarla, bazen tavlı
olur; tarlaya atılan tokum kasım gelmeden çimlenirdi.
Bazen de yağmur
yağmaz, toprak tavlanmaz, kuruya saçılırdı tohum. O vakit, tohumun çimlenmesi
geçirkir, filizlenme ya karın altında
gerçekleşir ya da bahara kalırdı.
Hayat bir başka
güzeldi o dönemlerde. Kış kışlığını bilirdi, yaz(!)da yazlığını idrak ederdi.
İnsanlar azıcık aşım, ağrısız başım der; mutlu mesut çiftiyle çubuğla uğraşır
geçinir giderdi.
Türkiye’nin temeline
dinamit koymak isteyen, global sermayenin satılmış itleri o zamanda ulu orta uluyor, hırlıyor dişleri gösterip
duruyorlardı.
Bizim bir atasözümüz var “ISIRACAK İT DİŞİNİ
GÖSTERMEZ” der; işte o dönemde, o itler hiç ısıramazdı!
Ya bu gün ?
İçeriden ve dışarıdan
kuduz köpekler gibi saldırıyorlar. Isıran ısırana. Daha dün 9 güvanlik görevlimizi toprağa verdik.
Milletimizin
bağrına alev alev ateş düştü. Anaların,
genç gelinlerin, yetim çocukların ve
gelinlik giymeyi hayal eden yavukluların göz yaşı sel!
Küresel sermaye
milletin gözlerinin içine baka baka; tırlarla silah gönderiyor düşmanlarımıza.
Biz ne yapıyoruz?
Biz bir şey yapabilsek
zaten, gönderiyorlar cümlesini kurmazdık! Belli ki kapı arkasında çaresizlikten
elimizi ovuşturuyor, perde önünde meydan okur gibi ,kahramanlık demeçleriyle
ilizyon yapmaya çalışıyoruz.
Keşke kar yağsa,
topraklar donsa, dağlar geçit vermese. Eskiden öyle olurdu. Kasım ayında dam
boyu kar yağar, sular donar, kurtlar- çakallar sığınacak mağara arardı. İtler burnunu
kuyruğunun altınba saklar kendi soluğyla ısınmaya çalışrdı. Ayı kış uykusuna
yatarken,Yılan yuvasından başını çıkartmazdı.
Ya şimdi öylemi?
Bağda, bahçede hala açmış gül var. Başıboş İt/kur- çakal sokata.
Hava bir yaz bir kış!
Mevsim de kandırıyor milleti.
Eskiden, kimse kimseyi
kandırmaz, kimse de bizi kandırdılar diye ortalıkta feryat edip gezip dolaşmazdı.
Kandırmak ne kadar
utanç vericiyse, kandırılmak da daha çok onur kırıcı kabul edilirdi.
Kandırılan sokakta
başı dik yürüyemez, kandıran el içine çıkamazdı.
Devir baştan sona
değişti.
Artık tarlalarımızı
sapanla- pullukla sürülmüyor, sürgüyle
sürgülenmiyor. Tohumu tarlaya avuçla saçılmıyor, tırpanla biçilmiyor.
Sözüm ona çağ atladık.
Çiftçimizi şehirlere
topladık. Onların eline bir süpürge bir kova verdik, sokakları temizlesin
istedik.
Eskiden Milletin
efendisiydi köylü. Öyle demişti Türkiye Cumhuriyetinin kurucu Mustafa Kemal
Atatürk!
Milletin efendisi bitti,
şimdi şehir sokaklarında, çöpçüler dolaşıyor.
Eli kalem
tutanlar, kendilerini filozaf
zannedenler; merciğmeği kanadan,Buğdayı Mısır’dan, Rusyadan, ABD’den aldık
türküsü çığırıyor.
Samanı sapı dışarıdan
aldık derken, yüzlerinin kızardığını görmemek için ayna küsler …
Baklagillerin
anavatanı olan Türkiye, tüm baklagillerin ithalatçısı olmakla övünür hale
geldi.
Tarım ve gıda ithalatı
için Türkiye yabancı ülkelere millarlarca para ödüyor. Osmanlı hayranları, imparatorluğun bir
İl’inden et ithal ederek et fiatlarını konturol altında tutmak istiyor.
Ya hu elimizi başımzın
arasına alıp hiç düşündük mü? Biz neden bu duruma düştük diye kendimize sorduk
mu?
Niye soralım ki?
Düşünmek günah!Soru
sormak ayıp!Hesap sormak itaatsizlik!Kayıtsız
şartsız boyun eğmek vacip!