28 Haziran 2020 Pazar

BUZLAR ÇÖZÜLDÜ


Doruk, 5917 sayılı gayrimenkule tecavüzün defi infazında, yaşadığı tecrübesizliğinin hayal kırıklığını, masaya yatırıp, otopsisini yaparken: davul çalarak gelen kış;  bir gecede dağı taşı beyaza bürüyüverdi.
Bundan sonra, Söylemez kar konuşacak, soğuk saz çalacak, -40 dereceye kadar düşen mevsim soğukları ata barı oynayacaktı.
Bingöl Dağlarının Erzurum il sınırları içinde dünyaya gözlerini açan Aras Nehri; Tekman yaylasından geçerken topladığı, çay ve derelerle Cem olup boz bulanık akarken; yine bir gecede kristalleşiverdi.
Kara kış kayıtsız şartsız egemenliğini ilan etmiş, ikinci bir emre kadar, sokağa çıkmayı, coşkun akmayı yasaklamıştı.
Toprak evlerin bacalarından,  tezek dumanı, Sağlık ocağı ve Jandarma takım Komutanlığı binasından gökyüzüne, linyit dumanı savruluyordu.
Kara kışın en şiddetli olduğu, alınan nefesin bıyıklar üzerinde donduğu,  tükürünce tükürüğün yere düşmeden donduğu bir dönemde, Erzurum Valisi Karaduman ile İl Jandarma Alay Komutanı Alpaslan'ın Hınıs'a gidesi gelmiş.
Karayazı İlçe Jandarma Bl. K.lığı geliş ve gidişte, yol emniyeti alınması için mesaj çekmiş. PTT Memuru Mesajı verdiğinde, sabah saat 10 00 sıralarıydı.
Doruk mesajı alır almaz, Bucağın giriş ve çıkışını kontrol altına almak için iki ayrı devriye hazırlarken, Vali Bey’in makam aracı, rüzgâr gibi geldi ve geçti.
Hazırlanan J. Devriyesi yola çıkmak için geç kalmıştı. Aslında mesajın geç gelmesi iyi olmuştu, yola devriye çıkartmamanın haklı mazereti olabilirdi.
Geri dönüşlerinde, Tekman'a bağlı Hacıömer J. Karakolundan geçerken, Karakol komutanı, telefon etti, haber verdi.
Doruk, dışarı çıktı, havanın vaziyetine baktı; bu havada devriye çıkartılmaz. Asker donar dedi kendi kendine ve dönüşte bilinçli olarak emniyet tedbiri almadı.
Alay komutanı, geliş ve gidişinde emniyet tedbiri alan, jandarma devriye görmeyince, küplere binmiş ve savunma alınması için talimat vermiş.
Kış kıyamet demeden, bir hafta geçmeden Bucak J.Tk. Komutanının yol emniyetini sağlamadığı iddiasıyla  niçin yol emniyet devriyesi çıkartmadığı soruluyor,  savunması isteniyordu.
Savunmayı alınca hiç şaşırmadı Doruk!
Zaten bekliyordu.
Karakolun Nuh Nebiden kalma A klavye daktilosunu aldı önüne, kısa ve öz olarak yazdı.
Erzurum Vali ve İl Jandarma Alay Komutanın Hınıs'a gidişi için çekilen mesaj Karakola, sabah saat 10 00 da intikal etmiştir.
Devriye hazırlanıncaya kadar, misafirler sür'atle geçiş yapmış, sırf bu yüzden, geçişte yol emniyeti sağlanamamıştır.
Dönüşte ise Hava sıcaklığı meteorolojik verilere göre -35 derecenin altında olması göz önüne alınmış, askerin görev başında donma riski dikkate alınarak, bilinçli olarak devriye çıkartılmamıştır.
Savunmamın bundan ibaret olduğunu arz ederim.
Askerlikte haklı olmak her zaman işe yaramaz.
Doruk yerden göğe kadar haklı olmasına rağmen, savunma isteyen irade ona üç gün oda hapsi cezasını uygun görmüş.
İlçe J. Bölük Komutanı J. Ütgm. Subaşı Telefonla aradı. Sen haklısın lakin cezanın infazını istemişler. Bölüğe gel, üç gün misafirimiz ol. Bizde ceza infaz edilmiştir diye yazalım dedi.
Doruk İlçe J. Bölük Komutanlığına gitti. Gündüzleri Bölükte, geceleri, hemşehrisi Herek Astsubayın evine misafir oldu.Ve cezası infaz edilmiş sayıldı.
 Bu kış doruk için son kıştı. Karlar eriyince başka bir bölgeye, atanacaktı. Mayıs Ayı Jandarma Personeli için atanma aydır.
Atanma sırasında olanlar 15 Mayısı iple çeker.  Kara kış çok çetin geçse de, günlerin gelip geçmesi su gibiydi.
Koca kışta, birkaç petrol tankeri ve kömür kamyonun mazotunun donması dışında hiçbir vukuat olmadı. Kış yağan karın rengi gibi tertemiz geçti.
Mayıs Ayı içinde atamalar belli oldu.  Doruk Antakya Valiliği emrine atanmıştı.  İlişiğini Haziran ayı içinde kesecek,
Temmuz ayı içinde de yeni görevine başlayacaktı. Bu arada karlar erimeye başlamış, Aras Nehrinin buzu çözülmüştü.
Doruk görevi devretmeye hazırlanırken, Çullu köyünde incir çekirdeğini doldurmayacak, basit bir tartışma yüzünden cinayet işlendi. Sanık kaçmak yerine gelip teslim olurken, sanık yakınları köyü terk etti. Bir hiç uğruna bir yuva yıkılmış, bir can toprak olurken, bir canda kendi kendini dört duvar arasına, parmaklıklar arkasına gömmüştü…
Aklınızdan geçenleri duyuyorum. Başarısız infazdan ne haber diyorsunuz. Haziran ayı geldi hala bir kıpırtı yok! Belli ki Muhtar Ali suyu başından iyi bağlamış. Karakolda yediği o destekli tokattan sonra bir daha karakola zaten hiç uğramadı.


                                                                                   …/…







22 Haziran 2020 Pazartesi

BAŞARISIZ (?) İNFAZ



Söylemezde ikinci kışa ramak kalmıştı. Eksi kırk dereceyi gösteren, termometreyi çatlatan soğukların ayak sesi, yakından duyuluyordu.
Sanki ulusal bayrama hazırlanan merasim bölüğünün, eğitim çalışması titizliği, düzen ve disiplin içinde hazırlık devam ediyordu.
 Kara kış, gri renkli üniformasını giymiş,  ipek fularını takmış, beyaz kemer ve teçhizatıyla;  elleri yumruk yapılmış,  kollar ı omuz hizasına kadar kırılmadan düzgün uzanan, merasim yürüyüşüyle sanki türbindeki protokolü selamlıyordu.
Yüksek dağ ve tepelerin başına düşen kar, postalların üzerindeki beyaz tozluğu andırıyor,  sabahları Aras Nehri vadisine düşen kırağı, günlük hava sıcaklığının nabzını hem tutuyor hem de ölçüyordu.
Akşamları soba yakmadan, evlerde oturma zamanı gelmiş ve geçmişti. Akşam olunca bacalardan gökyüzüne doğru tezek duman ve kokusu alelade yükseliyordu.
Gündüz gözüyle, başınızı hangi yöne çevirseniz; baktığınız istikamette, omzunda koca bir davul, duyduk duymadık demeyiiin, kara kış kapıdaaa diye avaz avaz bağıran, tellal sesi işitiliyordu. 
Tellal, hem kış geliyor diye bağırıyor,  hem de uzaktan kulağa hoş gelen davul sesini, Erzurum’un folklor ekibine baş bar oynatacak kıvraklıkta, güfteleri seslendiriyordu.
Kar yere bir düşse; Doğu Anadolu Bölgesi, kış uykusuna yatacak! Altı  ay boyunca, koca ayak misali ayak tabanını yalayacak. 
Doruk, doğaya bakıp,  görünen kışın gelişini, bilinçaltına kara kalem resmini çizerken; petrol ofisi köşesinden Aşağı Söylemez köyü Muhtarı göründü.
Üzerinde takım elbise vardı.
Yaklaşınca selam verdi, daireye birlikte yürüdüler. Bina dış kapısından içeri girip, ayaküstü koridorda konuşmaya başladılar.
Doruk!
-Hayrola Muhtar, çok şıksın!
-Vilayetten geliyorum komutanım.
-Ne işin vardı der gibi yüzüne baktı.
-Bizim, Yukarısöylemez köyü ile aramızda ihtilaflı bir arazi var. Yukarısöylemez muhtarı İlçe kaymakamlığına müracaat etmiş. Gayrı Menkule Tecavüzün defi için ilçe Kaymakamlığından karar çıkarttırmış…
Onun için gitmiştim,  hallettim.
Nasıl hallettin?
Nasıl hallettiğimi sorma komutanım.
Sizi de unutmadım, sizi de görmeye geldim deyiverdi.
Doruk!
 Ne yaptın niye geldin bir daha tekrar et dedi.
Siz i de unutmadım…
 Doruk karşısında duran muhtarın çenesine, sağ avucunun içiyle, öyle bir aparkat yapıştırdı ki, muhtar neye uğradığını şaşırdı. Salonda üç dört adım sendeleyerek geri geri gitti, dış kapının yanına düştü.
Doruk nasıl öfkelenmiş, bağırmışsa odasında santral başında oturan PTT Memuru Reis, ikinci kattaki Nüfus Memuru İsmet bey ve İçerideki askerler merakla kapıda bitiverdiler.
Muhtar düştüğü yerden kalktı, başından düşen şapkasını eline aldı, yüzü utançtan kızarmış bir vaziyette, süt dökmüş kedi sesizliğinde karakoldan çıktı ve arkasına bakmadan gitti.
Keyfi kaçmıştı Doruğun...
Makamına girdi,  öfkesi sigaradan çıkartıyordu. Bahçede bilinçaltında çizdiği gökyüzüne boğum boğum uzanan tezek dumanı yerine, kendi ağzından ve burnundan tütün dumanı odaya doluyordu.
Kendi kendine söyleniyordu.
 Bu n ne cesaret?
Bu nasıl bir cüret, ne küstahlık?
Yaklaşık bir hafta sonra,  Muhtar’ın sözünü ettiği, 5917 sayılı yasaya dayanılarak İlçe Kaymakamlığınca verilen, Gayrı Menkule Tecavüzün defi hakkındaki kanuna göre alınan karar, infaz için karakola geldi.
Doruk, kararı alınca, İlçe J. Bölük Komutanı Subaşı’nı aradı! Hafta içinde  olup biteni bütün çıplaklığıyla anlattı ve takımdaki asker mevcuduyla, bu  kararın infazının zor olacağını, hatta imkânsızlığını ifade etti.
Subaşı, sen İnfaz için hazırlığını yap, gününü tespit et, benden yardım iste,  sana takviye kuvvet göndereyim sözü verdi.
Doruk, yardımcısına görev yazdı.  Tebligat evraklarını ve infaz gününü tebliğ için görev verdi, devriye çıkarttı. Hafta içinde kış gelip bastırmadan, evrak infaz edilecekti.
Tebligat yapıldıktan sonra mesaj halinde durum İlçe J. Bl. K.lığına yazılı olarak bildirilip, takviye kuvvet talep edildi.
Bir Çarşamba sabahı, saat 10 00 sıralarında gayrimenkul’ün bulunduğu yerde gerekli tedbir alındı. Karara göre tecavüz edilen ve tecavüzün def edileceği, tarlaların yakın çevresinde,  gerekli emniyet tedbiri alındı. Kararın infazı için, harekete geçildi. 
İnfaz başlarken, Karayazı'dan, Merkez J. Karakol Komutanı,  bir timle takviye kuvvet olarak olay yerine intikal etti.
Mütecaviz durumda görünen Aşağı söylemez Köy Muhtarı ve İhtiyar heyetinden kimse tebligata rağmen olay yerine gelmemişti.
Durum tutanakla tespit edilip, infaza başlanıldı. Tarlaya Traktörler girdi, karar gereği yer Yukarı Söylemez köyü Muhtar ve azalarına yerinde teslime geçildi.
İnfazın başlamasından kısa bir süre sonra, Aşağı söylemez köyünden infaz bölgesine, köyde ne kadar kadın, kız, çoluk çocuk varsa toplu halde, infaz mahalline doğru öfke içinde yürüyüşe geçmişti.
Kalabalık, olay yerine yaklaşınca, Köyün erkeklerinin de, bir traktör dolusu ana yoldan yukarı söylemez köyüne doğru geldiği görüldü.
İşin garibi, Jandarmanın tedbir aldığı olay mahalli, uzaktan görünmeyecek bir şekilde kuşatılmıştı. Kalabalık Olay yerine yaklaşınca, yüksek tepelere yerleştirdikleri köylüler, bilinçli olarak ayağa kalkıp kendilerini göstermeleriyle fark edildi.
Doruk, sağlıklı bir karar vermeliydi. Silahlı adamlar uzakta, onlara ulaşma şansı yok. Lakin kadınlar çocuklar, onlarla jandarmayı karşı karşıya getirmek doğru olmazdı. Hatta mevcut kuvveti itibariyle de mümkün değildi.  Çevre emniyeti için görevlendirdiği askeri olduğu yerde mevzilendirdi. Tarlayı sürmek için gelen Traktörleri, durdurdu. Kadın kız ve çocukların geldiği yöne doğru tek başına yürüdü.
Kadınlar şaşırmıştı!
Belki de böyle bir tavır beklemiyorlardı.
Korkup kaçacak diye mi düşünmüşlerdi?
Bu sorunun cevabı hiç alınmadı.
Doruk, gitti ne yapmak istiyorsunuz, devlete karşı ayaklandığınızın farkında mısınız?
Hani Erkekleriniz nerede?
 Siz gidin, onlar gelsin!
Ben Şimdi infazı erteliyorum.
Lakin hepiniz hakkında jandarmaya mukavemetten, görevini engellemekten işlem yapacak sizi mahkemelerde süründüreceğim diye çıkıştı.
Kadınlar birbirine baktı, sessizce geri döndüler ve dağılıp gittiler. Karayazı'dan Takviye için gelen arkadaş, olay yerinde yoktu.
Hadise sakinleşip, ortalık yatışınca ortaya çıktı.
Doruk neredeydin bir ara kayboldun deyince, Bölük komutanına telefon etmeye gittim, komutanı olayı haber verdim. Birazdan Ütgm Subaşı burada olacak dedi.
Doruk benim hiç aklıma gelmemişti,  köy halkı jandarmanın üstüne taş ve sopayla yürürken ortalıktan kaybolmak diye imalı bir çift söz söyledi ve olay yerinde, olup bitenleri detaylı bir tutanakla tespit edip, olay yerinin krokisini de çizerek İnfazın yapılamamasının belgelendirdi.
Sonra Mevzilerdeki askerleri topladı, Askerler toplanırken J. Ütgm. Subaşı’da çıka geldi. Birlikte durum değerlendirilmesi ve kritiği yapıldı.
Kararın İnfazı,  Erzurum İl Jandarma Alay Komutanlığı emrindeki J. Komando Bl. K.lığından takviye alınarak, yapılması konusunda fikir birliğine varıldı. 
Bürokratik işlemler,  devam ederken kar yere düştü ve kar yağınca, gayrı menkule tecavüzün defi hakkındaki,  kararının infazı istemeden kış sonuna kaldı.


                                                  …/…


16 Haziran 2020 Salı

Bir Kış İki Yaz





Bugün pazar! Doruk, bir aksilik çıkmazsa, günü eşi ve kızına ayıracak. Transistorlu PHİLİPS radyoda Türk sanat müziği şöleni var. Dönemin unutulmaz sanatçısı, Melihat Gülses,  Bimen Şen’in bestesi, hicaz makamındaki  “Yıllar ne çabuk geçti o günler arasından” şarkısını yorumluyor.
Şarkıyı dinlerken, daldı gitti. 
Şöyle geriye döndü geçen günlere bir göz attı.
Söylemeze geleli bir kış, iki yaz geçmiş. İki yıllık şark hizmetinin yarısından çoğu gitmiş, azı kalmış. Günler o kadar hızlı koşuyor ki, Aras nehri, Hazar Deniz’ine doğru akarken, zamanın  iki at boyu gerisinde koşuyor ve , nal topluyor.
Geçen iki yaz bir kış boyunca, emniyet ve asayiş, İç Anadolu ya da Ege ve Marmara bölgesini kıskandıracak kadar düzgün
Sarıtaş köyü yaylasında vukua gelen, sığır çobanı cinayetinden başka, Ağır Ceza Mahkemesi görevi kapsamına giren başka bir suç işlenmemiş.
Çullu köyündeki Tuluk hırsızlığı, Eyüpler köyündeki İntihar vakası ve Aşağı Söylemez köyündeki, yaşlı adama gönüllü kaçan genç kız vakası sayılmazsa; kayda değer bir zabıta olayından söz edilmeyecek.  Ufak tevek, takibi şikâyete bağlı, kabahat nevinden olaylar, meri kanunlara ve de Jandarma teşkilat görev ve yetkileri yasa ve yönetmeliğince de önemsenmemiş.  
Radyo’da Türk sanat müziği konseri devam ediyor.
Gülses’ten sonra sanat Güneşi zeki Müren “Öyle dudak büküp, hor gözle bakma, Bırak küçük dağlar, yerinde dursun, Çoktan unuturdum, ben seni çoktan Ah, bu şarkıların, gözü kör olsun” diyor…
Şarkılar birbirini kovalarken, manyetolu telefon çaldı.
Arayan Hizmet aracı şoförü Çevik’ti..
Söylemez Bucak J. Takım Komutanlığı Hizmet aracı eski Şoförünün teskeresine sayılı günler kalmıştı.
Yerine verilen şoför J eri Ramazan, Söğüt Jandarma Ulaştırma Eğitim Komutanlığında kurs görmüş, yeni dağımdan gelmişti.
Sözün özü daha acemi sayılırdı.
Karayazı ilçe Jandarma Bl. K.lığı. Dağıtım emrinde Araç teslim edilmeden önce, eski Şoförle birlikte çalıştırılsın, yetiştirilsin diye emir yazmıştı.
Arayan eski şoför, yeni şoförle çalışmak için izin istiyordu.
Doruk çok uzağa gitmeden, Bucakla Çullu köyü köprüsü arasında dikkatli bir şekilde çalışmalarına müsaade etti.
Hizmet binası ikinci katında ikamet eden Doruk, Aracın park yerinden çıkışını, kara yoluna girişini,  pencereden izledi.
Yeni şoförün direksiyonda olduğunu gördü.  Ayrıca,  pencereden seslenerek, yavaş ve dikkatli olması, sürat yapmaması konusunda uyardı.
Aradan birkaç saat geçmeden, Yeni şoför Ramazan'ın, koşarak nefes nefese geldiğini haber verdiler. Telaşlanmıştı Doruk!
Koşarak aşağıya indi. 
Ramazan ağlıyordu…
Ne oldu kötü bir şey mi var dediğinde, hıçkırarak; Çevik karakoldan çıktıktan sonra direksiyonu benden aldı. BP’ nin önüne varınca Sağlık ocağı Sekreteri Gıyasettin ve Personel Nizamı arabaya aldı.
Çullu köyüne giderken, sert virajda karşımıza öküz arabası çıktı. Arabaya çarpmamak için direksiyonu kırınca, şevden aşağı arabayı devirdi.
Arabanın arka kasasındaki Gıyasettin olay yerinde hayatını kaybetti. Nizamet'tin hafif yaralı. Çevik korkusundan gelemedi, olay yerinde dedi.
Doruk, yanına yeteri kadar asker aldı, hızla olay yerine intikal etti. Olay yerinde alınması gereken önlemleri aldı, normal bir zabıtası olayına el koyuyormuş gibi, olay yeri zabtını tuttu, krokisini çizdi, Sanık şoför, J.Eri Çeviği gözaltına aldı,
Maktul’ün bulunduğu yeri, hasara uğrayan aracın konumunu, C. Savcısı gelinceye kadar korumak için yeterli tedbiri aldı ve karakola döndü.
 Vukuat raporunu hazırladı, telefonla yazdırdı. Sağlık ocağına haber gönderip, Sağlık memuruna vukua gelen elim olayı duyurdu.
Öğleden sonra, İlçe J.Bl. K. Subaşı, İlçe C. Savcısı, İlçe Hükümet tabibi geldiler. Olay yerinde gerekli adli ve idari işlemler yapıldı.
Hasarlı hizmet aracı çekildi.
Maktul yakınlarına teslim edildi. Yalnız Jandarma değil, Sağlık ocağı ve Söylemez bucağı yasa bürünmüştü.
Doruk meslek hayatı boyunca bu elim olayı hiç unutmadı, ne zaman alayı hatırlasa burnunun direği sızladı.
Ve de hala sızlıyor…

13 Haziran 2020 Cumartesi

RoTa


                                

Kaybettik rotamızı, görünmez çoban yıldızı
Okyanus sis bora dalga, uyuyor çarkçıbaşı
Güvenli bir liman arıyor, sığınacak gemi
Köpek balığı sarmış, sürüyle etrafımızı

Umut ışığımız söndü, ne gökte yıldız, ne ay
İstikamet zifiri karanlık, vay halimize vay
Kasvet çökmüş, çepeçevre kuşatan Deniz’e
Zapt edildi kale, elimizde ne ok var ne yay




Hayal Denizi
13.06.2020

7 Haziran 2020 Pazar

NUTUK




Hele durun telaşlanıp korkmayın! Size nutuk çekmeyeceğim. Sosyal bir yaramıza merhem sürecek, yaranın iyileşmesine yardımcı olmaya çalışacağım.
Birkaç hafta önce sosyal medyada gezintiye çıkmıştım. Facebook’ta sörf yaparken, üyesi olduğum guruplarda paylaşılan; ilginç paylaşım ve yorumlarla tanıştım.
Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat kaleme aldığı ve TBMM kürsüsünden, 6 günde okuduğu, Büyük Nutuk’un tanıtımı vardı.
Tanıtımın aktörü, FOX TV Ana Haberi Bülteni Sunucusu Falih Portakal!
Olayın özü “NUTUK” okuma vakti!
Amaç:
Türk milletini içine düştüğü gaflet ve derin uykudan biran önce uyandırma. Demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti iken; saltanata yelken açan Türkiye Cumhuriyetine sahip olma içgüdüsünü canlandırma.
Konuyu işlerken, aklıma bir soru takıldı. Nutuk’la ilgili bir şey yazmalı mıyım?
Cevap açık ve net hayır…
Niçin Hayır?
Bu soruya evet dersem, beni okuyan siz değerli okuyuculara haksızlık etmiş olacağımı düşündüm.
Biliyorum ki, bu yazıyı okuyanlar Nutuk’la ilgili; benim bildiğimden çok daha fazlasını bilir!
Benden daha çok okumuştur.
Öğleyse bu yazıyı yazma ihtiyacı nereden çıktı?
Paylaşımın altında okuduğum, bir hanımefendinin yazdığı yorumdan!
Paylaşımın altında tahmin edeceğiniz gibi birçok yorum vardı.
Fatih Portakal’a teşekkür eden, Nutuk’la ilgili düşüncelerini paylaşan, eleştirenler, gırla…
Kısaca ifade edilmek istenirse, demokratik bir ülkede olması gereken, düşünen insan tepkisi yansımıştı.
Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti kurarken, zaten Türk Milletinin “Fikri Hür, Vicdanı Hür İrfanı Hür” olmasını istememiş miydi?
İstemişti elbette.
Paylaşımın altında ki kişilerin, farklı düşünmesi ve düşüncesini paylaşmasıyla, Atatürk’ün istikbalde hayal ettiği Türk Milleti profili de yansımıştı.
Lakin bir hanımefendinin yazdığı “ “Bizim Kitabımız Kur’an ve Peygamberimizin Sünneti” biz onu okuruz mealindeki yorumu farklılık arz ediyor.
Nutuk Kur’an okuma mı diyor? Türkiye Cumhuriyetinde ezan sesi yankılanıyorsa, Kur’an okunuyorsa, bunlar Nutuk’ta yazılan ve altı çizilen tarihi başarının zaferin meyvesi değil mi?
İşte hanımefendinin bu yorumunu okuyunca; bilinçaltımdan bir ses bana avazı çıktığı kadar bağırdı.
Bu yoruma sessiz kalma!
Sordum ne yazayım?
Onu da ben mi söyleyeceğim?
Anadolu’da yaşayan sensin.
Havasını koklayan, suyunu içen, meyvesini yiyen sensin sen!
Baharı, Yazı, Sonbaharı Kışı; hâsılı dört mevsimi gören de sen!
Yaylasına çıktın
Dağında davar güttün
Ovasında çift sürdün
Denizinde Yüzdün!
Irmakları“Fırat, Dicle, Asi, Yeşil Irmak Kızıl Irmak, Gediz, Menderes, Meriç, Arda ve Tunca” ezberledin.
Ne yazacağını bana mı soruyorsun diye ufaktan haşladı.
Bu fırçayı deyince, İçimden bir ses yavaşça kulağıma :“Kuran ve Hz Muhammed’in sünnetleri İnsana, Ahrette ya da ebedi hayatta, Cennet ya da Cehennem vaat ediyor”. Hâlbuki Mustafa Kemal Atatürk, yazdığı Nutuk’ta Türk Milletine, Cennet bir Vatan, bıraktı. Nutuk Cennet vatanın nasıl, hangi şartlarda; kazandırdığını anlatıyor.” diye yaz dedi.
Sonra, Türk Gençliğine Hitabesini söylevi bitince okuduğunu not olarak düş diye sıkı sıkı tembih etti. Ve ben iç sesimin kulağıma fısıldadığı konuyu işlemeye çalıştım.
Sürçü lisan ettimse, İsmail Dümbüllü’nün direkler arasında çok sık kullandığı “sürçü lisan ettikse affola” sözcüğünün arkasında olduğumu bilmenizi isterim. ::))

5 Haziran 2020 Cuma

ÇOK EŞLİLİK


Anadolu İnsanı, kır çiçekleri gibi çok renkli kotlanmış! Kuşkusuz her bölgenin iklimi, yağmuru, karı çok Anadolu İnsanı, kır çiçekleri gibi çok renkli kotlanmış! Kuşkusuz her bölgenin iklimi, yağmuru, karı çok farklı!
Bölgede açan kır çiçekleri hem çok çeşitli hem de rengi kokusu yöreye, yaylasına, dağına özel. 
Hatta gökyüzündeki Ay ve Yıldızın yere uzaklı, bulunduğu yerden insanlara bakışı, gülüşü değişik…
Doruk, niçin böyle ipe sapa gelmez, abuk sabuk bir giriş yapma ihtiyacı duydu?
Yazının tamamını okuyup finale kadar koşarsanız, nefes nefese vardığınızda bu sorunun cevabı sizde olacak.
İsterseniz ,bugün aynı kareye birkaç olayı sığdıralım.
Kelimelerle, tuvale siyah beyaz resim çizmeyi deneyelim.
Mustafa Kemal Atatürk, 23 Nisan 1920’de Türkiye Cumhuriyetini ilan ederken; çağdaş hukuk devletinin, kadın erkek eşitliği temelinde yükseleceğini düşünüp; kadınların siyasal ve sosyal haklarını da unutmamış ve yasalaştırmıştı.
Ne var ki Cumhuriyetin ne olduğunu anlamakta zorlanan, asırlarca birey olmak yerine, kula kulluk ederek, yaşayan halk, bir türlü Cumhuriyetle ortaya konan büyük resmi bir türlü görmemiş.
Gören de kendi çıkarlarına göre okumuş.
Ne yazık ki bu bölgemizde, Söylemez ve çevresinde çok eşlilik çok yaygın! Evinde yiyecek ekmeğe olmayan birçok sözüm ona erkeğin birden çok eşi var! İki evli olan neyse de, 3 eşli 4 eşli yaşayanların sayısı oldukça kabarık. Türk Medeni Kanun’unun varlığından ve meri oluşundan kimsenin haberi yok!
Doruk köy halkıyla kurduğu sıcak ilişki sayesinde, yakın samimi ilişki kurabileceği, konuşabileceği arkadaşlar edinmişti.
Ara sıra bu arkadaşları Karakola gelir, hem çevrede olup biteni, özetler hem havada sudan konuşulur vakit geçirilirdi.
Yine böyle bir günde, kendi yaşlarında genç bir Söylemezliye çok eşlilik konusun açtı ve kadınların bu konuda ne düşündüğünü sordu.
Aldığı cevap çok ilginç, ilginç olduğu kadar da şaşırtıcı. Kadınlar eşlerine ikinci üçüncü evlilik için kendileri baskı yapıyormuş.
Hatta (!) falan ikinci- üçüncü eşini aldı. Senin ondan bir eksiğin mi var sen de evlen diyen eşler olduğunu anlatı…
Bunları dinleyince, Doruğun kanı dondu. Ne diyeceğini nasıl cevap vereceğini şaşırdı. Konuşma sürüp giderken, komutan sana bir şey daha söyleyeyim aramızda kalsın, diye söze girdi ve 11 Ayın Sultanı Ramazan ayı gelince sende göreceksin.
Ramazanın son günleri yaklaşınca, bölgenin Şıh’ı birkaç adamıyla gelir, köye misafir olur. Şıh kimin evine misafir olursa, ona hizmet etmek için evin hanımından genç olanı seçer ve gidene kadar seçtiği kadın ona hizmet eder. Bu yetmiyor muş gibi Şıh’a hizmet eden kadının kocası, bu rezilliği övünç meselesi eder, orada burada anlatır, deyiverdi.
Doruk ne diyeceğini nasıl tepki vereceğini şaşırmıştı. Sonra dedi, sonra Şıh zekât mükelleflerinden zekatları toplar, bayramdan birkaç gün önce, bir bölük sürüyle köyden ayrılır.
Bizim insanlarımız hala taş devrinde yaşıyor dedi ve cümlesinin sonuna nokta yerine kocaman bir sinkaf yerleştirdi izin isteyip ayrıldı.
Doruğun kafası allak bullak olmuştu!
Kendi kendine konuşmaya başladı.
Devlet böyle mi yönetilir?
İktidar mutlaka eğitim seferberliği yapmalı. Bölge halkını özelliklede, kız çocukları mutlaka eğitmeli. Anayasa Devletin dili Türkçe diyor, ama birçok bölgede kadınlarımız Türkçe konuşmayı, okumayı yazmayı bilmiyor diye söylendi durdu.
Bu konuşmanın etkisi daha geçmemiş, sıcaklığını koruyordu. Bir sabah Aşağı söylemez Köyünden Köy Muhtarı telefonla bir ihbarda bulundu.
Köylerinden genç bir kız kaçmıştı.
Ailesi şikâyetçiydi.
Karakola mı gelmeliydi, yoksa Karayazıya gidip C.Savcılığına dilekçe mi vermelilerdi…
Doruk Muhtara kaçan kızın yaşını, kaçıran adamın kimliğini sordu, sonra nerede bulabilirim diye de ekledi. Muhtar İsterseniz ben kızı da kaçtığı adamı da alır gelirim komutanım dedi.
Köy Muhtarı Ali, sözünde durdu!
Aşağısöylemez’e bağlı bir mezrada oturan sanık ve kaçan kızı, ilk eşiyle birlikte alıp karakola getirdi.
Doruk, Kaçan kızı, kaçtığı adamı, adamın ikinci eşini hep bir arada görünce şaşkınlıktan dilini yutacaktı. Kızın kaçtığı adam 50 yaşının üzerindeydi. Kaçırdığı kızdan başka iki eşi daha vardı. Kız bilerek ve isteyerek, gönüllü olarak adama kaçmıştı.
Kızın Nüfus cüzdanı yoktu!
Önce kızın babasının şikâyetini aldı, Sonra kaçan kızın, Kaçtığı adamın ve adamın resmi nikâhlı eşinin ifadesini aldı. Kız ve kadın Türkçe bilmiyordu. İfadeler Kürtçe konuşmayı bilen J. Eri Askeri tercümanlığında aldı.
Hazırlık evrakı ikmal edilip, hazırlık evrakında ifade verenlerin cümlesi, mevcutlu olarak, C. Savcılığına teslim edilmek üzere, İlçe J. Bölük Komutanlığına sevk edildi.
Bu olayları hatırladıkça Doruk, şimdi siyasi arenada matadorculuk oynayan, biz gelene kadar Kürtçe Konuşması yasaktı, bu yasağa biz kaldırdık diyenleri duyup okudukça, bıyık altından gülüyor ve anıları gözleri önünde dans ediyor.
.../…

NOT:
Görsel resmi İnternet’ten alınmıştır.k çeşitli hem de rengi kokusu yöreye, yaylasına, dağına özel. Hatta gökyüzündeki Ay ve Yıldızın yere uzaklı, bulunduğu yerden insanlara bakışı, gülüşü değişik…
Doruk, niçin böyle ipe sapa gelmez, abuk sabuk bir giriş yapma ihtiyacı duydu?
Yazının tamamını okuyup finale kadar koşarsanız, nefes nefese vardığınızda bu sorunun cevabı sizde olacak.
İsterseniz ,bugün aynı kareye birkaç olayı sığdıralım.
Kelimelerle, tuvale siyah beyaz resim çizmeyi deneyelim.
Mustafa Kemal Atatürk, 23 Nisan 1920’de Türkiye Cumhuriyetini ilan ederken; çağdaş hukuk devletinin, kadın erkek eşitliği temelinde yükseleceğini düşünüp; kadınların siyasal ve sosyal haklarını da unutmamış ve yasalaştırmıştı.
Ne var ki Cumhuriyetin ne olduğunu anlamakta zorlanan, asırlarca birey olmak yerine, kula kulluk ederek, yaşayan halk, bir türlü Cumhuriyetle ortaya konan büyük resmi bir türlü görmemiş.
Gören de kendi çıkarlarına göre okumuş.
Ne ya