27 Eylül 2017 Çarşamba

İstifa Etmekte Bir Erdem

                               
       

-      Ergenekon ve Balyoz operasyonlarındaki subay tutuklamalarında aldatıldın!
-      Suriye konusunda/Esat hakkında doğru polikika izleyemedin!
-      Gülen konusunda,yanıldın- kandırıldın!
-      Kuzey Irak (IKBY Mesut Barzani) konusunda yanıldın baltayı taşa vurdun.
-      Yanılgılarını toplasan- Kaf Dağını aşar…
-      Dünya siyaset tarihinde en çok “Yanıldık, aldatıldık aldandık” diyen; “Zigzaklar, U dönüşleri” rekorunu elinde tutan başka siyasetçi bidiğimiz kadarıyla hiç yok!
-      Belliki sizin aldığınız eğitim, yaptığınız kariyer ve elinizdeki ehliyet; bir devlet yönetmek için yetersiz.
-      Demokrasi ile yönetilen ülkelerde, siyasetçi istifa etmeninde bir erdem olduğunu bilir ve bu yola çok sık baş vururlar.


-      İstifa etmek milletim de Allahta affetsin demekten daha  büyük erdemdir.
-      Madem ki kandırılıyorsun, Aldatılıyorsun, yanılıyorsun; öyleyse  devlet yönetmek sana iki benden büyük! 
-       Bu millet sana mahkum değil ki!
-      Bak olaylar karşısında patlıcan gibi mos mor oldun!
-      Rabbim de milletim de bizi affetsin demek yetmez. İstifa etmeyi bilmelisin  İSTİFA!
h

25 Eylül 2017 Pazartesi

Kürt'istan Referandumu Kimin Eseri?

   
                            

Bu sohbetin başlığını ilk önce adım adım Anadolu koymuştum. Sonra, Kürdistan referandum’u kimin Eseri diye değiştirdim.
Neden mi?
Sohbetin tamamı okunduğunda sorunun cevabını hep birlikte kendi içinde bulacak ve göreceğiz.
Şapka düştü kel göründü!
İstedikleri kadar peruk taksınlar. Kimseyi kandıramazlar. Hele hele Mustafa Kemal Atatürk’ün zeki diye tanımladığı Türk milleti asla kanmaz.
Kananlar zaten bizden değil! Onlar ya paraya tapanlar ya da kula kulluk eden insanlık seviyesinden düşenler.
Bir de köleliği özleyen,  Altay ve Ergenekon  deyince tüyleri ürperen çakmalar var ki onlara zaten söylecek hiç sözümüz yok!
 Ne söylemek istediğimi, neye diğinecemi  daha ilk cümlemi okuduğunuzda zaten anladığınız.
Hani oturduğu  koltuğu, referanduma sunmak için Anayasa değişikliğine razı olan; kendi söylemiyle  “abidik gubidik” adam var ya, Barzani’nin yapacağı  referandum yok hükmünde,  tanımayız  diyesiymiş…
Kendilerinin  hukuku yok sayarak, Türk milletinin % 53-55 inin hayır dediği, referandumu; milletin gözünün içine baka baka, YSK eliyle hayırları- evet çıkartanların yok sayma anlayış ve söylemini siz değerli okuyuculara bırakmak isterim.


16 nisan referandumu üzerinde buram buram duman tütüyor. Külü de sım sıvcak. Hayır  diyen milyonlarca seçmen, sizin evet çıkartığınız referandumu var mı sayıyor? 
Demem o ki yapılanı yok saymak, tecürbeyle sabittir ki pratikte çok işe yaramıyor.
Onun için önce kendin hukuka saygılı olacaksın, sonra başkalarından hukuka uygun davranış bekleyeceksin…
Buraya kadar anlattığım işin hukuki, ahlaki, birde etik boyutu. Halbuki Barzani’nin işi buraya kadar getirmesinin yegane müsebbibi, şimdi karşı çıkıyormuş gibi rol kesenlerin bizati kendileri. Uyguladıkları  yanlış devlet yönetme ve dış politikaları!
Yoksa,  Türkiye taa baştan hayır diyecek;Barzani de Türkiye’ye rağmen referandum yapacak!
Haddine mi düşmüş.
İsterseniz filmi azıcık geri saralım ve oynan komediyi hatırlamak için kısa bir bölümü tekrar izleyelim.
Diyarbakır’daki sazlı sözlü düeti, sarmaş dolaş pozları, kürtçe hasret şarkılarını akıtılan göz yaşlarını yeniden anımsayalım.

Sonra 16 Nisan öncesi Ankara’ya davet edilen Peşmerge başına Devlet adamı payesi verilişini, kırmızı halıyla  karışılamayı, Hava alanına Türk Bayrağı yanına ve  Çankaya Köşküne; asılan peşmerge paçavralarını, gözlerimizin önünde yeniden canlandıralım.
Sormazlar mı “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” diye adama, elbette bir gün güçlü bir şekilde soracaklar.
Şimdi TBMM den tezkere geçirmek, laf olsun beri gelsin diye esmek gürlemek: sizce de “Tavşana Kaç Tazıya Tut” demek değil mi?.
Yemezler  be kardeşim, yemezler.
Bu oyunun senaryosunu yazılırken içindeydiniz,  şimdide hep  birlikte oynuyorsunuz.
Kim mi diyor?
Bazen kimsenin bir şey demesi gerekmiyor. Bizim “Görünen Köy Kılavuz İstemez” diyen bir atasözümüz ;  bir de çok popiler Türk Sanat Müziği eserimiz; içime doğuyor der!
Bizim de  olayları analiz ederken, yaşananları değerlendirirken; ister istemez içimize doğuyor.



21 Eylül 2017 Perşembe

TaBular YıKıLaCaK


Kim ne derse desin! Ne  kadar direnirse dirensin, ilmin sağanak yağmur başladı. Damla   sicim gibi birbirine tutunarak iniyor yere. Akan suyun önüne  kimse duramayacak! Dal öğlen ortalığa çöken karanlığı, gök gürültüsüyle birlikte çakan şimşek, güneş gibi aydınlatacak!
Bilinç altına yerleştirilen karanlık Tabular ; Hz İbrahim’in putları kırdığı, Hz Muhammedin  yıktığı  gibi; tek tek kırılacak, hem de yılacak!
İnsanlık Hz Yusuf misali, atıldığı  kuyudan; gerçek ilim adamları eliyle, çıkartılıp yükseltilecek.
Nasıl mı?
Aslında, asırlar önce  alimler,  yolumuza sıra sıra mum yaktı. Bir biri ardına yakılan mumlar hala ışıl ışıl! Lakin  ilkelliğin kutsal saydığı TABULAR  bir türlü aydınlığa  geçit vermiyor. Hala o duvar, insanlığın önünde everest tepesi kadar yüksek; granit yalçınkaya kaya gibi katı ve dimdik ayak diremeye devam ediyor.

Halbuki  Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli,  Yunus Emre, Mevlana Celaleddin-i Rum-i ve daha bir çok ledun Alimi, İNSANLIĞI düştüğü çukurdan çıkartmak; layık olduğu İnsan-ı Kamil seviyesine yükseltmek için büyük emek sarf etmiş.  
Lakin insanın içindeki  büyük düşmanı ladin paçasından tutmuş yükselmesine bir türlü izin vermez direnir.  
 
Bu direnme, engelİ;  şimdi de siyasi iktidar eliyle, kolay yönetme adına, din kisvesi giydirilerek: acımasızca sürdürülüyor.
Hem de kadınlarımıza bedel ödettirilerek, mal mül, makam mevki ve  saltanat uğruna; sürdürülüyor  bunların hepsi.  
İsterseniz  bir kerede;  “Halef Ve Allah’a yolculuk” isimli  kitapların Yazarı Cafer İskenderoğlu’nun tasavvuf  penceresinden;  siyasal islamın ya da dindar geçinenlerin: kadına bakış açısına, hep  birlikte göz atalım!
“Kadına şiddet uygulamak toplumumuzun ve İslam âleminin kapanmaz bir yarası haline geldi. Bunun başlıca sebebi maneviyattan uzak, maneviyatı kavrayamamış bir İslam anlayışıdır.
Yaşadığımız bu Ahir zamanda bizler maalesef Ramazan, kandil ve cuma Müslümanları olduk.
Diğer zamanlarda ağyar bir vaziyette maneviyatın ve İslam’ın derin ilminden habersiz, vurdumduymaz bir hayat yaşıyoruz.
Oysa Müslüman bir insanın her günü cuma, her günü kandildir. İslam dinini tahrif etmeye çalışanların gayretleri ile kandiller ve cumalar öne çıkarılmış ve İslam dini o tahrif edilmiş olan diğer dinlere benzetilmeye çalışılmıştır.
Maalesef bu çalışmada çok başarılı olmuşlardır. Kur'an mealleri de aynı akibete uğramış Kur'an ayetlerinin büyük bir kısmına gerçek manalarından uzak manalar verilmiştir.
İslam dininde kadın ve erkek eşittir.”
Haksız mı?
Bence yerden göğe kadar haklı. Hatta eksik söylenmiş. Kadın erkekten üstün demek abartı olmaz. Kadın olmasa erkek olmazdı demek kehanet sayılmamalı. Biliyoruz ki insanlar, Allah(c.c) esmaül hüsna’sının terkibinden müteşekkil. Ve Kadın Allah'ın rahim sıfatını bedeninde taşıyor.
Allah  (c.c) insanları yaratma işleviyle donattığı  kadını Din  adına ötelemek; ayrıştırmak, kimin haddine?

Ayrıca kadınımıza  cahiliye dönemi bedevisinin layık gördüğü, “kuma” gömme geleneğini sürdürmek,  21. yy taşımak; cumhuriyet çocuklarına  hiç yakışır mı?
 Onun için diyorum ki, öncelikle kadın hakkında var olan TABU zaman geçirilmeden yıkılmalı.
Sonra mı?

Türk Milleti,  Sudi Arabistan'a doğru  sürat le giden, Kara TREN’in frenine; sertçe basmalı; şarampole yuvarlanmadan durdurmayı başarmalı… 

17 Eylül 2017 Pazar

Sözüm Meclisten İçeri

                                   
Dile kolay! Yılkı  atlarını anadolu yaylasına  salıvereli; koskoca  on 5 yıl geçti.
Yediği önünde, yemediği arkasında. Çayır çimen, diz boyu! Arpa  yulaf  evlek evlek!
Anadolu’nun dağları, ovaları  sanki yılkı atları için yaratılmış.  Yüksek tepelerde kar,  eteklerinde kır çiçekleri var!
Başı boş vahşi atlar mest oluyor bu coğrafyada otlarken! Ne başında yular, ne de ayağında zincir örklü!  
İlk  bıraktığımız günden beri; her mevsim, başı boş geziyor: yüksek yaylalarda, sahipsiz bozkırlarda…
Sahipsizlik şımarttı yılkıları.
Unuttular, ahırda batmana (hatıla) dökülen bi gözer saman, bir avuç arpayla kıt kanaat geçindikleri günleri.
Boyunlarına takılan amudu, başına geçirilen dizgini arkasına bağlanan dört tekerlekli arabaları unutuverdiler.
Kendilerini kır çiçekleriyle bezeli yayla ve bozkırların efendisi zannediyorlar.
Unuttular, başlarına geçen yuları; ağızlarına takılan gemi!
uuttular, urganla bağlandıkları direkleri unuttular.
Sahipsiz  kalınca, küçük tepeleri kendileri yarattı zannediyorlar.  Kırçiçeklerinin kendileri  için açtığını düşünüyorlar.
Hangi istikamete seyirteceklerini bilmiyorlar.

Kuyrukları havada, yel çıkartarak; ordan oraya koşuyorlar.Koşarken çayır çimende, önüne gelenin ayağına basıyor, canını acıtıyorlar.
Yeşili çok bulunca, gece gündüz demeden yiyor,  enselerini şişirdikce şişiriyorlar.
Her adım attıklarında, kuyruk altından  zehirli  gaz çıkıyor; pimaştan, öbek öbek ,fışkı dökülüyor.
Pislik, gübre diz boyu!
Açık havada pis kokudan, yaban hayvanlarının burun direği kırılmış. Göçmen kuşlar vakitsiz göç yoluna girmiş.  Aslan, Kaplan kendini inine kapatmış!

Sadece çakal, sırtlan iz sürüyor;  er geç bir gün gelecek yılkıda ölecek leşi bize kalacak umuduyla habire koşuyor!!!

 blob:https://www.youtube.com/ddc05e75-49e6-4e23-9400-a4079cb20c4a



13 Eylül 2017 Çarşamba

Çok Özlemiş

Giderken dönüpte hiç bakma arkana
Yok, sırat köprüsü ne önde ne arkada
Özlemi
ş gül kokan tenini koklayacak
Kucaklayacak hasretle sidretül münteha'da
Necati Kavlak
13 Eylül 2017 Manisa

12 Eylül 2017 Salı

Mal Hatun!

Kurban Bayramı sonunda;  yolum iki günlüğüne Eskişeir’e düştü. Uzun  zamandan beri görmediğim, Yılmaz Büyükerşen’in mucize kentini;   iki güne ne sığarsa o  kadar gezdim, görmeye tanımaya çalıştım.
Aslında  gidişim turistik bir ziyaret değil hasta ziyaretiydi. Yeğenim Serpil bu kısa ziyareti, turistik geziye çevirmeyi başardı.
Yeğenimin rehberliğinde,  Yılmaz Büyükerşen’in  mucizesine şahitlik etmek keyifliydi!
Kent Park’a bayıldım. 
Kanalda yüzen beyaz ve siyah  kuğularla sohbet ettim.
Centinmenlik edip, parktan kopardığım karahindibağ çiçeğini; beyaz kuğuya verdim. Önce  yüzüme gülümsedi, almak için gagasını uzattı, sonra beğenmedi yüzünü ekşitti, sırtını dönüm arkasına bakmadan uzaklaştı.
Kim bilir,benden kırmızı karanfil mi bekliyordu yoksa, tomurcuk gül mü anlayamadım.
Sormama  da fırsat vermedi.
Beyaz kuğudan ayrıldıktan hemen sonra, siyah olanıyla karşılaştık! Görmüşken onada bir merhaba deyim dedim.

 Önce  elime baktı,sonra gözlerime, elimde ne  karafil ne gül göremeyince hiç pas vermeden gitti.
Beyaz ve Siyah Kuğu  yüz vermeyince, keyfim kaçtı. Köprünün üstüne çıktım; bir süre kırmızı balıkları izledim.
İnsan oğlu gerçekten Halef!
Halef ne mi dediniz?
Bu soruyu ben değil de , Amadan sonsuzluğa  16 Bedende Yaratılış’ı anlatan  Cafer İskenderoğlu cevap vermeli.
Bu kitabı okumamak büyük eksiklik. Tıpkı benim Emirdağlı olupta, Eskişehri yeni keşfetmem gibi bir şey!
Niçin mi öyle söylüyorum?
Müslümanım diye  geçinenler, gerçek  Allah’a inanlar, ben islam’ım diye böbürlenenler, Halef ve Allah’a yolculuk adındaki iki kitabı okusa; kimseye ne mürit olur ne cemaat. Ne kul olur ne köle!
Sadece Allah’ı bilir. Allah ahlakıyla ahlaklanır, kul hakkı yemez; milleti soyup soğana çevirirken, kendi itirası için kan dökmez.
Nefsini   bilir!
Kandırılmaz, kanmaz, din tüccarlarına yem olmaz. Yahudi bozuntularına makam mevki kazandırmaz.
Kalemim kan ağlıyor.
Kent Parktaki muhteşemliği gördükten sonra, Yılmaz BÜYÜKERŞEN’in ufku önünde şapka çıkartıp ayrıldım.
İstikamet odun pazarıydı.
Odunpazarındaki o  tarih kokan  güzel evler restore edilmiş! Bir kısmı turizme açılmış. Cadde ve sokaklar pırıl pırıl.
Bir de Ülkeye emeğe geçenlerin, sanatta sivrilen, eğitime kültüre, emeği geçenlerin  biraraya toplandığı Yılmaz Büyükerşen  müzesini görelim diye yürürken: karşımıza k Mal Hatun kıkmaz mı?
Kula   bir At’a,binmiş!  Uzun  saçlarını iki belik örülmüş. İki omuzundan aşağı salıvermiş. Dolu  dizgin At koşturuyor.
Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Bize doğru bakınca, Osman Bey’e selem söyle diyebildim. Birde gülümseyip el salladım. O da kamsıyla bizi selemladı.
Bir aksilik olmazsa, resminde paylaşmayı deneyeceğim.

Bu Anıta ve Fotoğrafa çok dikkatli bakmalıyız.
Bize çarşaf, türban, falan filan dayatanların milli kimliğini doğru teşhis etmek için bu çok ama pek çok önemli.
Kadın’ı insanlıktan çıkartıp cemiyetten koparmak istiyenlerin zihninin altındaki gerçeği görmek ve örnek almak istersek,  sekiz asır önce, bir imparatorluğun temelini atan beyin, At sırtındaki eşi Mal Hatun iyi örnek!
Türk kadını, ezelden beri eşiyle omuz omuza; hem savaş meydanında, hem saltanat şuurasında birlikte söz sahibi.
Şimdi dayatılan, ne din ne iman ne de islam! Bu başka bir dayatma. Kadına cariyeliği layik gören orta çağ düşüncesi. Hatta Yahudi ve amca çocukları Arap geleneği.
İyi ki Eskişehir'e yolum düşmüş! İyi ki de kent parkı ve Odun pazarını gezmişim. Orada bir kere daha gördüm ki Türk’e yakışan rejim, laik demokratik, CUMHURİYET!
Cumhuriyeti yıkmaya, laikliği kaldırmaya, demokrasiyi rafa kaldırmaya kimsenin gücü yetmeyecek.



8 Eylül 2017 Cuma

Allah Beni Seviyor Ben O’na Aşığım!

                                   




İçim içime sığmıyor!
Bu gün aşkımı ilan edeceğim.
Bu mektup, benim ilk mektubum.
 Umarım, dilim sürçmez, elim ayağıma dolaşmaz, sözlerim elime yüzüme bulaşmaz…
Kalemin ucu kırılmaz!
Ve Aşkımı açık açık ilan edebilirim..
 Adım  gibi biliyorum…
Allah beni seviyor !
Hiç şüphem yok ki,  bende O’na deli gibi Aşığım! 
İki gözüm iki çeşme; kavuşacağım hasret gününü bekliyorum.

Eleste verdiğim söze, ettiğim yemine sağdığım.

Sidretü'l-müntehâ’yı görmek için sabırsızım.

Öğrendiklerimi hatırlamak için ant içtim. Kendi  kendime söz verdim.
Biliyorum!
Allah’tan geldiğimi.
Biliyorum  yine ona döneceğimi. “İnna Lillahi Ve İnna İleyhi Raciun”                                                                
Biliyorum, beni hasretle beklediğini.
Kim ne derse desin.
Hiç  de umrumda değil…
Aht ettim.
 Ahmet Yesevi,
Hacı Bektaş Veli,
Mevlan Celalettin Rumi ve Şems-i Tebrizi’nin yolunda yürüyeceğim.
Yunus Emre’nin izini süreceğim.
Rabbimin varlığında yok olacak, Aşk od’unda yanıp kül olacağım.
Din tacirlerinin çizidiği, korkulardan uzak kalacak, taklitçlerin tuzağına düşmeyeceğim.
Bildiklerimle amel edecek; bilmediklerimi, rabbimin öğretmesin bekleyeceğim.
Alim olan O!
Alim’i seven de o!

Ama’yı bilmiyene, Elest gününü hatırlamayana, Şen’in ne anlama geldiğinden habersize alim denir mi?
Bilim ve ilim’den habersizin arkasından gidilir mi?
Bakın, Yunus Emre, “Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri,İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni! diye ne Güzel söylemiş!
Yolumuzu çizdik!
Gözümüz yok dünya malında.
Koşar adım ilerleyeceğiz aşk yolunda. Yok  olacağız alemleri yaratanın varlığında…