25 Mart 2018 Pazar

Öldürmek Mi Kolay Yaşatmak Mı?



Cemre toprağa düştü düşeli, şunun  şurasında ,kaç gün geçti? Ne de çabuk canlandı,  kış uykusuna yatan kara  toprak!
Daha dün kımıldamıyordu yaprak. Çimler yemyeşil şimdi.  Kır çiçekleri, Anadolu kilimi gibi rengarenk!   
-Yavruağzı,
-karahindiba,
-gelincik,
-papatya;  ekin tarlası görünümünde.
Klavye ile çizdiğim resim,  bir metre kare  toprakta. Bir dönüm yada bir evlek arazide.
 Kır çiçekleri arasında ,küçükken bal arsı gibi balını emdiğimiz sorumukta açmış.
 Ebegömecinin eflatun, hardalın sarı çiçekleri,  erken gelen baharın müjdecisi.
Kim bilir  yüksek yaylalarda,  uçsuz buçaksız  vahşi kırda adını bilmediğimiz, rengini görmediğimiz , hangi çiçekler açtı?

Biliyorum, Anadolu'nun bir çok dağına,  bu sene hiç kar yağmadı!
Kar  yağmayınca, kardelen de açmaz.
Ya çiğdemler?
Onu görmek için uzaklaşmak lazım beton yığınlarından.
Uzaklaşmak lazım ekzos dumanından.
Kısacası tırmanmak lazım yaylalara. 
Çıkmak gerek yüksek dağlara.
Bu adını yazdığım rengarenk  çiçeklerin adı,  milletin efendisine ait  isimler…
Botanikçiler hangi adla çağırır, onu ancak botanik okuyanlar bilirler. Bir metrekarede, rengarenk çiçekleri, bir arada görünce ne düşündüm biliyor musunuz?
Buda sorumu? Nereden  bilelim dediğinizi duyuyor, yüzünüzdeki o muzip  ifade ve bakışı görüyorum.
Yerden göğe haklısınız!
Benim  beynimin içindeki düşüncemi okumak için , bilinen tanımla müneccim  ya da NLP uzmanı olmak lazım.
Öyleyse lafı çok uzatmadan paylaşayım aklımdan geçenleri.
Anadolu köylerinde bilinen adıyla paylaştığım; kırçiçekleri, renk renk, bibirleriyle iç içe! Aralarında ne duvar var, ne an!

Ne sınır çizili, ne de çit çekli. Koyun koyuna sevgililer , el ele aşıklar gibi, güle oynaya  bir arada yaşıyorlar .
Hani “Eşrefi Mahluktu” insan! (yaratılmışların en şereflisi)…
Çayırda diz boyu çimler, kırda renk renk çiçekler, dağda envai çeşit/ tür  ağaç; bir arada:aynı toprağın içine kök salarak kavgasız gürültüsüz  yaşıyorlar.
Ne kavgaları var ne dövüşleri.
Ne silahları var, ne de tankları topları. Boğazlamıyor,  çam ladini. Vurmuyor meşe, dalları dallarına karışan kestaneyi.
Kıskanmıyor çınar, çiçekleri mis gibi kokan ıhlamuru.
Envai çeşit kır çiçekleri, uçsuz bucaksız ormanda onlarca yıl yaşayan  binlerce ağaç türü; adını  saymakla biter mi?
Duyuyorum bitmez dediğinizi.
Onun için; tek tek  çiçekleri saymaya, ağaçları isimlendirmeye  son verip, aklımdaki soruya gelin birlişkte cevap bulalım.
Niçin insan, binlerce yıldan beri bir birinin canını alıyor, kanını içiyor?
Dünyaya kazık mı çakacak?
Hani, dünya malı dünyada kalırdı?
Hepimiz biliyoruz!
İnsan soyunun  şu yalan dünyada üç günlük ömrü var! Dün geçip gitti zaten. Yarını  kim görecek yaşayacak bilen var mı? 
Biliyorum diyen kandırır kendini.
Avutur egolarını.
Öyleyse bu  mal mülk edinme hırsı niçin?  Üç  günlük yaşam için, bir karıncayı, bir sivri sineği incitmeye değer mi?
Halbuki siz Allah'ın kendine halife olarak yarattığı insanı,  acımadan öldürüyor; anaları ağlatıyor, çocukları öksüz, gelinleri dul bırakıyorsunuz.
Dünya zenginlikleri için  aldığınız milyonlarca can, yetim bıraktığınız çocuk, dul kalan dadın da ,sizin gibi insan!
Demem o ki, kan akıtanlar, can alanlar ne insan, ne de şerefli insan.
Ot bile değil ot!
Senden ne ağaç olur ne de odun.
Yaratılmışların  en şereflisi insan olabilmek için: aynı toprağa kök salan, iç içe yaşayan,bitki hoşgörüsüne sahip olmayı öğrenmelisin.

Kamil insan olabilmek için, savaşı değil, barışı,  öldürmeyi değil, yaşatmayı seçmeli akıl edebilmelisin!
İstersen bir düşün!
Çiçekler  bir evlek toprakta, iç içe rengarenk çiçek açarken, koca dünyaya niçin sığmazsın, öldürürsün hemcinsini?

Sevmek dururken neffret niye?  Yaşatmak dururken can almak neden? El ele olmak varken düşman olmak niçin? 
Bu sorulara müspet cevap verebildiğimiz kadar insanız. Vermiyorsak, bırak İnsan olmayı  hayvan bile olamayız!




18 Mart 2018 Pazar

Gerçek Kur’an Kainat Mı?




İster misiniz, birlikte felsefe yapalım bugün!.  Hakkında  konuşmaya, üstünde düşünmeye  korktuğumuz, Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim'i konuşalım mı?

Cevabınız evetse,  rahmetli Süleyman Demirel’in deyimiyle; “Düşün Peşime”!
 Kur’an deyince aklımıza; yeşil bir kılıf dikip içinde sakladığımız, duvara astığımız, dil bilmediğimiz için okumak yerine  yüzünü baktığımız;  açıp kapatırken öpüp başımıza koyduğumuz, musaf mı aklımıza gelmeli?
Şayet, Diyanet İşlerine Başkanlığı bünyesinde çalışan, her kademedeki  din adamlarını dinlersek, kuşkusuz anlayacağımız Kur’an 114 sure, 6666 ayetten ibaret olan; giriş ve bitiş süslemeleriyle birlikte 604 sayfalık bir kitaptır ve müminlere  bu  kitabı oku Arapça bilmiyorsan aç yüzüne bak  sevap kazanırsın denilen kitabın adıdır Kur’an!
Açılan Kur’an kurslarında, küçücük çocuklarımıza, kuran öğretme adı altında beyninin yıkandığı; cumhuriyet karşıtı, militan  bir nesil, yetiştirime hedefi yanında; kursa katılan kız ve erkek çocuklara yapılan gayrı ahlaki taciz ve cinsel istismarda yazılı ve görsel basına meze.
Şimdi eğri oturup doğru konuşmak için, başımızı iki elimizin arasına alıp enine boyuna düşünelim.
Bu din ve kitap anlayışı doğru bakış ve  anlayış  mı?
Doğru ya da yanlış demeden önce, yüce kitabımızı doğru anlamak adına; tartışmak, üzerinde birlikte düşünmek ve doğruyu bulmak,  gerçeğe aramak  için uzmanlık aramadan hep birlikte yola çıkalım.
Görelim mevla neyler, neylerse güzel eyler…
Arzu eden bu tartışmaya: bilgisi, içgüdüsü, aklı, bireysel araştırma yapan ve de gönül gözüyle gördükleriyle katılabilir.

Hiç ön yargımız yok!
Sadece aklımızı sorgulayacak, bazı ayetlerden yola çıkacak ve de uydurma olmadığına inandığımız, sahih Sünnetleri hatırlamaya çalışarak; Kur’an diliyle akıl edeceğiz.
Hani  Enbiya suresi 10 ayette  Allah Celle Celalühü :“Hala aklınızı kullanmayacak mısınız” diye soruyor ya, işte bu soruya; cevap hakkımızı kullanacağız.
Birkaç satır önce; Kuran’ı Kerim’in 114 sure, 6666 ayetten ibaret olduğunu ifade etmiştik.
Hâlbuki “Lokman suresi 27. Ayette  mealen“yeryüzünde bulunan ağaçlar kalem olsa, deniz(ler) de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz(daha gelip) yardım etse Allahın ayetleri yazmakla bitmez.” Buyruluyor.
Bu ayeti okuduktan sora tam da akıl etme zamanı değil mi?
Elimizde 604 sayfalık bir musaf var.
114 sure, 6666 ayet.
Bunu yazmak için ne denizler kadar mürekkepe ne de yeryüzündeki orman kadar kaleme ihtiyacımız olmadığı açık  değil mi?
Öyleyse, Allah’ın bize anlatmak istediği, akıl edin dediği gerçek, Kur’an bir başka ifadeyle Allah’ın ayeti/ kelimesi kelamı elimizdeki musaf değil.
Soralım kendi kendimize…
 Allah “Lokman Suresi 27. Ayetle” bize ne anlatmak, neyi öğretmek istiyor?
İşte tam da bu sorunun karşılığı, Allah’ın gerçek kitabının, yarattığı kâinat olduğunu, 7 kat arş diye tanımlanan, bildiğimiz ve bilmediğimiz milyarlarca güneş sisteminin varlığında söz etmek gerekir diye düşünmek ve düşündürmek  isterim.
Peygamberimiz Hz Muhammed (sav) (El İnsanu vel Kur’anu tev amani) “İnsanla Kur’an ikiz kardeştir” buyurmuş.
Kuran’da  ne varsa, insanda da o var-mış!

Mademki İslam Peygamberi Hz Muhammed (sav) İnsan Kur’an-ın ikiz kardeşi diyor/ din adamları niçin bize doğru bilgi vermiyor diye sorgulamak/ akıl etmek, insan olmanın vecibesi olmalı.
Kendini,” kalplerde küllenen iman ve islam ilimlerinin yeniden tazelenmesi ve islam’ın insanlara verdiği hürriyeti ve derin ilimler tüm açıklığıyla kavratmak için varız” diye tanımlayan, Cafer İskenderoğlu; “Ruh Allah’ın zatına ait özel hayat sıfatı olduğu için, Ruh ile hayata bağlanma şerefine erişen İnsanlar,  Allah’a ait Ruh ile Allah’a halife sıfatı kazandıkları için, sair meleklerden ve diğer canlı mahlûkattan derece olarak üstün tutulmuştur” diyor.
İskenderoğlunun tanımlaması elbette afakî değil!
 Allah’ın Ruh’unu taşıdığımızı hepimiz biliyoruz. Allahın’ ruhunu  taşıyan biz İnsanlardan  daha üstün, değerli birinin varlığını düşünmek akla ziyan değil mi?
Demem o ki din adamlarını yere göğe sığdıramadığı Kur’an-ı  Kerim insanın sadeti için  vahyolundu demek kehanet sayılmayacaktır.
Öyleyse Kur’an-ı  insandan daha kutsal, daha mukaddes kabul etmek insanın yaradılış felsefesine uygun değil diye düşünmek yanlış bir felsefe değildir.
Kur’an  doğru okunmalı, doğru anlaşılmalı ki vahiy ediliş amacına ulaşılsın. Müzemmil suresi1- 4. ayette  “Ey örtünüp gizlenen! Gece  kalk, gecenin yarısı veya yarısından biraz eksilt Veya onu daha arttır. Ve Kur’ân’ı tane tane anlayarak güzel bir şekilde oku” buyrulurken; İslam’ı siyasetin kucağına atanlar; çocuklarımızı, samimi inanları, Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk Hocanın ifadesiyle Allah’la kandırmayı bize Kur’an ve İslam diye pazarlıyorlar.
Bu coğrafyada yaşayanların büyük çoğunluğu Allahü Teâlâ’nın bilinen 99   Esma-i Hünsasını bilir. Bu sıfatlar arasında  “BATIN” ve “ ZAHİR” sıfatı da var.
Biz insanlar beş  duyuyla algılayamadığımız her şeye “batın” diyoruz. Gözümüzle gördüğümüz şeyleri de “zahir” kelimesiyle ifade ediyoruz. Ve diyoruz ki, Allah batındır görülmez, zahirdir yarattığı her şeyde tecelli eder.
Allahü Teala, yarattığı her şeyde tecelli ediyorsa, en çok kendisine halife seçtiği İnsan’da  tecelli etmez mi?
Şayet Allah’ın halifesi olan kâmil insan aklını kullanırsa, uzakta bir yerde, Allah arar mı? Kendisi Kur’an’ın ikiz kardeşiyken önce kendini okur. Sonra evrede gördüklerini okumayı söker.
İşte bunları okuduktan sonra, elimizin altındaki Kur’anı okumak daha kolay,  anlamak da keyifli hale gelir.
Ve son söz! 
Makale içine serpiştirdiğim fotoğrafları yeşillik olsun diye koymadım.  Batın ve Zahir sıfatları görelim akıl edelim istedim.
Peygamberimiz Hz Muhammed buyuruyor ki, “Kendini bilen rabbini bilir” İnsan kendini ve rabbini bilirse; kula kul olmaz, Kur’an’la kandırılmaz; kolay kandırılanlara kulluk etmez…
Yalan mı?

11 Mart 2018 Pazar

Açık Dilekçe


Açık dilekçe başğını okuyunca, aklınıza halk şairi Abdurrahim Karakoç’un yazdığı:
Görmediğim bir bambaşka durum var
Sizin
şehrin kızlarında savcı bey
Yakla
şanı  ta yürekten vururlar
Kan kokuyor gözlerinde savcı bey
!  Şiirini hatırladınız  ve benim yazı başğını intihal ettiğimi zannettiniz.
Hayır, yüz kere hayır!
Ben, asla başkasına ait bir şeyi izinsiz almam, kullanmam ve de çalmam. J
Bu açık dilekçeyi, 4982 sayılı Bilgi Edinme Yasa Hükümlerinden doğan; hakkımı kullanmak için yazdım. Ve kamuoyu önünde paylaşğım için, adını “Açık Dilekçe” koydum.
Neyi merak ettim, kime ne soracağım, bende bilmiyorum.
Açık Dilekçeyi okuyunca,  hep birlikte görecek ve öğreneceğiz.
Sevgili dostlar!
 Hepimiz biliyoruz ki insanoğlu düşünen, akıl eden, yorumlayan ve de sorgulayan bir canlı.
Onun içindir ki, Fransız filozof Descartes “Düşünüyorum, o halde varım” demiş.

Filozof Descartes düşünürde, Kavlak düşünemez mi?
Ben de; Uzun zamandan beri, 15 Temmuz hain darbe girişimine kalkışanların, Türkiye Büyük Millet Meclisini bombalayanların: etnik kökenlerini, soy ağaçlarını, sorgulamak için can atıyorum.
Hangi soy ve boydan, hangi etnik kökenden, kaç kripto hain var bilmek hakkım diye düşünüyorum.
Niçin mi merak ediyorum?
 Hangi etnik kökenden olduğunun ne önemi mi var?
Hiç olmaz mı?
Türkiye Cumhuriyetini yıkmaya kalkışan, TBMM bombalayan, hain düşünceye su çekenleri, Anadolu çocuklarının bilmek hakkı!
Bir de içimdeki ses, Anadolu’yu vatan kabul eden, T.C vatandaşı olmaktan gurur duyan, samimi olarak, içinden gelerek; “Ne Mutlu Türküm Diyen” hiç kimse: Cumhuriyeti yıkmaya kalkamaz,  249 öz vatandaşını şehit etmez düşüncesi kemiriyor beynimi.  Hainleri  tanımak aziz milletin hakkı.
Öyleyse, özellikle TSK içine sızan, her kademede muvazzaf görev alan, öğrencisinden generale kadar: bu ihanetin içinde yer alanların soyağaçları incelenmeli; etnik kimlikleri kamuoyuyla paylaşılmalı ki ak koyun kara koyun belli olsun.
Mustafa Kemal’in zeki ve çalışkan diye tanımladığı, aziz diye yücelttiği Türk milleti töhmet altında kalmasın.
Hainler devşire edilsin.
İster misiniz?
 Mustafa Kemal Atatürk’ün yaklaşık bir asır önce; Türk milletini uyaran, aşağıdaki sözlerini bir kere daha birlikte okuyup hafızamızı tazeleyelim.
Cevabınız evetse,  buyurun yüksek sesle tekrarlayalım…
1-“Arkadaşlar! Gidip toros dağlarına bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.”

2- “Necip Türk milletine ve nesl-i atiye tavsiyem şudur ki, sinesinde yetiştirerek başına geçireceği kişilerin kanındaki ve vicdanındaki cevher-i asliyeyi tahlil etmekten bir an feragat etmesin”.

Atatürk’ün yaklaşık bir asır önce Türk milletine tavsiyelerini de okuduktan sonra; açık dilekçeyi yazmamdaki haklılığımı kabul edecek misiniz?
Etseniz de etmeseniz de , “Descartes” örneği ben düşünüyorsam ve de varsam öğrenmekte hakkım olmalı.
Saniyen, 15 Temmuz’a bilinçli kalkışanlar arasında toros dağlarında ya da bir başka bölgede; dumanı tüten, Yörük çadırında doğup büyümüş bir tek Ne Mutlu Türküm diyen yoktur; diye düşünüyor olmaması için dua ediyorum.
Ya siz?

8 Mart 2018 Perşembe

İki Hece!



Nezaman bir hayal kursam sende içindesin
Nezaman renkli bir rüya görsem o sensin
Biz çise çise yağan yağmur  ılgın akan suyuz
Gündüz Güneş’im gece Yıldız’ım Ay’ım sensin

 Hiç ayrılmadık  beraberiz iç içe gündüz gece  
Bir şarkıdır adın düşmez dilimden  iki hece
Var olmasan  yürümez karınca uçmaz serçe
Gündüz Güneş’im gece Yıldız’ım Ay’ım sensin

Necati Kavlak
Manisa
08.03.2018


4 Mart 2018 Pazar

Bir Meczup Ve Bir Anı



Haydi kadınlar eyisiniz gene eyi.

Niye mi? 

Aşk olsun, duymadınız mı?

Ben bile okudum! 

Bir  meczup çıkmış ortalığa,“Kadınlar dayak yiyorsa şükretsin” demiş ve kocanın karısını nasıl dövmesi gerektiğini ballandıra ballandıra anlatmış.

Sözüm ona bu zat, Sosyal Doku Vakfı’nın da Başkanıymış… Vah ki ne Vah!  Bu muhterem daha öncede:

-“6 yaşında çocukla evlenilebilir “

-“Kadın ve Erkek Asansöre Binerse Halvet olur” diye çift sarılı cehalet yumurtlamış!!!
Hem  de din adına konuşuyormuş. 
Merak ettim vallahi.
Din  adına konuşma yetkisini kim vermiş ya da  kimden almış?
Ahmet Hulisi diyor ki ,
-“ Hz Muhammed’in ebediyete intikalinden sonra , din adına konuşma yetkisi insanların elinden alınmıştır.
Her kim ki din adına bir şey söylüyorsa, kendi düşüncesini ve fikrini söyler”
Madem ki hz Muhammedin ebediyete intikalinden sonra, İnsanların elinden Din adına konuşma yetkisi alındı; öyleyse  fetva veren meczup,  bu yetkiyi kimden aldığını söylese de millette  bilse.
Allah,  niçin erkeğe, eşini, bir başka ifadeyle hayat arkadaşını döv desin?
Haşa, Allah sadist mi?

Gerçek din bilginleri  ve dini tetkik ederek öğrenmek isteyen  Kamil İnsan: Allahu zülcelal’in İnsanı mübarek esmalarından  cem ettiğini, akıl verdiğini ve nurun ala nur bedenindeki  sidretül müntehanın yanında  içtima ederek,  “ELESTÜ BİRABİKÜM”  Ben sizin Rabinizim dediğini, İnsanında “KAALU BELA “ Şahit olduk  sen bizim RABBİMİZSİN” diyerek secde ettiğini biliyor.
Kadın  ve Erkeği insan ve kendine haleife olarak yaratan Allah’ın kadını dövün dediğini iddia ettmek bühtan değilse başka nasıl tanımlanır?
Bu soru işaretinin cevabını,  yıllar önce şahit olduğum kadın şidetini sizlerle paylaşarak vermek isterim.
Yıl 1970!
Yer Bolu İli Kıbrıscık İlçe Merkezi. İlçe merkezi demim diye gözlerinizde kocaman bir belde canlanmasın. Bildiğiniz, 1700 nüfuslu kaymakamla yönetilen küçükten azıcık büyük bir köy.
Vakit  öğle ile ikindi arası.
Karakolda evraklarla boğuşup durumaktan yoruldum. Pencerenin önünde  caddeyi izliyorum. İlçe J. Bölük komutanlığı nizamiyesinden  gözleri yaşlı  genç bir hanım  koşarak bahçeye girdi.
Karakol nöbetçisinin, dur demesine aldırmadan, ne istiyorsun sorununa cevap vermeden merdivenleri tırmandı, açık kapımdan içeri giriverdi.
Gelişini gördüğüm için bende ayakta onu beklişordum. İçeri girer girmez,   kocam beni dövdü derken, sopadan morarmış bacaklareını göstermek için, çiçekli entarisinin eteklerini kaldırıverdi.
Ben eteklerini kaldırmana gerek yok, sana inanıyorum; doktora gönderecek raporunu alacağım deysemde: bana bana sokat gibi bir cevap verdi.
Sen Devlet adamısın. Bir kadının devlet adamına yarasını beresini göstermesi ayıp değildir. Hastahanede Doktora nasıl göstermem gerekiyorsa, benim hakkımı koruyacak olan görevli de sensin. Sende maduriyetimi görmelisin dedi.

Kendimden utanım.
Dövülen genç hanım, ilçenin tek lokantasını işleten (…) eşiydi. Zile bastım nöbetçiye 1 Onbaşı 1 Er acele kuşansın gelsin dedim.
Birkaç dakika sonra devriye hazırdı. Devriye komutanına,  şehir lokantasına git, işletmeci (…)’yı al bana getir dedim.
Hükümet tabibliğine bir yazı yazdım, dövülen hanımın raporunu istedim. Bundan sonrasını anlatmalımıyım, yoksa bu kadarla yetinmelimiyim tereddütüm var.
Eşi tarafından dövülen genç hanıma ,hükümet tabibi , 1 hafta işve güç göremez raporu verdi. Lokantacı daha karakola gelmeden pişmandı. Gelir gelmez ben ettim sen etme diye eşine yalvardı.
Fakat ben katı kuralları olan biriydim. Şikayetçinin şikayetinden vazgeçmesine izin vermedim. Kocayı bir gece nezarette misafir ettim. Sabah mevcutlu oarak hazırlık evrakıyla birlikte C.Savcılığına gönderdim.
Savcı Turan beyin kulakları çınlasın, evrakları alınca beni aradı, teşekkür etti. Bundan sonrada bu tür olaylarda asla taviz vermeyelim önerisini iletti.

Kıbrıscıkta 3 sene kaldım. Karı kocayı ne zaman yolda belde görsem, bana o talişhsiz olayı hatırlatıp, sen bize büyük iyilik ettin. Biz sana yuvamızı borçluyuz diye teşekkür üstüne teşekkür ettiler.
Keşke  “Allah vur dediyse vardır bir hikmet” diyen  o zavallınında hayatın içindekleri görecek, gönül gözü olsaydı. O zaman, “6 yaşında  çocukla evlenilebilinir”,  “Kadın erkek aynı asansöre binerse halvet olur” Kadınlar dayak yiyorsa şükretsin” diye absürük cümle kuramazdı. Bu cesareti nereden aldığını her aklı selim bilir de konuşmaz.
Hatırlarmısınız? Eskiden sahibinin sesi diye bir plak şirketi vardı. Nasrettin hoca fıkrası misali; hatırlayanlanlar, hatırlamayana hatırlatmalı.

Allah  her din ve mezhepten  yarattığı bütün insanları ; cahiliye dönemi artıklarından emin eylesin.