Cemre toprağa düştü düşeli, şunun şurasında ,kaç gün geçti? Ne de çabuk
canlandı, kış uykusuna yatan kara toprak!
Daha dün kımıldamıyordu yaprak. Çimler yemyeşil şimdi.
Kır çiçekleri, Anadolu kilimi gibi
rengarenk!
-Yavruağzı,
-karahindiba,
-gelincik,
-papatya;
ekin tarlası görünümünde.
Klavye ile çizdiğim resim, bir metre kare
toprakta. Bir dönüm yada bir evlek arazide.
Kır çiçekleri arasında ,küçükken bal arsı gibi balını emdiğimiz sorumukta açmış.
Ebegömecinin
eflatun, hardalın sarı çiçekleri, erken
gelen baharın müjdecisi.
Kim bilir yüksek yaylalarda, uçsuz buçaksız vahşi kırda adını bilmediğimiz, rengini görmediğimiz
, hangi çiçekler açtı?
Biliyorum, Anadolu'nun bir çok dağına, bu sene hiç kar yağmadı!
Kar yağmayınca,
kardelen de açmaz.
Ya çiğdemler?
Onu görmek için uzaklaşmak lazım beton
yığınlarından.
Uzaklaşmak lazım ekzos dumanından.
Kısacası tırmanmak lazım yaylalara.
Çıkmak gerek yüksek dağlara.
Bu adını yazdığım rengarenk çiçeklerin adı, milletin efendisine ait isimler…
Botanikçiler hangi adla çağırır, onu ancak botanik
okuyanlar bilirler. Bir metrekarede, rengarenk çiçekleri, bir arada görünce ne
düşündüm biliyor musunuz?
Buda sorumu? Nereden bilelim dediğinizi duyuyor, yüzünüzdeki o
muzip ifade ve bakışı görüyorum.
Yerden göğe haklısınız!
Benim beynimin içindeki düşüncemi okumak için ,
bilinen tanımla müneccim ya da NLP
uzmanı olmak lazım.
Öyleyse lafı çok uzatmadan paylaşayım aklımdan
geçenleri.
Anadolu köylerinde bilinen adıyla paylaştığım; kırçiçekleri,
renk renk, bibirleriyle iç içe! Aralarında ne duvar var, ne an!
Ne sınır çizili, ne de çit çekli. Koyun koyuna
sevgililer , el ele aşıklar gibi, güle oynaya bir arada yaşıyorlar .
Hani “Eşrefi Mahluktu” insan! (yaratılmışların en
şereflisi)…
Çayırda diz boyu çimler, kırda renk renk çiçekler,
dağda envai çeşit/ tür ağaç; bir arada:aynı
toprağın içine kök salarak kavgasız gürültüsüz
yaşıyorlar.
Ne kavgaları var ne dövüşleri.
Ne silahları var, ne de tankları topları. Boğazlamıyor,
çam ladini. Vurmuyor meşe, dalları
dallarına karışan kestaneyi.
Kıskanmıyor çınar, çiçekleri mis gibi kokan
ıhlamuru.
Envai çeşit kır çiçekleri, uçsuz bucaksız ormanda
onlarca yıl yaşayan binlerce ağaç türü;
adını saymakla biter mi?
Duyuyorum bitmez dediğinizi.
Onun için; tek tek
çiçekleri saymaya, ağaçları isimlendirmeye son verip, aklımdaki soruya gelin birlişkte
cevap bulalım.
Niçin insan, binlerce yıldan beri bir birinin
canını alıyor, kanını içiyor?
Dünyaya kazık mı çakacak?
Hani, dünya malı dünyada kalırdı?
Hepimiz biliyoruz!
İnsan soyunun şu yalan dünyada üç günlük ömrü var! Dün geçip
gitti zaten. Yarını kim görecek
yaşayacak bilen var mı?
Biliyorum diyen kandırır kendini.
Avutur egolarını.
Öyleyse bu mal
mülk edinme hırsı niçin? Üç günlük yaşam için, bir karıncayı, bir sivri
sineği incitmeye değer mi?
Halbuki siz Allah'ın kendine halife olarak yarattığı
insanı, acımadan öldürüyor; anaları
ağlatıyor, çocukları öksüz, gelinleri dul bırakıyorsunuz.
Dünya zenginlikleri için aldığınız milyonlarca can, yetim bıraktığınız
çocuk, dul kalan dadın da ,sizin gibi insan!
Demem o ki, kan akıtanlar, can alanlar ne insan, ne
de şerefli insan.
Ot bile değil ot!
Senden ne ağaç olur ne de odun.
Yaratılmışların en şereflisi insan olabilmek için: aynı
toprağa kök salan, iç içe yaşayan,bitki hoşgörüsüne sahip olmayı öğrenmelisin.
Kamil insan olabilmek için, savaşı değil,
barışı, öldürmeyi değil, yaşatmayı
seçmeli akıl edebilmelisin!
İstersen bir düşün!
Çiçekler bir
evlek toprakta, iç içe rengarenk çiçek açarken, koca dünyaya niçin sığmazsın,
öldürürsün hemcinsini?
Sevmek dururken neffret niye? Yaşatmak
dururken can almak neden? El ele olmak varken düşman olmak niçin?
Bu sorulara müspet cevap verebildiğimiz kadar insanız. Vermiyorsak, bırak İnsan olmayı hayvan bile olamayız!
Bu sorulara müspet cevap verebildiğimiz kadar insanız. Vermiyorsak, bırak İnsan olmayı hayvan bile olamayız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder