30 Eylül 2018 Pazar

DÜŞ!



Bırakmıyor, gördüğüm güzel düşler, peşimi
Bir yol gösterin, hayra mı yorayım, şerre mi
Kanat çırpar giderim, her gece, başka âleme
Sabah olur, seyrederim; aynı aynada kendimi

Gece, ay ışığında, kuşluk vakti, güneş vurunca
Ahu gözlü, bir ceylan gezer,Mahrem dağlarda
Ne zaman, gözlerinin içine baksam, çarpılırım
Yorulur düşlerim, uçar karışır; yıldızların arasına

İnce ince, yağan yağmur damlası, düşer toprağa
Gök çalar, şimşek, zeybek oynar; er meydanında
Çıkar gelir kır at, başında dizgin, sırtında pelerin
Alınca gemi azıya, uçar kırat, soluk soluğa yıldız’a


Necati Kavlak
30.09.2018 Manisa

28 Eylül 2018 Cuma

İSLAM BİTTİ Mİ?





Bu yazı, ben nerden geldim, nere gidiyorum diyen, oku emrine uyan; okuduğunu düşünen ve sorgulayan: yalnız Allah’a kulluk eden ve kula kul olmayan Âdem ve Havva için kaleme alındı.
Yazı başlığı, inanan inanmayan, ben dünya insanıyım deme cesareti taşıyan, dünyanın da uzayda yer aldığı gerçeğini fark eden ve de ben bir uzaylıyım diyenler için; özel olarak seçildi.
Nereden çıktı bu soru, ya da akla geldi?
Doğrusunu isterseniz, planlanmış, hazırlık yapılmış bir şey değil. Kalemim sabah gözlerimi güne açtı, daha yüzünü bile yıkamadan, İSLAM BİTTİ Mİ sorusu gelip, muhabbet kuşunun yerine sağ omzuna oturuverdi.
Bilirsiniz, misafire kapıyı göstermek, kalk git demek, bizim geleneklerimizde yok!
Tanrı misafiri deyip kapımızı açtık. Hoş geldin deyip,, acı kahvesini yaptık ve eline tutuşturduk.
O kahvesini yudumlarken, kahve yapmak ikram etmek kolay da, karnını nasıl doyuracak, ne pişirecek ne yedireceğiz diye düşünmek kaleme düştü.
Ne ikram edeceğimizi inanın ne ben bilmiyorum ne de kalem. Bizim bir atasözümüz,” Misafir umduğunu değil bulduğunu yer” diyor.
Görelim bakalım tencereye ne girer, masaya ne gelir. Bilirsiniz misafir kısmetiyle gelir deyimi de bizim.
Farkındayım laf uzadı, kendi kendimize konuşmaya daldık,  kahvesini yudumlayan misafiri koltukta yalnız bıraktık;  bize sorulan soruyu unuttuk.
Şimdi lafı toparlayıp sadede gelme vakti...

İsterseniz söze önce “İslam” deyince aklımıza ne gelmeli sorusuna kısa öz lügate girmiş bir tanımla 
başlayalım


.-İslam =Teslimiyet demekmiş!
-Kime?
- Elbette Allah’a.
-Niçin?
-Çünkü Kul kula teslim olmaz, insan insana biat etmez.
Niçin mi?
Allah İnsanı yarattı, kendi ruhuna bağladı. İsterseniz siz bağladı yerine ruhunu üfledi de diyebilirsiniz.
Mademki insan ruhen Allaha bağlı ve yaratılışı itibariyle Allah’ın halifesi, öyleyse: insan Allahtan başkasına kul olmaz.
Kandırılmaz, köle olarak alınıp satılmaz, cinsiyet ayrımı, din mezhep farkı, renk ve ırk/ etnik köken farkı gözetilmez.
Çünkü tüm insan dil din ırk etnik köken farkı gözetilmeksizin Allahın Halifesidir.
Yalnız Allah’ın kuludur. 
Kimse kendini, İlah yerine koyamaz! 
Hele bir de İslam ya da mümin geçiniyorsa, ağzından kem söz çıkmaz. Kimse kimsenin malına, canına namusuna, göz dikmez.
Komşusu açken o tok uykuya dalmaz.
İslam Peygamberi Hz Muhammed (a.s) buyurmuş ki “Mümin, bütün insanların emin olduğu kimsedir”
Şimdi sormak isterim, içinde bulunduğumuz İslam coğrafyasında, bırakın bütün insanları mümin müminden emin midir?
Evet diyen kendi kendini kandırır.
İsterseniz lafı çok uzatmayalım. 
Önce, Ege Deniz’ine bir soru, soralım. Evveliyatını bir tarafa bırakıp,  2 bin üç yılından günümüze; kendini İslam kabul eden kaç kadın, çoluk çocuk, erkek; İslam olmayan ülkelere kaçmak isterken, canından malından olmuş.
Keşke dile gelse de konuşsa Deniz! Elbette deniz sussa zabıta kayıtlarına girenleri statiksel olarak bulmak zor değil.
Değil de bizim amacımız, istatistik sayılarla uğraşmak değil kendini inanan kabul edenleri düşünmeye davet.
Düşünelim ki, var mıyız yok muyuz bilelim istedim. Bir başka ifadeyle felsefe yapmanın yolunu açalım dedim.
Elbette İslam Bitti mi diye sorunca, Hz Muhammed’in (s.a)  dini İslam bitmeyecek. Belki doğru anlaşılmasına bir vesile olabilir.
Şimdi hep birlikte gözlerimizi kapatalım. Irak ve Suriye’de yaşanmış, yazılı ve görsel basına düşmüş:  IŞİD-El Kaide DEAŞ ve bunun gibi birçok terör gurubunun besmele çekerek, Allah büyüktür (Allah’u Ekber) diyerek hızarla kesilen başları gözlerimizin önünde canlandıralım.
Bu vahşeti gördükten sonra, İslam buysa biz İslam değiliz diyen insanların, haletiruhiyesini gözlerimizin önünde canlandırmak, çok da zor olmayacaktır.




21 Eylül 2018 Cuma

Anzer Bal



yaz bitti

kapıyı çaldı sonbahar

az kaldı

çiçek açacak kardelen

çekilecek yuvasına karınca

kapıyı çalacak

cırcır böceği az sonra 


acem halısı üstünde koştu 


yaz boyunca atlı karınca

benim yârim hem 
gül hem gonca

bal arısı konar

hem goncaya 

hem 
gül

yaz boyunca

üstünde kanat çırpar 

uçar

öper 

koklar

kır çiçeğini

toplar anzer bal

sessiz konuşur 
göz

uçar kanatsız el

ince sazdan dökülür name

dudaktan taşar lezzet


yüz güler ışıldar ışıl ışıl gözler...



17 Eylül 2018 Pazartesi

Mezhep Var mı?


İstiyorum ki bugün içine sıkıştığım şu kozayı deleyim. Kozayla birlikte;  kaynar kazana düşüp pişmekten kurtulayım.
Hatta kelebek olup uçayım, kır çiçekleri arasında kanat çırpayım. 
İsterseniz sizde eşlik edin!
Edin ki, uçsuz bucaksız vadilerde, dağ eteklerinde kır çiçekleri arasında hep birlikte uçalım.

Ne dersiniz?
Çoktan beri aklımda, mezhep konusunu irdelemek, gündeme taşımak ve yazmak vardı. Ben yazayım mı erteleyeyim mi diye kararsızken; Tunceli’yi ziyaret eden İçişleri Bakan yardımcısıyla ilgili basına absürt bir haber düştü.
Bakan yardımcısı “Alevilere Kamuda İş Vermiyoruz “ diyesiymiş.
Durup dururken bir devlet adamı böyle bir laf eder mi?
Gerçek devlet adamıysa elbette etmez ve etmemeli.
Sonra, devlet ricalinde yer bulacak eğitim ve kültüre sahip olan birinin bu tür demeç veremeyeceğini değerlendirdim.
Biraz araştırınca, söylenenlerin basına yansıdığı gibi olmadığını gördüm ve rahat bir nefes aldım.
Elbette rahat nefes almak, aklımdaki soruyu sormamı engellemedi.
Aksine hızlandırdı.
 Şimdi hep beraber yüksek sesle kendi kendimize soralım!
Sahi mezhep var mı?
 Varsa nasıl doğmuş?
Kaç mezhep kurulmuş, sonra kaça indirilmiş?
Kur’an da olmayan şey nasıl, İslamın vazgeçilmezi olmuş ve de insanları birleştirip bütünleştireceğine; mezhep kavgaları doğurmuş.
İncelemeye değmez mi?
İsterseniz Lafı eveleyip gevelemeden,  çok dolambaçlı yollara girmeden konuya girelim.  Kısa ve öz beyin fırtınasıyla düşüncemizi ifade etmeye çalışalım.
Her şeyden önce, şunu bilelim ki, Peygamberimiz Hz Muhammed(a.s) zamanında mezhep diye bir kavram, düşünce, uygulama yok!
Yüce kitabımız Kuran’da da yok!
Var saydığımız ve de uğrunda savaştığımız, kan döktüğümüz, kalp kırıp gönül yıktığımız mezheplerin tamamı;  Hz Muhammed (a.s) ebediyete intikalinden sonra ortaya çıkmış.
Bir rivayete göre,  100’ün üzerinde mezhep varmış!
Sonra, birçok mezhep toplumda kendine yer bulamamış ve 4 mezhebe inmiş. Elbette edindiğimiz bilgiler fluğ, çok net değil. Toplum arasında taraftar bulan, benimsenen 4 mezhebi kimler kurmuş kısaca bir göz atalım.
 Hanefi mezhebini İmam-ı azam Ebu Hanife,
Şafi mezhebini İmam-ı Şafi,
Maliki mezhebini, İmam Malik-i
 Hanbel’i mezhebini de; Ahmet bin Hanbeli’n yolundan gidenler oluşturmuş.
Ne zaman oluşturmuş?  
Elbette farklı zaman dilimlerinde ve değişik yerlerde…
Kendimize başka bir soru soralım.
Mezhep imamları ne zaman dünyaya gelmiş?
Biz dikkatimizi orada toplarken, Peygamberimiz, Hz Muhammed (a.s)  8 Haziran 632 yılında Medine’de ebediyete intikal ettiğini hatırlayalım ve bir köşeye not ediverelim.
Şimdi kâğıdı kalemi elimize alalım, kendi kendimize; mezhep imamları ne zaman dünyaya geldi sorunsuna cevap arayalım, aldığımız cevabı not edelim.
Hangi mezhep imamı neredene zaman dünyaya gelmiş,  ne zaman hayata gözlerini yummuş birlikte görelim.
Ebu Hanife 699 yılında Küfe’de dünyaya gelmiş, 767 yılında vefat etmiş!
İmam Şafi 767 yılında Gazze’de dünyaya gelmiş, 819 yılında Mısır’da hayata gözlerini yummuş.
İmam Malik-i 711 yılında Medine’de dünyaya gelmiş, 795 yılında Medine’de hakkın rahmetine kavuşmuş.
İmam-ı Ahmet Bin Hanbel M. 780 yılında Bağdat’’ta dünyaya gelmiş. 855 yılında Bağdat’ta hayata gözlerini yummuş.
 Şimdi kendi kendimize yüksek bir ses tonuyla soralım. Mezhepleri inancımızın içine monte eden, imamların, bu gün televizyon ekranlarına çıkarak ilahiyatçılardan sizce ne farkı var? 
Mesela, rahmetli Yaşar Nuri Öztürk’ten,  TV'de yayımlanan "Dosta Doğru" adılı program için bölüm başına 20 bin
Tl. Ücret alan Doç. Dr. Nihat Hatipoğlu’ndan Zekeriya Beyaz vb daha birçok ilahiyatçıdan ne farkları var?
Bu soruda bireysel olarak cevaplanmalı ki akıl edip etmediğimiz anlaşılsın.
Üstelikte mezhep imamları yaşadıkları dönemlerde, ezaya cefaya maruz kaldıkları hatta idam edilenleri de sır değil.
Şimdi biz hep birlikte mezhep var mı yok mu diye düşünürken, kalemim de yazıyı toparlayacak ve son noktayı koyacak.
Yazarken 4 mezhepten ve onu kuran 4 mezhep imamından bahsettik. Hani, İçişleri Bakan yardımcısının “Alevilere kamuda İş vermiyoruz” haberine konu olan, Alevilik nerede?
Nerede olsun?

 Bizim, anlı şanlı devlet kurumumuz; Diyanet İşleri Başkanlığı Aleviliği nasıl yok sayıyorsa, mezheplere yer veren kaynaklar da sadece 4 mezhebe yer vermiş. Aleviliği görmezden gelmiş.
Diyorum ki Hz Muhammed’in ölümünden sonra dünyaya gelen muhteremlerin kurduğu cemaatleri yol olarak görürken; Peygamberin amcaoğlu ve Kızının eşi Hz Ali’nin ve Hz Muhammed’in torunlarının izinden gidenleri yok saymak, doğru yol mudur?
İlahiyat camiası, özerk ve özgür üniversite, akademisyen ve bilim dünyası; bu garabeti enine boyuna araştırıp inceleyerek yalın gerçeği su yüzüne çıkartmalı; çıkartmalı ki, dini siyasetten arınsın, , inananlar, kamil insanlar, Allah’ın dinine dönsün!



14 Eylül 2018 Cuma

Gurbet Kuşları


                                  

Deli gönül, nasıl baş ederim bu mevsimde seninle
Söz vermiştin, izleyecektik güneşin batışını birlikte  
Unuttun sözünü, peşine takıldın gurbet kuşlarının
Kuşlar, gökyüzüne kanat çırptı, sen çakıldın yere

Necati Kavlak
14.09.2018 Manisa


12 Eylül 2018 Çarşamba

Mardin’den İzmir'e Bir İki



Biliyorum, kaleme alacağım makaleye konu olan, tek şoför haberini; birçoğumuz yazılı ve görsel basında: gördü, işitti ve okudu.
Okumayan için, önce haberi kısaca özetleyeyim.
İzmir´e gitmek üzere Mardin´den 40 yolcusuyla bir otobüs kalkar!
Yola çıkan otobüste tek şoför vardır.
Muavini yok.
Kliması çalışmaz.
Muavin olmayınca, elbette yolcuya hizmet veren de olmaz.
İşin garibi yolcu otobüsü üzerinde, firma adı ve amblemi de yok!
Aksiliğe bak!
Kör şeytan işi hep yokuşa sürüyor,  2 saatte kat edilecek yolu, bu kaptan 6 saatte kat etmiş ve bir rekoru kırmış.
Şaka gibi değil mi?
Hatırlayın,  bu otobüs 40 yolcusuyla Mardin’den 1453 kilometrelik yol kat edecek, 16 saat 41 dakika sonra İzmir’e varacaktı.
Keşke matematik okusaydım.
Belki 2 saatlik yolu 6 saatte giden araç üzerinden, üniversite sınavı için sınav sorusu hazırlardım.
Neyse konuyu çok dağıtmayalım.
Ömer Seyfettin öyküsü lezzetinde başlayan hikâye Urfa’ya gelince ortalık karışş.
Can güvenliği olmayan 40 yolcunun, aklı başına gelmiş.
Yolcular; önce şikâyetlerini direksiyon başındaki kaptana yapmış, sorun çözülmeyince polisi devreye sokmuş.
İyi de etmişler.
Mardin’ den İzmir’e1453 km yolu, bir şoförle git demek, al kardeşim kırk adamı, bir şarampole at demenin Arap(!)çası olmalı.
 Bu haberi okuyunca, keşke dedim polise şikâyetçi olan şu yolcular, yakın olsa da onları tek tek tebrik etsem.
Hatta acı bir kahve ikram etsem de kırk yıl hatırı olsa.
Uygulamalı olarak gördük ve öğrendik ki bir otobüs bile tek bir şoföre emanet edilemezmiş...
 Nereden mi anladım?
Nerden olsun, 40 yolcunun şikâyetinden sonra polisin kestiği cezadan.
Şikâyet üzerine olay yerine gelen polis; otobüste yaptığı incelemeden sonra, yolcuları haklı bulmuş ve 1453 kilometrelik yolu tek şoförle almayı ve yolcuların hizmet alımının taahhüdünü yerine getirmediği gerekçesiyle şoför ve firmaya 2 bin 900  TL para cezası kesmiş.
En kocamanından bir alkış da,  kanunu tavizsiz uygulayan, Trafik polislerine…
Demek ki, uzun bir yolu tek şoförle kat etmek, yolcunun can güvenliğini tehlikeye atmak; yolcuya hizmet vermemek, yolcuya verilen sözü tutmamak, trafik yasasına göre suç!
Oleeey !
Vay canına nerden mi bildim?
Nerden olacak canım kardeşim,  elbette kesilen 2 bin 900  TL para cezasın J)  dan.
Şimdi hep birlikte bizde emniyet kemerimizi bağlayalım, oturduğumuz koltuğa sıkı sıkı yapışalım.
 Niçin mi?
Niçin olsun, biliyorsunuz 81 milyon muhasır medeniyet yolcusu da tek kişiye emanet!
Üstelik hangi yöne gittiğimizi de bilmiyoruz!

Yol üstünde trafiği kontrol eden, ne trafik polisi, ne yol kontrolü yapan jandarma var.
Trafik levhası yok.
Firma, otobüsün üstündeki yazıları tek tek silmiş. Marş basmıyor, hız, hararet ve yağ göstergesi göstermiyor.
Araç içi aydınlanma bozuk.  
Araç fenni muayenesi yapılmamış.
 Lastikler kabak!
Kaporta dökülüyor.
Ve direksiyon başında ki şoför, fenni muayeneye girse, geçmeyecek bu araca, her şey tamam, dünya aracımızı kıskanıyor diyerek trafiğe çıkıp basıyor gaza…
Ehliyet ruhsat soran yok!
Seksen 1 milyon yolcu, beka sorunuyla karşı karşıya. Hepimiz bir olsak, Mardin’den İzmir’e seyahat eden 40 yolcuyu örnek alıp, otobüsü mü değiştirsek yoksa sürücüyü mü?