31 Aralık 2019 Salı

YENİ YIL


Müslüman’mış ağam, kutlanır mı yeni yıl Paşam
Görende essah sanacak, yatıp kalktı diye inanacak
Ah şu ayna olmasa, bakınca söze akan su duracak
İnanalım mı ağam, ahlaksız İslam Olur mu Paşam

Çalmak çırpmak, yalan dolan, gasp talan; mubah
Hakaret küfür, ayrıştırma; kahvaltı menüsü sabah
Tevrat’a, Zebur’a, İncil’e inanma mı diyor Kur’an
Batıl mı bunlar ağam, İsa Peygamber değmi Paşam

Ellerinden gelse, kuma gömecek kadınımızı kızımızı
Unutturacaklar, cümle peygamberi ve Allah’ımızı
Din diye Kul’a taptıracaklar, seni beni onu hepimizi
Kula mı, kul olalım ağam, O değil mi yaratan paşam

Düşmüyor manşetten, kadına, kıza, erkeğe; tecavüz
İnmiyor ekrandan, şiddet, darp, öldürme ve de taciz
Sormuyor kimse, bu kadar suç işler mi Allah’a inanan
Akıl yok mu bizde ağam, düşünmeyecek miyiz paşam

İki bin on dokuz bitti paşam, güle oynaya gitsin ağam
İki bin yirmiyi geliyor paşam, çalsın davul zurna ağam
Haber salın ormana, toplansın cümle mahlûkat paşam
Getirin, dövme bakır helkeyi, Aslan sağacağım Paşam

Hayal Deniz’i
31/12.2019/ Manisa


 Yeni Yılınız KUTLU Olsun


28 Aralık 2019 Cumartesi

BAL OLUR



Dil de güfte, parmak uçlarında tezene
Gezinirken parmak, sazın perdesinde
Dokunur ayrı ayrı, sazın her bir teline
Zanneder ki bitmeyecek
Onca ay ve sene
Kendinden geçer
Dudaklardan dökülürken her bir name
Çakıl ta
şları arasından, akıp giden yıllar
Dur
Gitme
Nereye gidersin bir acelen mi var
Gitmeden önce
Bir bak
Sa
ğına – soluna
Sa
ğında, kırmızı beyaz, tomurcuk güller
Solunda, açmı
ş; gelincik ve menekşeler
Hiç dü
şündün mü
Gitti
ğin yerde, hangi renk çiçekler
Sarımı
Mor mu
Kar ya
ğıyor mu
Tipi var mı
Sa
ğanak yağmur yağar mı
Gök gürler,
şimşek çakar mı
Ardına bakmadan akıp giden yıllar
Dur
Gitme
Daha görece
ğin el değmemiş birçok çiçek var
Bir kırmızı gül kokladın bir de menek
şeyi okşadın
Papatyaya, gelinci
ğe, hercai ye hiç dokunmadın
Ay'ı
Yıldız'ı
Güneş’i bir yana koy, beklesin kıyıda köşede şöyle
Lodos
Poyraz
Karayel ve de ke
şişleme hiç esti mi senin bağrına
Bizim da
ğların çiçekleri, bir başka açar, bahar gelince
Petek petek bal olur, uçan bal arısı üstüne konunca

Hayal Denizi
28.12.2019-Manisa


15 Aralık 2019 Pazar

J.NIN NOT DEFTERİ 3. BÖLÜM



Doruk, Foça macerasının etkisinden kendini, çabuk kurtardı. Zaten Komando Kursu çıkmadan önce; atamaları yapılmış ve Bolu İl Jandarma Komutanlığı emrine verilmişti. İl İçi Atamalarında da Kıbrısçık merkez karakol komutanlığına atandığını da öğrenmişti.

Onun için yapılacak şey belliydi.

 İmroz'a dönüş, ilişik kesme, 15 günlük meyil müddetinde, aile ziyareti ve yeni görev yerine intikal.

Doruğun ruhunu, yeni göreve başlayacak olmanın heyecanı sardı! 

Gözlerinin içi gülüyordu.  Daha önce Ankara’dan İstanbul'a giderken Bolu'nun içinden geçmiş, görmüştü.

Kıbrısçık nasıl bir yerdi?

 Aylar nasıl da çabucak geçip gidiyor gece ile gündüz arasından?

Şaka gibi, 45 gün geçmişti Foça’da.

Alelacele İzmir’den Çanakkale’ye gitmek için sabah saat 08 15’e biletini aldı ve otogardan hareket başladı.

Rutin bir yolculuktan sonra, Çanakkale’ye indi! Çanakkale hareketli bir gün geçiriyordu. Meğer Adalet Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel’in Mitingi varmış.

Bir kavşakta partililer, kurbanlık koç ve tosunla, Demirel’i bekliyordu.

Doruk, kalabalığı görünce aralarına karıştı, karşılama korteji içinde yerini aldı.

Merak etmişti, nasıl karşılanacak, miting meydanında halka ne söyleyecek?

Bunları düşünürken, seçim konvoyu göründü. En önde siyah bir Mercedec içinde, Demirel ve kendine eşlik eden bakanlar

Karşılama noktasına gelince, daha araba durmadan kasap, kurbanlık koçun boğazına bıçağı attı ve kurbanı kesti.

Demirel arabadan iner inmez, kurbanın sıcakkanını parmak ucuyla alnına sürüverdi.

Kesilmeyen koç ve tosun şanslıydı.

Başbakan azat etmiş kestirmemişti. 

Kalabalık kortej, yaya olarak miting alanına yürüdü.

Meydanda mahşeri bir kalabalık vardı. İğne atsan yere düşmez deyimi sanki bu miting alanı  için söylenmiş.

Başbakan kürsüye çıkıp, mikrofonu eline aldığında, bir alkış tufanı koptu,  arkasından çoban Süllü sloganı

Keyfi yerindeydi Demirel’in, önce mitinge katılanları selamladı, sonra; günün siyasi olaylarını tanımladı.

Konuşmanın sonuna geldiğinde; Bizi borçlanıyorlar diye eleştiriyorlar, şimdi size bir soru soracağım. Elektriği, suyu, yolu, fabrikası olan borçlu bir Türkiye mi istersiniz? Yoksa borcu olmayan, kalkınmamış, yolsuz, elektriksiz, susuz bir Türkiye mi? Diye sorduktan sonra, biz borçlu ve fakat kalkınmış bir Türkiye’den yanayız, Çanakkale’de de bir baca tüttüreceğiz diye konuşmasına son noktayı koydu.

Rahmetli Çanakkale’ye Fabrika yapma sözü vermişti.

Ortalık alkıştan yaşa Varol sesinden yıkılıyordu.

Kalabalık kendi arasında büyük adam diye söyleşiyordu.

Doruk miting biter bitmez hızlı adımlarla, sahile yürüdü, İmroz'a giden teknelere baktı, sadece Dereköye giden Açık Tarım Cezaevi motoru vardı, onlara beni de alır mısınız diye Rica etti ve onlarla adaya yolculuk etti.

Adadaki işini alelacele bitirip ertesi gün, aile ziyareti için memleketin yolunu tuttu. Ana baba Eş dost, Abla, ağabey Aile kalabalık olunca, her biri bir başka yerde oturuyordu; İlde, ilçede köyde oturanları ayrı ayrı ziyaret derken sayılı günün nasıl geçtiğini bilmeden tükendi.

Ve Bolu’da yeni bir serüven zincirinin halkası başlayıverdi.

Bolu’dan Kıbrısçık’a,  5 kişilik bir tuzla jeep çalışırmış. Yer bulan onunla gider, bulamayan, tomruk taşıyan kamyonlarda kendine yer ararmış.

Doruk, jeepin yerini sora sora buldu ve şoförle tanıştı. Kendisinin İlçeye yeni atandığını anlatıp yer istedi. Jeepin şoförü Hamdi, Doruk’un elinden valizi aldı,  Ön kolluğu onun için ayırdı ve zaten yolcu sayımız tamamlandı.  Deyip yolcuları aldıktan sonra hareket başladı.  5 kişilik jeepe 8 kişi sığdırmıştı Hamdi. Yolda arabadaki sıkışıklığı zorunluluk olduğunu anlatmaya çalıştı.

İlçe küçükmüş! Daha büyük bir vasıta için yolcu sayısı yeterli olmazmış. Ayrıca Kıbrısçık orman bölgesi, ormanda kesim olduğu için de tomruk çeken kamyonlar yoğun çalışırmış. Köylü kentli, daha çok kamyonları tercih edermiş vs.vs.

Doruk’la Jeep şoförü Hamdi yol boyu konuştular. İlçede durum çok gerginmiş. Seçimden önce köyler yol yapsın diye gönderilen iş makineleri, iş bitmeden, siyasi sebeplerden dolayı, seçimden sonra, geri çekilince; kıyamet kopmuş. 

Vali ve İl Jandarma komutanını taşa tutmuşlar. İş makinelerini vermemek için Kıbrısçık- Bolu yolunda bir köprüyü uçurmuşlar.

Bu olaylardan sonra, İlçe Jandarma Bölük Komutanlığındaki, rütbeli personelin tamamı değiştirilmiş. Bölük komutanı, Karakol komutanı vs vs.

Bolu’dan, Kıbrısçık'ta uzanan çamlar arasındaki kıvrım kıvrım virajlı yol, sohbet bitmeden bitti.  İlçe Merkezi’ne girince,  hemen yolun solunda; nahiye müdürlüğünden kalma iki katlı küçük bir bina önünde durdu ve bölük bura diye Doruğu indirdi Hamdi.

Doruk, araçtan inip, binaya baktığında; bahçe içinde, bir astsubay, 5/6 J. Eri sivil bir adamı içeriye almak için yaka paça bir birine girdiğine şahit oldu.

Binanın tam karşısındaki caddeden de öfkeli bir kalabalığın, J. Bölük komutanlığına doğu geldiğini gördü. Elindeki valizi, yol kenarına bıraktı. Gayrı ihtiyari olarak kalabalığın önüne geçti.

Yüksek sesle, beyler bi durun Hele!

Nereye gidiyorsunuz?

Sizin bu yaptığınıza karakol basmak denir ve ağır cezalık bir suçtur.

Karakolu mu basacaksınız, diye sordu.

Kalabalık içinden birkaç kişi, parmakla işaret ederek,   şuraya bak sana, Jandarma Hacıyı dövüyor diye bağırdı. 

Ben buraya yeni atandım. Siz dağılın, ben ilgileneceğim dedi.

O burnundan soluyan, karakolu basmak için yürüyen öfkeli kalabalık gitmiş, yerine sanki Doruğu karşılamak için gelen bir gurup gelmişti. 

Sessizce geri döndüler ve gittiler. 

Doruk kalabalıkla ilgilenirken Hacı da içeri alınmış nezarete konulmuştu.

Doruk şaşkındı!

Nazariyattan fiiliyata geçen ilk deneyim, beklediğinden çok başarılı geçmiş, kendi kendine güveni artmıştı. Bundan sonrası çorap söküğü gibi geçer dedi, ve elinde valiziyle İlk adımını attı Karakola…

Belli ki bu çöplüğün horozu olmak yakışacaktı kendine.

                                                                                                …/…

 


14 Aralık 2019 Cumartesi

ESİNTİ





Hüzünlü gökyüzü, sicim gibi gözyaşı
şş yüzü yere, kül gibi beti benzi
Yaprak sırılsıklam, ıslak üstünde serçe  
Çok sesli melodi,  sonsuzluk esintisi

Necati Kavlak
14.12.2019/Manisa

12 Aralık 2019 Perşembe

Hayal Dünyamdan Bir Resim!


Ihlamurlar çiçek açmış
Gökyüzü parçalı bulutlu
Yarısı güneşli bir gün
Güneş, saklambaç oynayan okul çocukları gibi
Bi açıyor, bi saklanıyor, bulutların arkasına
Rüzgâr sıcak mı essem, serin mi kalsam kararsızlığı içinde
Bazen serin bir rüzgâr yalıyor yüzümü, sonra sıcak bir esinti, okşuyor yanaklarımı
Ara sıra yağmur taneleri dökülüyor bulutların arasından
Yağmur yüklü bulutlar kucaklaşınca gökyüzüyle, şimşek çakıyor, gök gürlüyor, dağın zirvesine
Ormanın derinliğinde, kır çiçekleri ile bezeli çayırların arasında yılkı atları oynaşıyor.
Yağan yağmura, çakan şimşeğe, gök gürültüsüne aldırmadan
Yürekleri kim bilir nerede
Hayalleri kimlerle birlikte
Bahar son günlerini yaşıyor
Otlar taze mi taze
Çiçekler canlı
Böcekler hareketli
Ihlamurlar çiçek açmış
Mis gibi kokuyor
Kirazlar dallarında çeşit, çeşit, meyveler görücüye çıkmış genç kız gibi süzülüyor
Gelip geçenlere el sallıyor
Erikler sulanmış, yenidünya ayva gibi sarımı sarı
Dağ laleleri, sümbüller, zambaklar, papatyalar baharı bitmeyecekmiş gibi yaşamanın keyfini çıkartıyor
Atlıkarıncalar sessiz yürüyüşe çıkmış
Toplu sözleşme imzalayacak emekçi gibi heyecanlı
Kelebekler, uğur böcekleri, bal arıları, daha birçok kanatlı uçuyor kır çiçekleri arasında
Serçeler, güvercinler, saksağanlar, kargalar kanat çırpıyor, gün içinde
Kınalı keklikler ötüşüyor dağ yamaçlarında
Tavşan yavruları yuvasında annesini bekliyor.
Tilkiler kurnaz mı kurnaz avının peşinde
Ya ben neredeyim
Bunların neresinde
İşte bu soru cevapsız
Bazen çayırın çimenin üstünde, bazen kır çiçekleri tarlasında
Bazen de hayallerimin dehlizine gömülmüşüm
Hayal ile gerçeğin kesiştiği yere
Ne bir adım önde, ne bir adım arkada. Kaf dağının arkasında masal dünyasın zirvesinde…

Hayal Denizi
Manisa

11 Aralık 2019 Çarşamba

GÜNAYDIN!


Günaydın hanımefendiler, beyefendiler, genç kızlar, delikanlılar, günaydın! Gününüz aydın, sağlığınız daim olsun! Yazımın başlığını okuyunca, günaydın da nereden çıktı diyenleri,” bayram değil, seyran değil ,” ile başlayan deyimi hatırlayıp kullananları, hem işitiyor hem de ne diyeceğimi merakla bekleyenleri yakından izliyorum.
Günaydın, nereden çıktı?
Kime Günaydın?
Niçin Günaydın?
İşte ben, bu soru işaretine cevap vermeye çalışacağım. Sürçü lisan edersem affola!
Biliyorum birçok okurla ile fikir ayrılığı yaşayacak, birçoklarıyla da düşünce birliği kuracağız.
Niye Günaydın?
Bu sabah, kahvaltı yaparken, eşim elinde kumanda; TV kanalları arasında, zaping yapar gezerken, Show TV’de Zahide Yetiş’in sabah kuşağı yayınına, bir müddet takılı kaldı.
Zahide yetiş ve konukları, kırmızı soğan dolması yapıyor ve tarifini veriyorlardı. Hemen asılmasın yüzünüz. Ben soğan dolması tarifi vermeyeceğim. Programa katılan hanımlar arasında ki, “SELAMÜNALKÜM” e takılı kaldı aklım.
Ve programı izlerken, içimden bir ses; hanımlara selamünalayküm’lü selamlaşma hiç yakışmıyor sesi yükseldi.
Ve bu yazının gerekçesi oldu.
Bu selamlaşma kadınlarımıza niye yakışmıyor? Her şeyden önce cumhuriyet kadını Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı olmalı diye düşündüm. Sonra, Anayasamız ve Anayasanın 3 – Maddesi: Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Sözleri takıldı aklıma!
Sahi niye Selamünaleyküm?
Bakın!
-(Furkan Sûresi 63) ayette Allah ne Buyuruyor? “Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.”
-(Ahzâb Sûresi 56)”Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.”
Daha birçok ayet var hiç birinde Selamünaleyküm yok! Türk milleti niçin kendi dili yerine Arap diline daha çok itibar ediyor.
Anlayabilen var mı?
Emperyalist güçler, cennet vatanımız Anadolu üzerindeki kirli emellerini, Türk milleti: diline, milli kimliğine, Ay Yıldızlı Al bayrağına, İstiklal marşına, Başkent Ankara’ya bağlı kaldığı sürece gerçekleştiremeyeceğini iyi bildiği için, önce dilimizi sonra milli kimliğimizi yok etmek için içimize ajan üstüne ajan yerleştiriyor ve Güzel Türkçemizi yok etmek istiyor.
Daha öncede kaleme almıştım. Bir milletin dili çok önemli. Onun içindir ki, Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277 yılında “Bugünden sonra divanda, dergahta, bergahta, mecuste, ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır “diye ferman çıkartmıştır.
Bize ne oldu da 7/8 asır sonra, bir keramet varmış gibi kendi aramızda Arapça selamlaşıyoruz? Ben yazı başında selamünaleyküm demek kadınlarımıza yakışmıyor demiştim ya! Bu sözümü geneleştiriyorum, bu selamlaşma şekil ve biçimi erkeklerimize de hiç yakışmıyor.
Kaldı ki Anayasamızın 3. Maddesi çok açık!
Devletimizin dili Türkçe!
Her selam verişte anayasal suç işliyoruz da farkında değiliz.
Her kim ki, Mustafa Kemal Atatürk’e, Türkiye Cumhuriyeti simgesine, Türk Diline, Türk bayrağına bilerek isteyerek karşı tavır alıyorsa; bilelim ki o kişi ya da kişiler bizden değil!
Son cümle!
Kafkaslarda kurulan, (650-985) yıllarında yaşayan ve tek Türk devleti olma özelliğini taşıyan, Hazar İmparatorluğu nasıl yıkıldı, bilenimiz var mı?
Koca bir imparatorluktan arta kalan hazar Türkleri şimdi nerede yaşıyor diye merak edip araştıranımız var mı?
Diyorum ki, Araplaşmaya Gönüllü olan kim varsa, Hazar İmparatorluğunun akıbetini araştırırsa ne demek istediğimi daha net anlayacaktır.




9 Aralık 2019 Pazartesi

J. Not Defteri/Sevinse mi Üzülse mi?



Fransız tatil köyüne yapılan ziyaret, yakın geleceğin komandolarında üzerinde hayal kırıklığı yaratmıştı.
Bu nasıl bir uygulama ya da ne cüret?
Yabancı bir ülkenin tatil köyü işletmecileri, misafiri oldukları ülke insanını, kampa almamaları en azından küstahlık değil mi?
Doruk ve arkadaşları, gün boyu kendi aralarında bu çelişkiyi konuştu, soruya cevap aradı.
Buldular mı? 
Elbette hayır!
Memleketi yöneten siyasi kadrolara içerlemiş, verip veriştirmişlerdi. Çıplaklar kampını kuşbaşı gören tepenin üstünde epeyce zaman öldürdüler.
Ve kendi pencerelerinden, düşüncelerini öfkelerini denizden karaya esen melteme karşı kustular.
Bir süre sonra aklıselim galip geldi, kızgınlıklarını rüzgâra emanet edip, kışlaya geri döndüler.  Kışlaya geldiklerinde; Nevşehir Komando Taburunun Foça’ya intikal ettiğini,  birçok rütbeli personelin,  sahilde ki askeri gazinoda olduğu haberi, ortamı yumuşatmaya yetti.
Bu haberle,  keyifleri yerine geldi. 
Yaşadıkları nahoş tatil köyü serüveni, belleklerinden uçtu gitti. Kendilerini,  yeni bir heyecan bekliyordu.
Hiç vakit kaybetmeden sahildeki gazinoya yürüdüler,  gazino deyim yerindeyse, ana baba günü dönmüştü.
Birkaç masa birleşmiş, çay kahve gelmiş; muhabbet koyulaşmıştı. Ortama ayak uydurmak çok zor olmadı.
Daha çok, Komando Tabur Komutanlığı rütbelileri konuşuyor, Doruk ve diğer kursiyerler can kulağıyla dinliyordu.
Muhabbet öyle bir yere geldi ki, komando olunmalı mı, yoksa olmamalı mı,  sorusu takıldı oltanın ucuna.
Bu soruya şaşırmamıştı konuşmacı.  
Hatta bekliyormuş gibi duraksamadan, bu nasıl soru demeden aklından geçenleri madde madde sıralamaya başladı.
Komando olmak demek,  elbette gurur verici!  Askere olağan üstü liderlik ve üstün yetenek veren bir eğitim. Dedikten sonra;  öncelikle bu kişilerin bakışlarına göre tercih değişir diye devam etti konuşmasına..
 Kimi insan rahatı sever, kimileri de serüvenden hoşlanırdı. 
Serüvenden hoşlanan, yüksek adrenalin seven için bulunmaz bir mesleki kariyermiş. Ne var ki yerleşik insan yaşamıyla taban tabana zıt, aile yaşamını güçleştiren öğelerle iç içe diye devam etti konuşmasına…
Komando demek, yersiz yurtsuz, dağda bayırda aç susuz, görev almak demek.
Komando demek, kelle koltukta, ölümü göze alarak anda yaşamakmış! Tıpkı OHSO’nun, meditasyonda anlattıkları gibi daima anda yaşamak ve farkında olmakmış.
Komando demek, yastık yerine, başı taşa koymak, yorgan yerine yıldızlara sarılıp uyumak demekmiş. Bu olumsuzluk sayabildiğin kadar çoğalır ve sıralanır diye tamamladı cümlesini.
Ve ekledi!
Size bir tavsiyemiz var, İnsan gibi yaşamak istiyorsanız, kolunuzu bacağınız kırın, bitirmeyin kursu diye koydu, cümlenin sonuna noktayı.
Masa başındaki arkadaşlar, son cümleyi duyunca, şaşkın şaşkın birbirinin yüzüne baktı. Nasıl tepki vereceklerini şaşırmışlardı. Dereceye girmek için olağan üstü gayret gösteren, komando hayaliyle yatıp kalkanlar suskundu.
Sadece sessiz kaldılar ve moralleri dağıldılar masa başından.
 Meğer bu suskunluk fırtına öncesi sessizliğiymiş. Pazartesi sabahı, ilk fire verildi. Erşan, pentatlon sahasında ki,  parkurdaki koşusunu tamamlarken, kum havuzu başındaki, merdivenleri çıktı yarısına kadar indi, kolunun üzerine atladı ve sol kolunu bileğinden kırdı.
 İnanılır gibi değildi, revire haber verildi,  bir sedye ve sağlık personeli geldi, alıp revire götürdüler arkadaşı. Ertesi gün, rütbeli personelin neredeyse yarısı, viziteye yazılmıştı.
Konuşmadan etkilenen viziteye çıkanlar arasında Doruk’ta vardı. Viziteye çıkanları Kıt’a tabibi, İzmir Askeri hastaneye sevk etti.
Askeri hastaneye sevk edilenlerin nerdeyse tamamı, şikâyetleriyle ilgili bölümlere yatırıldı. Doruk, kulak burun boğaza yatmıştı. Burnunda kemik varmış. Bir hafta hastanede yattı, bir operasyonla burnundaki kemik alındı; bir hafta daha hastanede tedavi devam etti, sonra ilaçları verilip, 15 gün istirahatla taburcu edildi. Askeri hastaneye sevk edilenler ve Doruk için Komando serüveni filsen sağlık nedeniyle sona erdi.  
 İmroz’a geri dönüş, 116. J.TB. K.lığından ilişik kesme ve 15 günlük meyil müddeti kullanımıyla, Ruşen Ali’nin at koşturduğu, Bolu dağlarına ve Kıbrısçık ilçesine yolculuk için geri sayım başlayacaktı. Sevinse mi, üzülse mi bilemiyordu.   Aklı fikri Bolu’ya kaydı ve “Benden selam olsun Bolu Beyi'ne Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır At kişnemesinden gargı sesinden Dağlar seda verip seslenmelidir” Köroğlu türküsünü mırıldanmak ona iyi geliyordu.

                                                                                  …/…

4 Aralık 2019 Çarşamba

Çek Perdeleri



Kıskanırım ben erken doğan Güneş’i
Işıkları karanlıkta gelir öper yar seni
Dokunmasın eli öpmesin ışıklar seni
Girmesin güneş odana çek perdeleri

Yıldızlardan taç yapayım tak başına
Aydınlatsın Ay yüzünü geç karşıma
Dök saçlarını dalga dalga omzuna
Girmesin odana güneş çek perdeleri

Nice söz var Hayal Deniz’inden derin
Girip bağına, kırmızı gül dermek isterim
Gül bahçende bülbül olmak kaderim
Dudaklarımdan dökülen nağmeler senin.









06.06.2011

Hayal Denizi

M A N İ S A

1 Aralık 2019 Pazar

J. nın Not Defteri Çıplaklar Kampı


Asya kıtasının, Gurlular Ülkesi Hindistan’lı Shi Mataji Nirmala “Sahaja Yoga” öğretisinde; “Her insan kendi içinde, köklerinde yatan huzuru ve mutluluğu yaşama şansına sahiptir” demiş.
Doruk ve Erşan, geçirdikleri müzikli geceyle, yoga yapmış Hint Gurluları gibi, bir haftanın ağır yorgunluğu üstlerinden attı.
İzmir Enternasyonal Fuarında sahne alan Neşe Karaböçek ve diğer sanatçıları dinlemek ilaç gibi gelmişti. Gazinoya gitme fikri, deyim yerindeyse, resmen bir terapi etkisi yaratmıştı!
Gazinodan sonra, gece sabah kadar uyumadılar, zincirini kopartmış şamandıra gibi, sahilde dolaştılar, kordonda sabahçı mekânların gönüllü konukları oldular. Foça’ya döndüklerinde, yeni haftaya bedenen ve fikren hazırlanmışlardı.
İkinci haftanın ilk günü ilk haftanın ilk gününün fotokopisi gibiydi. Yapılan hareketler hep aynıydı. Tekrarlanan eğitimle, kazanılan gelişimin, bilinçaltına ezberletilmesi esasına dayalı çalışma esas alınmıştı.
Sabah sporu bir önceki haftaya göre, daha rahat, yakın boğuşma, uçarak vurma ve düşme; daha estetik ve pratik hale gelmişti.
Sadece alçak sürünmedeki acı, ağrı, kan revan şiddetinden pek bir şey kaybetmemişti. Eğitim programındaki renkli çalışmalar, ilk ayın bitiminden sonra başlayacakmış.
Tırmanma kayasına tırmanma, Küçük bir Ada’da barınma ve hayatı idame, Hayatı idame içinde arazide ne yakalarsan (yılan çayan, böcek börtü, kaplumbağa- kurbağa vs) nasıl yenirin talimi yapılacakmış.
Bunları duyunca insanın, iştahı kaçıyor midesi bulanıyor.
Doruk, akşamüzeri Nevşehir komando Taburunun tatbikat için hafta sonu Foça’da olacağı haberini alınca gözlerinin içi güldü.
Öğrenciyken, okuldan tanıdığı, teğmen ve astsubayların Komando Taburunda görev yaptığını biliyordu.
Hem onları görecek hem de Komando olmanın, artı ve eksilerin konuşma fırsatı bulacaktı.
Hem eğitim, hem de hayal jimnastiğiyle akan günler hızla geçti.
İkinci hafta sonunda vücut gelişiminde gözle görülen, farklılıklar vardı. Hafta sonu, öğleden sonra, Patlayıcı imha ve yerleştirme eğitimi ile Cuma günü ikinci hafta eğitimi sona erdi.
Yine gece eğitimi vardı. Top dağında makilerle boğuşacaklar, yıldızlarla yön arayacaklardı.
Rutin şeyleri tekrarlamanın ne anlamı var?
Yine Revani yine yoğurt, öyle demişlerdi kurs hocaları. En iyi enerji kaynağıymış gece eğitiminin.
Bu hafta sonu İzmir yerine Foça yakınlarındaki, Günaydın Gazetesinin günlerce manşetinden düşmeyen, gazeteye göre “çınlaklar kampı” yöresel adı Fransız tatil köyüne gideceklerdi.
Pazar sabahını iple çektiler.
İkinci haftanın gece eğitimi, bir önceki hataya göre biraz daha zordu. Dönüş Cumartesi günü öğle vaktini bulmuştu.
Bu yüzden günün nasıl geçtiğini fark bile edemediler. Akşam erken yatıp ölü gibi uydular.
Pazar sabahına uyandıklarında, saat 10 00’a gelmişti. O zaman anladılar ki yattıkları yeri beğenmişler.
Kalkar kalkmaz, önce duş, sonra kahvaltı ve Fransız tatil köyüne gidiş için buluşma.
Bu sefer gurup kalabalıktı. 5 Teğmen’den 3’ü 8 Astsubaydan 4’ü heyecanla hazırlandı.
Sohbet muhabbet, gırgır şamata, yürüye yürüye tatil köyüne gelindi. Meğer bu kampa yerli yani Türk alınmıyormuş.
Kampa girmek için öncelikle Fransız, sonra yabancı uyruklu olmak gerekiyormuş.
Hayaller kursakta kaldı.
Kapıdan geri döndüler.
Kamp yerini kuş bakışı gören yüksek bir tepeye çıkıp oradan seyredeceklerdi.
Tepeye tırmandılar, taşların üstüne kuşlar gibi tüneyip, çıplaklar kampına, uzaktan kedinin ciğere baktığı gibi baktılar.
Doksan günlük kursun bir haftası daha geride kalmış, 15 gün göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti.
…/…