Asya kıtasının, Gurlular Ülkesi Hindistan’lı Shi Mataji
Nirmala “Sahaja Yoga” öğretisinde; “Her insan kendi içinde, köklerinde yatan
huzuru ve mutluluğu yaşama şansına sahiptir” demiş.
Doruk ve Erşan, geçirdikleri müzikli geceyle, yoga yapmış Hint Gurluları gibi, bir haftanın ağır yorgunluğu üstlerinden attı.
İzmir Enternasyonal Fuarında sahne alan Neşe Karaböçek ve diğer sanatçıları dinlemek ilaç gibi gelmişti. Gazinoya gitme fikri, deyim yerindeyse, resmen bir terapi etkisi yaratmıştı!
Gazinodan sonra, gece sabah kadar uyumadılar, zincirini kopartmış şamandıra gibi, sahilde dolaştılar, kordonda sabahçı mekânların gönüllü konukları oldular. Foça’ya döndüklerinde, yeni haftaya bedenen ve fikren hazırlanmışlardı.
İkinci haftanın ilk günü ilk haftanın ilk gününün fotokopisi gibiydi. Yapılan hareketler hep aynıydı. Tekrarlanan eğitimle, kazanılan gelişimin, bilinçaltına ezberletilmesi esasına dayalı çalışma esas alınmıştı.
Sabah sporu bir önceki haftaya göre, daha rahat, yakın boğuşma, uçarak vurma ve düşme; daha estetik ve pratik hale gelmişti.
Sadece alçak sürünmedeki acı, ağrı, kan revan şiddetinden pek bir şey kaybetmemişti. Eğitim programındaki renkli çalışmalar, ilk ayın bitiminden sonra başlayacakmış.
Tırmanma kayasına tırmanma, Küçük bir Ada’da barınma ve hayatı idame, Hayatı idame içinde arazide ne yakalarsan (yılan çayan, böcek börtü, kaplumbağa- kurbağa vs) nasıl yenirin talimi yapılacakmış.
Bunları duyunca insanın, iştahı kaçıyor midesi bulanıyor.
Doruk, akşamüzeri Nevşehir komando Taburunun tatbikat için hafta sonu Foça’da olacağı haberini alınca gözlerinin içi güldü.
Öğrenciyken, okuldan tanıdığı, teğmen ve astsubayların Komando Taburunda görev yaptığını biliyordu.
Hem onları görecek hem de Komando olmanın, artı ve eksilerin konuşma fırsatı bulacaktı.
Hem eğitim, hem de hayal jimnastiğiyle akan günler hızla geçti.
İkinci hafta sonunda vücut gelişiminde gözle görülen, farklılıklar vardı. Hafta sonu, öğleden sonra, Patlayıcı imha ve yerleştirme eğitimi ile Cuma günü ikinci hafta eğitimi sona erdi.
Yine gece eğitimi vardı. Top dağında makilerle boğuşacaklar, yıldızlarla yön arayacaklardı.
Rutin şeyleri tekrarlamanın ne anlamı var?
Yine Revani yine yoğurt, öyle demişlerdi kurs hocaları. En iyi enerji kaynağıymış gece eğitiminin.
Bu hafta sonu İzmir yerine Foça yakınlarındaki, Günaydın Gazetesinin günlerce manşetinden düşmeyen, gazeteye göre “çınlaklar kampı” yöresel adı Fransız tatil köyüne gideceklerdi.
Pazar sabahını iple çektiler.
İkinci haftanın gece eğitimi, bir önceki hataya göre biraz daha zordu. Dönüş Cumartesi günü öğle vaktini bulmuştu.
Bu yüzden günün nasıl geçtiğini fark bile edemediler. Akşam erken yatıp ölü gibi uydular.
Pazar sabahına uyandıklarında, saat 10 00’a gelmişti. O zaman anladılar ki yattıkları yeri beğenmişler.
Kalkar kalkmaz, önce duş, sonra kahvaltı ve Fransız tatil köyüne gidiş için buluşma.
Bu sefer gurup kalabalıktı. 5 Teğmen’den 3’ü 8 Astsubaydan 4’ü heyecanla hazırlandı.
Sohbet muhabbet, gırgır şamata, yürüye yürüye tatil köyüne gelindi. Meğer bu kampa yerli yani Türk alınmıyormuş.
Kampa girmek için öncelikle Fransız, sonra yabancı uyruklu olmak gerekiyormuş.
Hayaller kursakta kaldı.
Kapıdan geri döndüler.
Kamp yerini kuş bakışı gören yüksek bir tepeye çıkıp oradan seyredeceklerdi.
Tepeye tırmandılar, taşların üstüne kuşlar gibi tüneyip, çıplaklar kampına, uzaktan kedinin ciğere baktığı gibi baktılar.
Doksan günlük kursun bir haftası daha geride kalmış, 15 gün göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti.
…/…
Doruk ve Erşan, geçirdikleri müzikli geceyle, yoga yapmış Hint Gurluları gibi, bir haftanın ağır yorgunluğu üstlerinden attı.
İzmir Enternasyonal Fuarında sahne alan Neşe Karaböçek ve diğer sanatçıları dinlemek ilaç gibi gelmişti. Gazinoya gitme fikri, deyim yerindeyse, resmen bir terapi etkisi yaratmıştı!
Gazinodan sonra, gece sabah kadar uyumadılar, zincirini kopartmış şamandıra gibi, sahilde dolaştılar, kordonda sabahçı mekânların gönüllü konukları oldular. Foça’ya döndüklerinde, yeni haftaya bedenen ve fikren hazırlanmışlardı.
İkinci haftanın ilk günü ilk haftanın ilk gününün fotokopisi gibiydi. Yapılan hareketler hep aynıydı. Tekrarlanan eğitimle, kazanılan gelişimin, bilinçaltına ezberletilmesi esasına dayalı çalışma esas alınmıştı.
Sabah sporu bir önceki haftaya göre, daha rahat, yakın boğuşma, uçarak vurma ve düşme; daha estetik ve pratik hale gelmişti.
Sadece alçak sürünmedeki acı, ağrı, kan revan şiddetinden pek bir şey kaybetmemişti. Eğitim programındaki renkli çalışmalar, ilk ayın bitiminden sonra başlayacakmış.
Tırmanma kayasına tırmanma, Küçük bir Ada’da barınma ve hayatı idame, Hayatı idame içinde arazide ne yakalarsan (yılan çayan, böcek börtü, kaplumbağa- kurbağa vs) nasıl yenirin talimi yapılacakmış.
Bunları duyunca insanın, iştahı kaçıyor midesi bulanıyor.
Doruk, akşamüzeri Nevşehir komando Taburunun tatbikat için hafta sonu Foça’da olacağı haberini alınca gözlerinin içi güldü.
Öğrenciyken, okuldan tanıdığı, teğmen ve astsubayların Komando Taburunda görev yaptığını biliyordu.
Hem onları görecek hem de Komando olmanın, artı ve eksilerin konuşma fırsatı bulacaktı.
Hem eğitim, hem de hayal jimnastiğiyle akan günler hızla geçti.
İkinci hafta sonunda vücut gelişiminde gözle görülen, farklılıklar vardı. Hafta sonu, öğleden sonra, Patlayıcı imha ve yerleştirme eğitimi ile Cuma günü ikinci hafta eğitimi sona erdi.
Yine gece eğitimi vardı. Top dağında makilerle boğuşacaklar, yıldızlarla yön arayacaklardı.
Rutin şeyleri tekrarlamanın ne anlamı var?
Yine Revani yine yoğurt, öyle demişlerdi kurs hocaları. En iyi enerji kaynağıymış gece eğitiminin.
Bu hafta sonu İzmir yerine Foça yakınlarındaki, Günaydın Gazetesinin günlerce manşetinden düşmeyen, gazeteye göre “çınlaklar kampı” yöresel adı Fransız tatil köyüne gideceklerdi.
Pazar sabahını iple çektiler.
İkinci haftanın gece eğitimi, bir önceki hataya göre biraz daha zordu. Dönüş Cumartesi günü öğle vaktini bulmuştu.
Bu yüzden günün nasıl geçtiğini fark bile edemediler. Akşam erken yatıp ölü gibi uydular.
Pazar sabahına uyandıklarında, saat 10 00’a gelmişti. O zaman anladılar ki yattıkları yeri beğenmişler.
Kalkar kalkmaz, önce duş, sonra kahvaltı ve Fransız tatil köyüne gidiş için buluşma.
Bu sefer gurup kalabalıktı. 5 Teğmen’den 3’ü 8 Astsubaydan 4’ü heyecanla hazırlandı.
Sohbet muhabbet, gırgır şamata, yürüye yürüye tatil köyüne gelindi. Meğer bu kampa yerli yani Türk alınmıyormuş.
Kampa girmek için öncelikle Fransız, sonra yabancı uyruklu olmak gerekiyormuş.
Hayaller kursakta kaldı.
Kapıdan geri döndüler.
Kamp yerini kuş bakışı gören yüksek bir tepeye çıkıp oradan seyredeceklerdi.
Tepeye tırmandılar, taşların üstüne kuşlar gibi tüneyip, çıplaklar kampına, uzaktan kedinin ciğere baktığı gibi baktılar.
Doksan günlük kursun bir haftası daha geride kalmış, 15 gün göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti.
…/…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder