25 Nisan 2020 Cumartesi

Doğu Anadolu'nun Doğal Gazı

Doruk ev sorununu çözünce rahatlamış, kendini daha çok işine vermişti. Babasının, oğlum biz jandarmadan çok çektik.
Sakın görev yaptığın yerde halka kötü davranma, nasihati hiç aklından çıkmıyor, kulağında küpe gibi asılı duruyordu.
Söylemez, küçük bir doğu Anadolu köyü!
Bölge halkı kendini Kürt kimliği ile tanımlıyor.
Kendi aralarında Kürtçe konuşmayı tercih ediyor.
Askerliğini yapan erkekler Türkçe bilirken, kadınlar Kürtçeden başka dil konuşamıyor.
Köyün bir ilkokulu var.
İki de öğretmeni varmış!
Okul yaz tatilde olduğundan öğretmenlerle tanışma imkânı olmadı. Mevsim yaz, aylardan Ağustos, olmasına rağmen; köy halkını, kışlık yakacak hazırlama telaşı sarmış.
Anıları okuyanlar biliyor, Doruk Söylemezden önce, Bolu Kıbrısçık-taydı.  Kıbrısçıkta dağlar çam ağacı ve ormanla kaplıydı.  0rman Kıbrısçık halkının her şeyiydi. Köylü orman işçisi, yaylada hayvancı, kışın yakacağı orman envali…
Haliyle ısınma ve yakacak dert ve sıkıntısı yok!
Hem kesim sahalarında çalışıp para kazanıyor, hem yakacak odun ihtiyaçları, yasal olarak karşılanıyordu. Hâlbuki Söylemez ve yöresindeki platolar, küçük büyük tepeler, bırak ormanı bir tek ağaca hasret. Tıpkı saçları dökülmüş insan başı gibi, dağlar kel!
Halkın ısınmak için tek seçeneği var, o da tezek! 
Bu yüzden Ağustos ayında köy halkı, özellikle de kadınlar, sabahtan akçama kadar tezek kesiyor. Eli ayağı mayıs içinde.
Tezekleri kurutacak, kışın yakacak ve abartısız altı aya yakın kar altında kalan bölgede, baharı, yazı beklenecek.
Doruk, Takım komutanlığı bahçesinden, tezek kesen cefakâr köylü kadınların, hayvan tersi içerisindeki mücadelesini izlerken yüreği burkuldu.
Çocukluğu aklına geldi. 
Köy yaşamının ne demek olduğuna yakından şahitti. Kendi köylerinde, kapılarından küçükbaş ve büyük baş hayvan, hiç eksik olmazdı.
Gözlerinin önünde annesi, ablası, gelinleri canlandı geçmişe daldı gitti. O,  köyünde hayal âleminde gezinirken, anayoldan bir askeri pikabın döndüğünü fark etti.
Gelen Karayazı Merkez J. Karakol Komutanı Yener'di.  Yener Astsubayın, şark hizmeti birmiş, lakin ilişiğini kesip daha ayrılmamıştı.
Yerine atanan personelle bir süre birlikte çalışması uygun görülmüştü.
Doruk, Meslektaşını karşıladı, içeri davet etti.
Yener, Şimdi arabadan inmeyeyim. Dönüşte uğrar bir çayını içerim.
Senin Eyüpler köyünde aradığımız bir şahıs saklanıyormuş. Hazırlan gel birlikte gidelim dedi. Doruk içeri girdi, hizmet defterine kendine bir görev yazdı, şapkasını aldı çıktı.
Yener Komando eğitimi almış, üzerinde komando elbisesi, başında mavi bere, sırım gibi bir jandarma personeli. Yolda giderken bölge halkında, kendi izlenimlerini köye varıncaya kadar, ibrişim işler gibi Doruğa mişledi..
Köy zaten karakola ¾ KM mesafede bir yerdi.
Kısa süre sonra köye gelindi. Jandarma arabasını gören köy muhtarı çağırmadan gelip hoş geldin diye karşıladı.
Yener, Muhtara köyde ne kadar erkek varsa köy meydanına topla, diye bir emir verdi. Muhtar gitti 10/15 dakika sonra köydeki erkeklerden 15/20 kişi meydandaydı.
Arabadaki Askerler de inmiş, tüfeklerini çapraz vaziyette, boynuna asmış,  dikkatli bir şekilde etrafı kolaçan ediyordu.
Yener, toplanan köyün erkeklerine aranızda (?) var mı diye sordu,  içlerinden 30-35 yaşlarında biri öne çıktı benim komutanım dedi.
Uzun zamandan beri yakalamalı olarak aradığımız,  (? !) şahsa yardım ve yataklık ediyormuşsun. Ya hemen adamın nerede olduğunu herkesin içinde söyle ya da seni köy meydanında doğduğuna pişman ederim diye gürledi. 
Adam şaşkındı, kim demişse yalan söylemiş komutanım ben kimseyi saklamam dediyse de, Yener onu dinlemedi bile, adamın saçlarından tutu tekme tokat girdi, ağzı burnu kan içinde kaldı.
Doruk kendinden daha kıdemli olan Yener'e müdahale edemedi.
Ama içi içini yedi.
Bu ne biçim görev anlayışıydı?
Bu manzara, babasının öğüdünü bir kere daha hatırlattı. Yener, adamı bıraktı esti gürledi, adamı istiyorum dedi, Askerlere binin arabaya diye işaret etti. 
Gelindiği gibi eli boş geri dönüldü.
Eli boş dönmek, Yener'n moralini bozmuştu,  burnundan soluyordu, dönüş sessiz sedasız geçti. Karakola gelince, bahçeye sandalye çıkarıldı, Petrol ofisinden çay söylenildi.
Çayları yudumlanırken:
-Duruk,  ağabey bu nasıl bir görev anlayışı?
-Adama konuşma fırsat ve hakkı vermedin.
-Köy muhtarına hiçbir şey sormadın söylemedin. 
-Halkı korkutarak hizmet etme anlayışı geride kalmadı mı? Aradığın adamın evraklarını bana bırak. Şayet benim bölgemde barınıyorsa, önümüzdeki hafta içinde ben sana teslim edeyim dedi.
- Güldü!
-Sen mi getirecek teslim edeceksin?
-Neden olmasın?
-Peki, evrakları bırakıyorum.
Lakin sen bölge halkını tanımıyorsun.
 Onlar iyilikten anlamaz.
Dayak olmadan/korkmadan bir şey yaptıramazsın dedi.
Çayını bitirdi ve kalktı.
Doruk kızmıştı, belli etmedi, biraz daha otur diye ısrar da etmedi.  O ayrılır ayrılmaz, Nüfus memuru İsmet beyi odasına davet etti.
Nüfus memuru aynı zamanda nahiye müdürlüğüne vekâleten bakıyordu. Kendine Müdürüm diye hitap edilmesinden hoşlanıyordu.
Doruk çayları söyledi, Müdürüm, siz Söylemez’in yerlisi sayılırsınız. Bu bölgede sözü geçen kim var bana bir isim verir misin?
İsmet Bey, hiç soru sormadan,  yukarı söylemez köyünde Enver Taştan adında bir bey var.  
Bu yörenin ağası sayılır, halk Taştan’ı sever ve sayar dedi. 
Doruk Taştan adını alır almaz, hiç zaman kaybetmedi.
Nüfus memuru da odadayken, odasının hemen karşısındaki PTT şubesinde görevli,  PTT memuru Reis'e seslendi!
Reis Bey!
Beni Yukarısöylemez köyünden Enver Taştan’la görüştürür-müsün?
 Kısa süre sonra Enver taştan Telefonun öbür ucundaydı.
Doruk önce kendini tanıttı, arkasından Enver Ağa,  müsaitsen yarın karakola uğrayabilir misin? 
Sizinle acı bir kahve içelim dedi. 
Taştan, emrin olur komutanım yarın oradayım dedi ve kapattı.
Ertesi günü,  Taştan karakoldaydı.
Bölgenin ağam diye sevip saydığı Enver Taştan: buğday tenli, hafif kır saçlı,  İnce uzun boylu,  yüz şekline uygun bıyıklı; süvari pantolonlu, siyah ceketli beyaz gömlekli sevimli, bir jokey gibiydi.
Sadece başında jokey kaskı yoktu.
Gelirken de kır bir cins atla gelmişti. Atın kuyruğu örülmüş kısa bağlanmış, tımar edilmiş, sanki çim piste koşuya çıkacakmış gibi yerinde duramayan bir at.
 Nöbetçi Enver’i Karakol Komutan odasına aldı.
Doruk Taştan’ın elini sıktı, hoş geldin diye karşıladı.
Nöbetçiye iki orta kahve söyledi.
Karşılık hal hatır sormalar bitinceye kadar kahveler de gelmişti.  Karakol komutanı elindeki evrakı çıkarttı. Kanun kaçağının açık kimliğini ve aranma nedenini izah ettikten sonra; Enver Bey ben bölgemde kanun kaçağı istemiyorum. Sizin söylemez mıntıkasında sevilip sayıldığınızı öğrendim. Bu şahıs bölgemizdeyse ister ikna edin bana teslim edin, isterseniz yerini söyleyin ben gidip alayım dedi.
-Taştan!
-Komutanım adamın adını ilk sizden duyuyorum. Bana üç gün müsaade edin araştırayım. Şayet mıntıkamızdaysa ya getiriri teslim ederim ya da sizin söylediğiniz gibi saklandığı adresi size veririm dedi.
Kahveler bitmiş, sohbet de sona ermişti.
Enver Bey müsaade istedi kalktı.
Doruk elini sıktı,  yolcu etti.  Keyfi yerine gelmişti.  Pencereden, Enver Taştan’ın ata binişini, atın süvarisi üstüne binince nasıl rahvan yürüdüğünü pencereden kaybolana kadar izledi.
Üç gün dediğin ne ki, göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Bir çarşamba günü sabahı Yukarı söylemez köyünden aradı ve aradığın adamı, öğleye kadar getirip teslim edeceğim diye haber verdi.
Doruk, keyfinden bir kere daha uçmuştu. Evrakı çıkarttı yardımcısı, Fikret’e verdi.  Mevcuden gönderilmiştir diye yaz!
Sende, iki erle birlikte hazırlan.
Öğleden sonra karaya yazıya bu adamı götüreceksin.  Dodge şoförüne söyle, aracı göreve çıkacak şekilde hazırlasın emrini verdi.  
Her şey saat gibi işlemişti.  Enver Bey, dediği saatte geldi. Hükümlüde yanındaydı. Doruk Enver Bey’e teşekkür etti. Devriye hazırlanana kadar odasında oturup tavşankanı çay yudumladılar. Yukarı Söylemez, Karayazı yol güzergâhındaydı, geçerken Taştan’ı köyüne bırakıp geçti.
                                                                       


                                                                                       .../…


24 Nisan 2020 Cuma

Bu Gün 24 Nisan!



Yıllar önce, mevcut iktidar ve yandaşlarının cumhuriyet karşıtlığı, Osmanlı hayranlığı beni çok etkilemiş olmalı ki  Osmanlı diye bir millet mi var ?” Başlığı altında düşüncelerimi kaleme almış ve yayımlayarak paylaşmıştım

Bu yazım, hala yayın hayatını sürdüren, kapanmayan internet sitelerinde mevcut. Edebiyat Defteri Kültür Sanat platformunda da yayında!

Arzu eden 2016 yılında kaleme aldığım bu paylaşıma bir göz atma şansına sahip.

Bu yazıdan niçin söz etim,  niye hatırlatma gereği duydum? 

Okuyanlar hatırlayacak, “Diriliş ve Küçük Hikâye” başlığı ile kaleme aldığım yazımda; Turgut Özakman’ın yazdığı “DİRİLİŞ” romanı okuduğumdan söz etmiştim.

Romanı okurken, dikkatimi çeken, Çanakkale/Gelibolu Yarım Adasında, rütbeli personel arasında geçen bir konuşma ı hatırlattı, yıllar önce yazdığım yazıyı.

İsterseniz o konuşmaya hep birlikte bir göz atalım ve sonra sohbetimize kaldığımız yerden devam edelim.

          - “GELİBOLU Jandarma Taburu Ece limanı ile Savlu körfezi arasındaki uzun kıyıyı gözetlemek ve gerekirse savunmakla görevliydi.

            -Taburun bölükleri değişik yerlerdeydi.

          -Tabur komutanı Yüzbaşı Kadri Bey durmadan birliklerini gezip denetliyor, eğitim çalışmalarını izliyor askerlerle astsubay ve subaylarla toplanıp konuşuyordu.

          - 27 Alay Tabur Komutanlarından İbrahim Bey’in “Diriliyoruz” sözü duyulmuştu. Kadri bey teğmenleri topladı, “Biz kendimizi Osmanlı milletinden bilirdik, böyle bir millet var sanırdık. Türk olduğumuzu bilmezdik. Dilimizin adı Osmanlıca idi. Aslının Türkçe olduğunu bilmez, anlamazdık. Ölü bir millettik. Gençliğimizde vatan ne, vatanseverlik nedir bunları da bilmezdik.

           -Gençler şaşırdılar.

            -Bilmezdik ya.

            -Çünkü Abdülhamit döneminde ”vatan” sözcüğünün söylenmesi, yazılması yasaktı. Şimdi söylerken içimizi titreten bu sözcük otuz yıl yasaklandı. İnanılması zor ama böyleydi. Bir gün bir arkadaşımız Mehmet Emin Bey’in bir şiirini okudu. Şiir şöyle başlıyordu: Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur. Duyar duymaz içim titretti. Şair bu şiiriyle “Diril Ey Türk” diye bağırıyor ve bizi uyanmaya çağırıyordu. Bu bağırışı duyduk, çağırıya uyduk. Bir arayış, uyanış ve sonunda diriliş başladı.”

Konuşma,  birleşik donanma, “24 Nisan Cumartesi günü 300 gemi ve deniz aracıyla, Bozcaada ile Gökçeada arasında toplanmış, çıkartma için gerekli düzeni alıyorken yapılmış. Konuşmanın üzerinden bir asırdan daha çok zaman geçmiş.

Tesadüfümdür bilmiyorum, Çanakkale J.Alay Komutan’lığının 116. Taburunda bende görev yaptım. İsterseniz işin içine biraz latife katıyım, o konuşmayı dinleyenler arasında ben de vardım diye yazıyı biraz renklendireyim. Sizde olur mu canım yaradılışa aykırı diye ayağa kalkın.

Olmadığını elbette biliyorum.

Bu konuşmalar olurken zannedersem benim babam da hayatta yoktu. Fakat Osmanlı diye bir millet var mı yazıma bir göz atan bendeki dirilişi gözleriyle görecektir.

Bu gün devleti yöneten iktidar ve onun kaymağı ile beslenen vampirlerde tavan yapan, 2. Sultan Abdülhamit hayranlığını düşünen akıl eden her fani çırılçıplak görecektir.

Dün,  23 Nisan Uslusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 100’ncü yılını, dünyayı kasıp kavuran COROLA virüsü gölgesinde andık.

Bu millet kariyerinin önünde Prof.Dr. yazan “Türk dediğin bir sentezdir, Türk diye bir ırk yok” diyecek kadar cüce devşirmelere şahit oldu.

Onun için andık diyorum, çünkü sokaklara dökülüp, coşkuyla kutlayamadık. Abdülhamitçi devşirmeler, açıktan sevinmese de COVID-19 kucaklayıp öpmüştür…

Unutmayalım, “Bir gün Türkistan Pîr-i Hoca Ahmet Yesevî Hazretleri’ne sormuşlar:
-“Müslüman mısın?”
-“Elhamdülillah Türk’üm, Müslüman’ım” demiş.
-“Neden Türklüğü katıyorsun, biz dinini soruyoruz” demişler.
– ”Din seçim, Türklük kaderdir” demiş.

Cumhuriyetin kuruluşunun 100’ncü yılında umarım Atatürk’ün tanımladığı manada milli kimliğimizi hatırlar, uyanır, gerçek fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür birey olmanın şuuruna erer; bozarız, Türk'ü din adına Araplaştırmak isteyen devşirmelerinin oyununu…

22 Nisan 2020 Çarşamba

100’NCÜ YIL!


                    
Gökteki hilali yıldızı kopartıp göndere çektin
Zifiri karanlıktı ufuk şafak oldun aydınlattın  
Estin rüzgâr gibi kirli havayı sisi dağıttın
Dumanlı hava sevene kaçacak delik arattın

Kurduğun laik cumhuriyetin yüzüncü yaşı
Sağlında göğe değmişti asil Türk’ün başı
Gülmedi bırakıp gittiğin günden beri yüzü
Dağ’a düşmüş Siluet’in sel olmuş gözyaşı

 Saltanat hortladı geldi Osmanlı sultanı
Yağma hasanın böreği oldu devlet malı
İşgal etti inanç turistleri kalenin burçlarını
Tatile girmiş meclis öyle demiş başkanı

Kurulduğunda meclis işgal altındaydı vatan
Dağıtılmıştı Türk ordusu arınmıştı silahtan
Daha mı güçlü silahsız virüs düşmandan
 İhanet değilse korkulur mu küçük mikroptan

Her kim yok sayıyorsa egemenlik bayramını
Bir kaşık suda boğ Deniz’im o ezeli düşmanı
Akmasın toprağıma bir damla pis kirli kanı
Kutlu olsun  23 Nisan egemenlik ve çocuk bayramı.




Hayal Denizi
22.04.2020

19 Nisan 2020 Pazar

Farelere Elveda!!!



Doruk eve dönerken önce bakkal Miço’nun yanına uğradı! Daha önce verdiği boya siparişi akıbetini sordu.
Miço gülümsüyordu!
Sipariş tamam komutan!
Birazdan arabayla götürüp bırakacağım!.
Kime teslim edeyim?
Nereye bıraksınlar?
Diye üst üste sorular sordu. Neşesi yerine gelmişti Doruğun. Tüm moral bozukluğunun yerini çocuklar gibi seviç aldı.   Hadi beraber götürelim.  Ben teslim alayım. Eksik var mı yok mu kontrolde ederim. Ha birkaç tane şokella a ver bana, eve eli boş gitmeyim dedi.
Şokellaların parasını ödevi. 
Mustafa boyaları pikaptan indirmemişti, dükkânın kapısını çekip çıktılar. Pickupa atladılar, iki dakika sonra karakol kapısı önündeydiler.
Askerler boyaları aldı kilere taşıdı.
Doruk, sipariş listesine göre gelen boya rengi ve adedini kontrol etti. Plastik boya, yağlı boya fırçacılarına özellikle baktı.
Hepsi tamamdı.
PVC borularda eksiksiz gelmişti.
Miço malzemelerle birlikte bir de fatura bıraktı...
Doruk takıldı, atalarımız borç yiğidin kamçısıdır demiş Mustafa!
Gülüştüler.
Bakkal, malzemeleri bırakınca dükkân da kimse yok diye çay içme teklifini kabul etmedi.
Doruk, askerleri topladı, yarın yine seferberlik var.
Koğuştan başlamak üzere boya yapılacak. Eli fırça tutmaya yatkın olanlar kendini hazırlasın. Saat dokuzda başlanırsa, koğuş, yemekhane kiler, mutfak, dershanenin boyası aynı gün biter. Benim odamla yardımcı odasını hafta içine sıkıştırırız. Kapı ve pencere boyasına plastik boya bitince başlarız dedi ve keyifle ayrıldı.
Pazar sabahı, sanki mesai varmış gibi hazırlandı.
Kahvaltısını yaptı ve erkenden çıktı.
Karakola gitmeden önce Fahrettin Karaduman’a ait olan Petrol ofisine uğradı. Hem Fahrettin’i hem iki oğlunu tanıyordu. Küçük Karaduman yazıhane de, tek başınaydı.  Günaydın diyerek neşe içinde girdi büroya. Önce nezaketen, hoşbeş hal hatır muhabbeti sora sadede geldi Doruk!
Göreve geldiği ilk gün, Petrole ait aydınlatma motorundan elektrik alıp, karakolu aydınlatmayı kafasına koymuştu. Bu düşünceyi hayata geçirmenin tam zamanıydı.
Çaylar geldi! Yanında kıtlama için özel kırılmış Erzurum kesme şekeri de vardı.  Konuşma tam da tatlı yiyelim tatlı konuşalım havasında geçti.
Öneri için bizim hiçbir sakıncası yok. Motor zaten akşamları çalışıyor, bize hiçbir külfeti olmaz.  Hatta İyi olur cevabı, mutlu etti Doruğu.
Ne düşünse kolayca gerçekleşiyordu.
Bir pazara hem boyayı, hem de binayı aydınlatmayı sığdırmaya çalıştı lakin o kadar kolay değildi. Boya işi uzadı  ve de hafta içine sarktı.  
 Aydınlatmayı yalnız bina içi olarak düşünmek yerine, bahçe kapısından bina girişine kadar kablo çekerek, bayram yeri süsler gibi lambalarla süslemek fikri ağır bastı.
Doruk, binayla ilgilendiğinden daha çok, emniyet ve asayişin sağlanması ile de ilgileniyor, mıntıkadan devriyeyi eksik etmiyordu.
İki yardımcını ayrı ayrı istikametlere devriye olarak görevlendiriyor, adli mülki askeri evrak infazı aksamıyordu.
Her şey yavaş yavaş rayına oturuyordu.. 
Boya badana işi hafta içinde de devam ederken, bir akşamüstü, İlçe J. Bölük Komutanı J. Üsteğmen Subaşı ve İl Jandarma Alay Komutanı J. Albay Alparslan birlikte habersiz çıka geldi.
Petrolün motoru çalışıyor, Bahçe kapısından bina girişine kadar asılan lambalar da yanıyordu. Daha düne kadar, gaz lambasıyla aydınlanan karakol ışıl ışıldı.
Hem Bölük Komutanının hem Alay Komutanın yanan lambaları görünce gözlerinin içi güldü.. Arabadan indiler, birlikte içeriye bir göz attılar, daha birkaç gün önce sen gençsin, Karakolu A’dan Z’ye değiştireceksin diyen Albay’ın dudaklarından İsmail bu çocuk çalışıyor sözcükleri dökülüverdi.
Sora doruğa döndü, Önümüzdeki hafta Vali beyle Hınıs’a gideceğiz. Geçerken buraya da uğrarız. Senin ev işini halledelim dedi ve birlikte ayrıldılar.
O dönem Erzurum Valisi, sonradan TBMM başkanı da olan,  rahmetli Necmettin Karaduman'dı!. Günler çabuk geçti. Hafta içinde Vali ve Alay Komutanı birlikte geldiler. Onlar geldiğinde Doruk PVC boruları kendi elleriyle takıyordu ve eli ayağı toz toprak içindeydi.
Nöbetçi gelişlerini haber verince, elindeki işleri bırakı o haliyle karşıladı. Karaduman doruğa elini uzattı! Doruk ellerim toz toprak vali bey deyince, olsun astsubayım bizim tozlu topraklı elleri sıkmaya ihtiyacımız var dedi ve elini sıktı.
Sonra önce karakol binasının boyası bitmiş halini birlikte gördüler. Her şeyi çok beğendi.. Sadece kapıya sürülen gri boya metal boyası bunu değiştir dedi.
Birlikte bina ikinci katına çıkıldı, tek tek odalar incelendi ve Karaduman Doruğa istediğin iki odayı kullan dedi.
Fırsat tam da bu fırsattı.
Doruk Vali Bey Benim yardımcılarımın da oturduğu yer diyecekti, Vali Karaduman, cümle tamlamadan, onları da yanına al dedi ve çıkıp gittiler.

İyi iş başarmıştı. Girmek göz koyduğu iki odanın da temizlik ve bakımını kısa sürede tamamladı. Oturduğu evde cirit oynayan farelere veda etmeden evi taşıdı.
Bu küçük olay, hem bucakta hem Karayazı’da günlerce konuşuldu. Karayazı Kaymakamı Muzaffer Bey bile şaşırmıştı.
Dorukla ilk karşılaştığında, biz daha önce girişimde bulunduk hayır demişti, nasıl başardın sorusuna muhatap olduğunda tebessüm ediyor meslek sırrı diye cevap vermeyi tercih ediyordu.


17 Nisan 2020 Cuma

Fareler Evde Cirit Oynuyor






Pazartesi günü köy muhtarlarıyla yapılan toplantı sonrası, köy dosyalarının yükü hatırı sayılır ölçüde hafifledi. Hafta içinde celbi istenen ve liste halinde köy muhtarlarına verilen listede ismi olan, mükellefler hafta boyunca, Karakola geldi. İfade için celp edilenin ifadesi alındı. Mahkeme celbi olan, evrakıyla birlikte mevcutlu sevk edildi. Birçok ihtiyat yoklama evrakı vardı, onlar da askerlik şubesine teslim edilmek üzere gönderildi.
Bir hafta içinde çok şey başarılmıştı.
Hani çok kullandığımız bir atasözü var “Çoban İsterse Tekeden Süt Sağar” der ya a “Ayinesi İştir Kişinin lafa Bakılmaz” İşte doruk bu atasözleri içeriğine taş çıkartacak, çalışma içine girmişti.
Çalışma temposu iyiydi iyi olmasına da, moralinin çok iyi olduğu söylenemezdi.
Kiraladığı ev hiç içine sinmiyordu. Hem eskiydi, hem de eve fındık fareleri cirit atıyordu.   Şaka bir yana, ne zaman eşi ve küçücük kızıyla sofraya otursa; fareler de evde cirit oynuyordu.
Bu soruna bir çözüm bulmalıydı, ama Nasıl?
Yine göz açıp kapayıncaya kadar bir hafta bitmiş,  hafta sonu gelmişti. Hafta sonu olmasının jandarma için hiçbir mana ifade etmediğini, çok kısa sürede öğrenmişti Doruk!
Haftanın 7 günü, 24 saat görevi olan bir kurumun mensubu olanlar için hafta sonuyla, hafta içi arasında çok fark olmazdı.
Cumartesi günü öğleden sonra yine Karakola gitmiş, Hizmet defterin, nöbet hizmetlerini ve Pazar günü tabldotunu yapıyordu…
Makam odası ön cephede, Muş-Erzurum ana yolunu görüyordu. Erzurum’a bağlı, Karayazı, Hınıs, Tekman ilçesine de bu anayoldan gidiliyordu.
Bir ara başını çevirip, yola baktığında,  askeri bir jeep İl J. Alay K.lığı flamasını savurarak karakola geldiğini gördü. Şapkası aldı, kapının önüne çıktı.
Gelen Erzurum İl Jandarma Alay Komutanıydı.
Önce selam verip kendini takdim etti, tekmil verdi.
İl Jandarma Alay K. J. Albay, sadece selamı aldı, ağzından bir tek kelime çıkmadan, elini sıkmadan, içeri yöneldi. Önce mutfağa, sonra yemekhaneye, koğuşa girdi, geri döndü, Makam odasına, kapıdan başını uzattı göz ucuyla baktı ve Doruğa dönerek, bak astsubayım, sen gençsin! Bu karakolu A’dan Z’ye değiştirmeni istiyorum dedi ve makam aracına yöneldi bindi.
Doruk, yolcu etmek için arabanın yanına gitti, komutan koltuğuna oturunca: Komutanım geldiniz, karakola baktınız, bana karakolu A’dan Z’ye’ değiştir dediniz ve arabanıza bindiniz gidiyorsunuz. Bir daha geldiğinizde karakolun A!dan- Z’ye değiştiğini göreceksiniz.
 Bir ihtiyacın, sıkıntın, sorunun var mı diye bana sormadınız dedi.
Belli ki  böyle bir soru  beklemiyordu. 
 Önce şaşırdı.
Ne istiyorsun der gibi baktı Doruğun yüzüne.
Doruk, Jandarma lojmanı depremden hasar görmüş, oturulamaz raporu var. Köyde kiralı doğru düzgün ev yok.
Bir yer buldum oturulacak gibi değil.
Buyurun birlikte gidelim sizde görün. Oturulur derseniz oturayım dedi.
Benden ne istiyorsun dedi!
Karşıdaki sağlık ocağını göstererek, sağlık ocağında boş lojman var. Sağlık müdürü izin verirse oraya taşına bilirim.
Ya da lojmanın yerine Prefabrike bir lojman yapılabilinir.
O da olmaz deseniz, Karakolun üstü boş. Vali Beyle görüşürseniz, iki oda tahsis edebilir önerisi getirdi.
Albay,, Sağlık müdürü giren çıkmıyor diye  lojmanı vermiyor, Karakolun üstünü daha önce önerdik Vali Bey hayır dedi.
Lojmanı kendi imkânlarınla onar ve otur, dedi ve çekti gitti…
Doruk kızmıştı ama hiç belli etmedi.
Geri odasına girdi, günlük işlerini bitirdi, kendine bir çay söyledi, tam o arada Sağlık memuru Yılmaz, sağlık ocağı sekreteri Gıyasettin geldi. Birer çay da onlara söyledi, biraz muhabbet, gırgır şamata derken gün yine akşam olmuştu.
Sağlık memuru yılmaz ve ocak sekreteri, ayrılınca, Doruk şapkasını eline aldı, önce arka bahçeye dolanıp, Aras Irmağına uzun uzun baktı, sonra eşi ve küçük kızına yürüdü...      


                                

                                                                     …/…