Turgut Özakman’ın
“ÇILGIN TÜRKLER VE DİRİLİŞ” tarihi romanını,
yıllar önce almıştım. Çılgın Türkleri aldığım zaman bir solukta okudum. Nedense
Dirilişi okumak kısmet olmamıştı. Kitaplıkta
okunmayı bekleyen kitaplar arasındaydı.
Kısmet bu
günlereymiş.
Birkaç gündür, Özakman’ın
DİRİLİŞ Çanakkale 1915’i elimde. Bilişim çağının salgın hastalığı, bilgisayar
bağımlılığından, fırsat buldukça okuyorum.
Rene Descartes “okumak geçmiş yüzyılların en iyi insanlarıyla
sohbet etmek gibidir.” Demişti. Filozofların tarihin derinliklerinden süzülüp
gelen sözlerinin, ne kadar güncel olduğu ve hiç eskimediğine şahitlik ediyorum.
Birleşik donanma Fırkateyn topları, Gelibolu yarımadasındaki Türk
mevzilerini susturmaya çalışırken, İstanbul’da yaşanan anekdot dikkatimi çekti.
Malum, 2002 yılından beri Osmanlı’yı
diriltmek isteyen, saltanat özlemi duyan, saraya özenen, Osmanlı ecdadım diyen,
halifelik rüyası gören, fikir ve düşünce, dümensiz pusulasız açılmış pupa
yelken, engin Denize…
İşin garibi, o dönemde esir pazarlarında
alınıp satılan, saraylara cariye olan, cahiliye döneminde kuma gömülen, kadın
ve kızlarımızın hatırı sayılır ekseriyeti de; bu gidişe karşı çıkacağına, omuz
veriyor yol açmak için çalışıyor.
Sırf bu yüzden, dikkatimi çeken anekdotu
paylaşmak istedim. Belki bir mum olur aydınlatır karanlığa giden yolu.
Hadi, gelin hep birlikte bir göz atalım!
“HATİCE
HANIM!
Günlerdir "Beni Sultanahmet meydanına götür, sana
orada göstermek ve söylemek istediğim şeyler var"
Mithat Şükrü Bey!
Eşinin bu isteğini bir türlü yerine
getirmemişti.
Hiç zamanı
olmamıştı.
Bu isteğin
nedenini de öğrenememişti. Sorduğu zaman eşi gülümsüyor ve susuyordu.
Bugün zamanı
vardı.
Hava da açık ve
ılıktı. Kahvaltıdan sonra eşine, "Ben hazırım" dedi.
Ben de şimdi
hazır olurum."
Çarşafını
giyiverdi.
Kapalı arabayla
Sultanahmet meydanına geldiler. Araba meydanda durdu. Hatice Hanım peçesini
kapatıp sıkıştırdı.
Arabadan indiler.
Dünyanın en
önemli meydanlarından biriydi burası. Tarihin harman olduğu yerdi. Arabadan
biraz uzaklaştılar.
Mithat Şükrü Bey
kaç kez gördüğü meydana yine hayranlık içinde baktı.
Hatice Hanım,
"Mithat Şükrü Bey." Dedi…
Ben Sultanahmet
Camisini, dikili taşları, Aya Sofya Camisini iyice görmek istiyorum.
Peçenin
arkasından her şey soluk, gölge gibi, belirsiz, yarım yamalak görünüyor.
Peçemi açıp
bakabilir miyim?
"Mithat Şükrü
Bey’in aklı başından gitti. Çevreden birçok sarıklı, fesli erkek geçmekteydi.
Tanıyanlar saygıyla selam veriyorlardı.
İttihat ve
Terakki Partisi Genel Sekreteri Mithat Şükrü Beyefendi'nin eşi
Hatice Hanım'ın
yüzünü açıp da bir Frenk kadını gibi çevreye baktığını görünce neler demezler,
neler olmazdı!
Yerinden zıpladı!
"Aman, hayır, sakın!"
Hatice Hanım
gülümsedi:
"Korkmayın,
korkmayın, açmam.
Ama düşünün
lütfen!
Bir Müslüman Türk kadını çıplak gözle bu
tarihi meydana bakamıyor güzelim camilerini göremiyor, bir yalıda oturmuyorsa
cennet Boğaz’ı seyredemiyor, eşsiz şehrini tanımıyor.
Çünkü peçeli!
Görmek için
peçesini açsa kıyamet kopar.
Din, namus, ırz,
şeriat elden gidiyor diye çığlıklar atılır.
İstanbul'un
güzelliklerini siz erkekler biliyorsunuz. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler,
Frenkler, Moskoflar, trahomlular, şaşılar, miyoplar biliyor.
Ama biz
bilmiyoruz.
Şu kahrolası peçenin arkasından ne kadar
görünürse o kadar görebiliyoruz. Yarı kör gibiyiz. Bu peçe ile gözlerimize mil
çekiyorsunuz.
Karşıya geçmek
için vapura binebiliriz ama açıkta oturup,
Boğaz'ı seyredemeyiz, Boğaz havası alamayız, yüzümüzü o güzelim rüzgâra
veremeyiz.
Alt katta,
bizlere ayrılmış bir yere kapanmak zorundayız.
Açıkta, eşimizle
babamızla, kardeşimizle bile birlikte oturamayız.
Allah'ın emri mi
bu?
Hayır!
Kendini Allah'ın
yerine koyan, O'nun adına yeni yasaklar getiren yobazın emri. Peki, iktidar olarak ne yapıyorsunuz?”
Beğendiniz mi?
Elbette herkes
beğenmek zorunda değil!
Demokrasi demek,
düşünce özgürlüğü demek. Atatürk’ün deyimiyle “fikri hür, vicdanı
hür, irfanı hür, “ olmak demek.
Öyleyse hiç kimsenin bizimle aynı
düşüncede, fikirde olmasını, bizim beğendiğimizi beğenmesini, istemek gibi bir
düşüncemiz olmaz, olamaz.
Soru lafın gelişi sorulmuştu.
Dirilişin yazarı Turgut Özakman; yıllarca emek vermiş, bilgi ve belge toplamış, Çanakkale 1915’i bir
kitaba sığdırmış.
Okumak isteyene şu kadarını söylemeliyim.
Okursanız İnanın, 1915 yılını Çanakkale’de
yaşayacak, Nusrat gemisiyle mayın
dökecek, Edremit’li Topçu Eri Seyit’le 275 kiloluk top mermisini kucaklayıp
topa yerleştireceksiniz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder