13 Nisan 2020 Pazartesi

DİRİLİŞ VE KÜÇÜK BİR HİKÂYE



Turgut Özakman’ın  “ÇILGIN TÜRKLER VE DİRİLİŞ” tarihi romanını, yıllar önce almıştım. Çılgın Türkleri aldığım zaman bir solukta okudum. Nedense Dirilişi okumak kısmet olmamıştı.  Kitaplıkta okunmayı bekleyen kitaplar arasındaydı.
Kısmet bu günlereymiş.
Birkaç gündür, Özakman’ın DİRİLİŞ Çanakkale 1915’i elimde. Bilişim çağının salgın hastalığı, bilgisayar bağımlılığından, fırsat buldukça okuyorum.
Rene Descartes “okumak geçmiş yüzyılların en iyi insanlarıyla sohbet etmek gibidir.” Demişti. Filozofların tarihin derinliklerinden süzülüp gelen sözlerinin, ne kadar güncel olduğu ve hiç eskimediğine şahitlik ediyorum.
Birleşik donanma Fırkateyn topları, Gelibolu yarımadasındaki Türk mevzilerini susturmaya çalışırken, İstanbul’da yaşanan anekdot dikkatimi çekti.
Malum, 2002 yılından beri Osmanlı’yı diriltmek isteyen, saltanat özlemi duyan, saraya özenen, Osmanlı ecdadım diyen, halifelik rüyası gören, fikir ve düşünce, dümensiz pusulasız açılmış pupa yelken, engin Denize…
İşin garibi, o dönemde esir pazarlarında alınıp satılan, saraylara cariye olan, cahiliye döneminde kuma gömülen, kadın ve kızlarımızın hatırı sayılır ekseriyeti de; bu gidişe karşı çıkacağına, omuz veriyor yol açmak için çalışıyor.
Sırf bu yüzden, dikkatimi çeken anekdotu paylaşmak istedim. Belki bir mum olur aydınlatır karanlığa giden yolu.
Hadi, gelin hep birlikte bir göz atalım!
HATİCE HANIM!
 Günlerdir  "Beni Sultanahmet meydanına götür, sana orada göstermek ve söylemek istediğim şeyler var"
Mithat Şükrü Bey!
 Eşinin bu isteğini bir türlü yerine getirmemişti.
Hiç zamanı olmamıştı.
Bu isteğin nedenini de öğrenememişti. Sorduğu zaman eşi gülümsüyor ve susuyordu.
Bugün zamanı vardı.
Hava da açık ve ılıktı. Kahvaltıdan sonra eşine, "Ben hazırım" dedi.
Ben de şimdi hazır olurum."
Çarşafını giyiverdi.
Kapalı arabayla Sultanahmet meydanına geldiler. Araba meydanda durdu. Hatice Hanım peçesini kapatıp sıkıştırdı.
Arabadan indiler.
Dünyanın en önemli meydanlarından biriydi burası. Tarihin harman olduğu yerdi. Arabadan biraz uzaklaştılar.
Mithat Şükrü Bey kaç kez gördüğü meydana yine hayranlık içinde baktı.
Hatice Hanım, "Mithat Şükrü Bey." Dedi…
Ben Sultanahmet Camisini, dikili taşları, Aya Sofya Camisini iyice görmek istiyorum.
Peçenin arkasından her şey soluk, gölge gibi, belirsiz, yarım yamalak görünüyor.
Peçemi açıp bakabilir miyim?
"Mithat Şükrü Bey’in aklı başından gitti. Çevreden birçok sarıklı, fesli erkek geçmekteydi. Tanıyanlar saygıyla selam veriyorlardı.
İttihat ve Terakki Partisi Genel Sekreteri Mithat Şükrü Beyefendi'nin eşi
Hatice Hanım'ın yüzünü açıp da bir Frenk kadını gibi çevreye baktığını görünce neler demezler, neler olmazdı!
Yerinden zıpladı!
 "Aman, hayır, sakın!"
Hatice Hanım gülümsedi:
"Korkmayın, korkmayın, açmam.
Ama düşünün lütfen!
 Bir Müslüman Türk kadını çıplak gözle bu tarihi meydana bakamıyor güzelim camilerini göremiyor, bir yalıda oturmuyorsa cennet Boğaz’ı seyredemiyor, eşsiz şehrini tanımıyor.
Çünkü peçeli!
Görmek için peçesini açsa kıyamet kopar.
Din, namus, ırz, şeriat elden gidiyor diye çığlıklar atılır.
İstanbul'un güzelliklerini siz erkekler biliyorsunuz. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Frenkler, Moskoflar, trahomlular, şaşılar, miyoplar biliyor.
Ama biz bilmiyoruz.
 Şu kahrolası peçenin arkasından ne kadar görünürse o kadar görebiliyoruz. Yarı kör gibiyiz. Bu peçe ile gözlerimize mil çekiyorsunuz.
Karşıya geçmek için vapura binebiliriz ama açıkta oturup,  Boğaz'ı seyredemeyiz, Boğaz havası alamayız, yüzümüzü o güzelim rüzgâra veremeyiz.
Alt katta, bizlere ayrılmış bir yere kapanmak zorundayız.
Açıkta, eşimizle babamızla, kardeşimizle bile birlikte oturamayız.
Allah'ın emri mi bu?
Hayır!
Kendini Allah'ın yerine koyan, O'nun adına yeni yasaklar getiren yobazın emri.  Peki, iktidar olarak ne yapıyorsunuz?”
Beğendiniz mi?
Elbette herkes beğenmek zorunda değil!
Demokrasi demek, düşünce özgürlüğü demek. Atatürk’ün deyimiyle “fikri hürvicdanı hürirfanı hür“ olmak demek.
Öyleyse hiç kimsenin bizimle aynı düşüncede, fikirde olmasını, bizim beğendiğimizi beğenmesini, istemek gibi bir düşüncemiz olmaz, olamaz.
Soru lafın gelişi sorulmuştu.
Dirilişin yazarı Turgut Özakman;  yıllarca emek vermiş,  bilgi ve belge toplamış, Çanakkale 1915’i bir kitaba sığdırmış.
Okumak isteyene şu kadarını söylemeliyim.  Okursanız İnanın, 1915 yılını Çanakkale’de yaşayacak,  Nusrat gemisiyle mayın dökecek, Edremit’li Topçu Eri Seyit’le 275 kiloluk top mermisini kucaklayıp topa yerleştireceksiniz…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder