30 Temmuz 2017 Pazar

Özgürlüğe Merhaba!

Cumhuriyet gazetesi davasının son duruşmasından, 7 tahliye 5 tutukluluğa devam kararı çıktı!
Duruşmaya katılan sanıklardan; Musa Kart, Bülent Utku, Önder Çelik, Mustafa Kemal Güngör, Güray Öz, Hakan Kara ve Turhan Günay,  özgürlüğe merhaba derken: Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Ahmet Şık ve Kemal Aydoğdu kolları kelepçeli ceza evine geri döndüler.
Şöyle hep birlikte, elimizi şakağımıza koyalım, bi  düşünelim  bu ne anlama geliyor?
Doğrusunu söylemek gerekirse, “Ergenekon,  Balyoz, Casusluk” davaları ne anlama geldiyse bu da  onların bire bir kopyasıdır.
Bir kere daha iktidarın hukuksuzluğunu, yargı istemese de; her şeye rağmen  karara bağlayacak ya da bağlamak zorunda demektir.
Türkiye; hukukun bittiği, adaletin tatile çıktığı; hâkim ve savcıların bağımsızlığını kaybettiği, cahiliye döneminin karanlığında çok zorlu, yazılı teste tabi tutuluyor.
Atatürk’ün izinde yürüyen, Türk milleti: tarihinden aldığı ışıkla, bu sınavı verecek, cumhuriyet zor da olsa ipi göğüsleyecek diye umut etmek isterim.
Atalarımız, “Her yokuşun bir inişi” “ her gecenin bir sabahı var” dememiş mi?  
Öyleyse?
Tahliyeleri, şafak sökmesi olarak yorumlamak, karanlığın sonu geldi diye değerlendirmek düşüyor bize.
Tahliye edilen 7  ve  tutukluluğu devam eden 5  sanığın ifadelerini tek tek okudum.
Duruşmada savunma yaparken; elini ovuşturan, boynunu büken, mahkeme heyetine yalvaran gözlerle bakan bir sanık bile yoktu.
İfadeleri özetleyip canınızı sıkacak, dikkatinizi dağıtacak değilim. İfadeleri ve sanıkların duruşunu merak edenler, muhteşem dik duruşu okusun isterim.
O zaman bu yazının vermek istediği mesaj daha iyi anlaşılacak ve değerlendirmek daha da kolaylaşacak.
Özellikle, mahkeme başkanı ile tutuklu sanık Ahmet Şık arasında geçen konuşma ve tutanaklara yansıyan  ifadenin, Hukuk Fakültelerine ders notu; yüksek lisans eğitimi yapanlara Doktora tez’i olabilecek nitelik ve niceliği görülmeli.
Ahmet Şık’ın annesi Fatma  hanımın:  “Adalet sarayı yazan bina, çirkefliklerin yeridir. Kesinlikle adalet yok ,adalet satılmış. Burası hukuk devleti olsaydı oğlum içeride olmazdı” diye konuşan Fatma Şık sözlerine şöyle devam etti: “Bu ilk değil. Ama dimdik ayaktayım. Gerçekler yerini bulacak. Allah kahretsin. Yaşasın adalet, yaşasın özgürlük. Adalet sarayları başlarına yıkılacak.”  Tepkisi ise alkışı  çok çok hak etmiş!

Tutuklu annesinin, mahkeme kararına karşı gösterdiği bu tepki bile, şafak vakti çöken zifiri karanlığın bu yüzden arttığına işaret sanki!
Lafı çok uzatmanın bir manası yok!
Eski defterleri açmanın da kimseye faydası olmayacak. En iyisi gelin biz sözü , Nazım Hikmet’e bırakalım. Ve  bu yazıya son noktayı “Yaşamak şakaya gelmez” Şiir’iyle koyalım!
Ne dersiniz?


Yaşamak şakaya gelmez,
 büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
                       bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
                        beyaz gömleğinle bir laboratuarda
                                    insanlar için ölebileceksin,
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
                        hem de en güzel en gerçek şeyin
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
                                      yaşamak yanı ağır bastığından.
                                                                    






22 Temmuz 2017 Cumartesi

SECRET(sır)


 Sevgili; Cumhuriyet Çocukları, değerli  Atatürk Gençliği; kökleri Altaylara uzanan, Ergenekon destanı yazan; Türk Milliyetçileri!
Ulusalcı Vatanperver  ve de Anadolu'nun 7. Bölgesinde yaşayan, Mustafa Kemal Atatürk’ün deyimiyle, “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyebilen: değişik kültür ve etnik kimliği benimsemiş,  “Aziz Türk Milleti”!
Bu yazımda, aydınlanmış  insanların asırlardır bildiği, aydınlanmak isteyenlerin tanışmak için can attığı “SIR”dan  söz etmek istiyorum.
Sır  da nereden çıktı diyenlerin yüzündeki gülümsemeyi görüyor, dudağından dökülen soru işaretli cümleleri işitiyorum.
Tarih boyunca, bir çok  adem oğlu  “SIR”la tanışmış. Onu yakın dost ve arkadaş edinmiş!  Hata Dünyanın Yedi Harikasından biri olan Babil’in Asma Bahçeleri’ni “SIR’I” bilenler yaratmış.
Ayrıca ” Hz Adem, Hz İbrahim, Hz Musa, Hz İsa, Hz Muhamed’ ’”  ve  adını bile bilmediğimiz bir rivayete göre 124 bin peygamberde sır sahibiymiş.
Filozof unvanı verdiğimiz bir çok bilim ve ilim adamı, felsefeci dediğimiz düşünürler, .Veliler, Evliyalar, şairler de var, sır’ı bilenler arasında.

Çığ gibi yeni  bir nesil doğuyor; “Sır”ın aydınlattığı bilim dünyasına! 
Elbette Nebilikle şereflendirilen, nübüvvet verilen, Peygamberlikle şereflendirilenlerin o unvanları da inkar etmiyor bilim!
İlmin  hedefinde:unvanların  ucunda var olan gerçeğin altını çizmek; güçlü bir projöktörle, bilişim çağına ışık tutup, yolu  aydınlatmak var.  
Sır’ı öğrenmez, bilimden ayrı düşerse insanlık; bilenler bilmeyenleri, özellikle İslam dünyasında; şimdi olduğu gibi, bundan sonrada, koyun sürüsü yerine koyma ve sürüye çobanlık etme cehaleti sürecek, insanlık karanlığa yolculuk edecek!
 Allah'ın Halife olarak yarattığı,  insanları kul; kendilerini halife diye yutturacak  maymunlar türeyecek, muhasır medeniyete giden yolda saman yanacak,  her yer toz duman olacak.
Bilirsiniz” Kurt Dumanlı Havayı Sever” atasözü bizim.
 Şimdi lafı daha çok uzatmadan, sadede gelelim.  
Öncelikle, bu yazıyı yazmaya neden ihtiyaç duyduğumu açıklamalıyım.
Anadolu’nun çok ama pek çok değerli ve mümtaz  İnsanları! Hepimiz biliyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti  iyi yönetilmiyor.
İktidarı elinde bulunduranların Atatürk karşıtlıkları, Cumhuriyete olan sadakatsizlikleri, parlamenter rejimi içlerine sindirememişlikleri, milletimize kan ağlatan terör örgütleriyle yan yana, iç içe basına düşen: resim, video ve benzeri neşriyatları paylaşarak;kimimiz bilerek bir çoğumuz da bilmiyerek, paylaşım yaparken; devleti yönetim biçimlerini,  iktidar anlayışlarını, rejime karşı tavırlarını: onaylamadığımız ve paylaşmadığımız düşüncenin, değirmenine oluk oluk su taşıyoruz.
Kim mi Diyor?
Filozof Bob ProcTor, Metafizikçi Dr Joe Vıtale, Girişimci ve Parakazanma uzmanı John Asaraf, Filozof Dr, JOHN DEMARTINI veya Psikolog Dr DENIS WAITLEY vs vs o kadar çok ki, hangi birisini Sayayım?
Elbette epsini saymayacak, isimlerin verdiğim aydınlanmış bilim adamlarından birkaç örnekle yetineceğim.
İşte kim diyor, sorusuna kısa birkaç  cevap!
BOB PROCTOR Diyor ki ,“muhtemelen yerinizde oturmuş “sır nedir?” diye merak ediyorsunuz”.
Ve devam ediyor:
 “Hepimiz mutlak bir güçle çalışırız. Hepimiz kendimizi aynı yasalarla yönlendiririz. Evrenin doğal yasaları o kadar kesindir ki, uzay mekikleri yapmakta zorlanmayız. İnsanları Aya gönderebiliriz ve iniş anını saniyelik hesaplarla ayarlayabiliriz.”
“Her nerede olursanız olun, İster Hindistan, ister Avusturalya,, Yeni Zelanda, Stockholm, Londura, Toronto, Montreal ya da New York olsun hepimiz aynı güçle çalışırız”.
Tek bir Yasa'yla.
Çekim yasası.
 Sır, Çekim Yasasıdır!”

“Hayatınızda yaşanan her şeyi siz kendiniz, hayatınıza çekiyorsunuz. Ve bunları aklınızdaki imgelerin etkisi sayesinde çekiyorsunuz. Önemli olan ne düşündüğünüz. Aklınızdan ne geçiriyorsa onu kendinize çekiyorsunuz.”
Mıke Dooley’da: “Düşünceler somutlaşır” diyor…
John ASSARAF “En çok neyi düşünüyorsanız o o olursunuz, aynı zamanda en çok neyi düşünüyorsanız onu çekersiniz”.
BOB PROCTOR: “Eğer bir şeyi zihninizde canlandırabiliyorsanız, onu elinizle de tutacaksınız demektir” demiş.
Zannedersem anlatmaya çalıştığımı gerçeği ucundan kıyısından da olsa bir nebze olsun aydınlattığımı ifade edersem yanlış olmaz.
 Kaldı ki: Farkındalığın yazarı OSHO,  Sahip Olmak Ya Da Olmamak’ın yazarı  ERICH FROM, Şimdidin Gücü’nün yazrı
ECKHART TOLLE hep aynı şeyi yazıyor ve okuyucusunu uyandırmaya çalışıyor.
Milletin uyanmasını istemeyenler kim biliyor musunuz?  Diyanet işleri başkanlı başta olmak üzere, Türkiye’yi yöneten ve kendilerine muhafazakar diyen devşirmeler. Kalemim edebinden devşirme dedi! Okuyucu  o sözcük yerine aynı anlama gelen zenginleştirilmiş sözcükler koyabilir.



Farkında mısınız?  Türkiyeyi 2 bin 2 yılından beri,  aynı kadrolar yönetiyor! Bu  kadro iktidara geldiğinde; 81 İlden sadece birkaç ilde  OHAL uygulaması kalmıştı. Ve iktidarın 15. Yılında  Türkiye geneli ve 81 il OHAL’SİZ  ile yönetilemez hale gelmiştir.
Sözün özü ne diyorum biliyor musunuz, kılavuzu karga olanları, sosyal medyada paylaşmayalım. Onları aklımıza getirip, çekim yasası alanına almayalım. Bu memleketi onlardan daha iyi yöneteceğine inandığımız kimseleri düşünelim, paylaşalım.
Hatta biraz daha ileri gidelim, haber bültenlerinde de iktidar konuşmacılarına yer vermeyelim. Göreceksiniz ki hem biz rahat edeceğiz hem onlar küçülecek yok olup gidecekler.




19 Temmuz 2017 Çarşamba

Hatırladın mı?



Hatırladın mı sevgilim
Beyaz giydiğin o geceyi
Kına koymuştun avucunun içine
Birazda bulaştırmıştın kınayı
Tırnaklarının üstüne
Gelinliğin sürünürken yerde
Süzülmüştük sen kolumda 
Salonun içine****
Orkestra çalarken şarkımızı
Konuklar dansa davet etmişti piste
Elimden tutmuştun hani
Ellerim ter içindeydi sanki
Duydun mu yüreğimin sesini
Kuş gibi çarpıyordu kalbim
Yerinden çıkacaktı yüreğim
Yüzümde okunuyordu heyecan
Bir vals girdi orkestra o an
Yabancıydı dans bana
Kendimi emanet ettim sana
Ara sıra bassam da ayağına
İdare ettin ayaklarına basıla basıla
Pist boşaldı bir an
Kanım donacaktı o an
Zeki girdi araya güzel bir şarkıyla
“Ah diyordu Ah”
Bu şarkıların gözü kör olsun
O söylerken sessiz sahnede
Biz oturmuş bakışıyorduk göz göze
Hayalimiz yetiyordu ikimize
Şimdi yine Zeki var albümde
Yine o şarkı dilinde
Sanki o günkü gibi keyfide yerinde
“Ah diyor Ah”!
“Bu şarkıların gözü kör olsun”'***


NK

18 Temmuz 2017 Salı

Kirpikleri Islak



kim demiş görmediği birini
sevemez diye insan
kim demiş anlaşamaz
bilmiyorsa geçerli bir lisan
zümrüt yeşili bir çift göz
bakıyorsa çok çok uzaktan
konuşur gözler
görmeden de sever
bir birini iki insan
aradaki mesafe bir mizan
kimi kuş uçumu
kimisi kurşun atımı
arşınla da ölçülür
küçük tepelerle tarif edileni
uzak yıldızlarla boy ölçeni
ay’ı heybesinde taşıyanı caba
hepsi aynı istikamete yürüyor
martı mavi denizin üstünde
kanat çırparken
kınalı keklik
iki dağ arasında süzülüyor
ya sevdaya ne demeli
dili tutulmuş
suskun
lal
ne çırpacak kanadı
ne de süzülecek takati var
oltanın ucundaki balık misali
çırpınıyor boynu bükük
bakan gözler umutsuz kirpikler ıslak!
NK

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Fuhuş Ve İlk Taş!

     
                                   
Bu sabah İnternet'e girince, Doğan Haber Ajansı kaynaklı bir fuhuş haberi takıldı gözüme! Bursa Asayiş Şube Müdürlüğü Ahlak Büro Amirliği ekipleri bir fuhuş operasyonuna imza atmış.   
“Ekip tarafından yapılan operasyonda, fuhuş yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alınan 23 kadından 7'sinin hamile olduğu ve bu halde fuhuş yapmaya devam ettikleri ortaya çıkmış”
Bu tür olaylar, mesleği polis ve jandarma olanlar için sıradan vakıadır. Ve gazete muhabiri bu sıradan haberi “Korkunç gerçek fuhuş operasyonuyla ortaya çıktı” manşetiyle ilgi odağı haline getirmeyi başarmış.
Şaka bir yana “KORKUNÇ GERÇEK” ifadesi olmasa haber dikkatimi çekmezdi!
Merakla okudum.
Sıradan bir haberi okunur hale getirmek elbette işi gazetecilik olan muhabirin kişisel becerisi olarak değerlendirilmeli.
Her neyse, buraya kadar yazdıklarım haberin özetlenmesinden ibaret.
Esasen söyleyeceklerim bundan sonra başlayacak.
 Onun için diyorum ki, yazdıklarımı lütfen ön yargısız okuyalım!
Peşin peşin kimseyi suçlamayalım.
Hele hele kadınlara hiç dil uzatmayalım.
Niçin mi böyle konuşuyorum?  
Bu soruyu soran aslında ben değilim. Anılarım, tanıklıklarım ve birçok korkunç gerçeklere yakından şahitliğim.
Manşeti okuyunca; anılarım hatıralarım, bilincim ve bilinçaltım, beni yaka paça sürükleyerek yıllar öncesine götürdü.
Şu 3 günlük fani dünyada, insanoğlu neler yaşıyor nelerle karşılaşıyor bir bilseniz; yaz sıcağında donar kalırsınız!
Hatay’da görev yapmasaydım, İskenderun’un suyunu içmeseydim, yukarıdaki haberi okuyunca sadece yakalanan kadınları suçlamak ilk işim olurdu.
Ne ahlaksızlıkları kalırdı ne de günahkârlıkları!
Lakin şimdi öyle düşünenlerin çok çok yanıldıklarını biliyorum.
Yüzlerce operasyona katıldım.
Onlarca otel baskını düzenledik. Yüzlerce Beyaz kadın tüccarlarının eline düşmüş masum genç kadın ve kızın hayat hikayelerini tutanaklara geçirdim.
Hiç ama hiç birinin ağzından, o bataklığa kendi rızası ile girdiğini, bedenini isteyerek içki masalarına meze ettiğini dinlemedim.
Her birinin, içler acısı ayrı bir hikayesi var!

Her birinin bataklığa sürüklenmesinde, sakalı bıyığı olan, pantolon giyen; ayak kapsının topuğuna basan, elinde kehribar tespih çeken, sözüm ona erkek müsveddeleri var.
Bir senaryo yazarı otursa, fuhuşta yakalanan bir kadını uzun uzun dinlese; her birinin hikayesinden gişe rekoru kıracak Yeşilçam film senaryosu yazar.
Belki bir gün, fuhuş bataklığına sürüklenen, içki masalarına meze edilen,  masumlardan birinin hayat hikayesini kısaca yazmak nasip olur.
Şimdi lafı çok uzatmadan, gazete sayfalarına boy boy resimleri konulan hayat kadınlarının niçin orada oldukları, gerçekten analiz edilmeli ve bu sosyal yara acilen sarılmaya muhtaç derim.
Ve bu yazıya son noktayı Hz İsa’ya atfedilen ünlü bir anekdotla koymak isterim.
Rivayet olunur ki  “Zina yaparken yakalanan bir kadın Hz. İsa’nın huzuruna getirilir ve onun şeriat gereği taşlanarak öldürülmesi gerektiği dile getirilerek kuralın uygulanması için İsa’nın buyruk vermesi istenir.
Hz.  İsa bunun üzerine şöyle der:
 “Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın!”
Bunun üzerine hiç kimse kadına taş atmaz, kadını yargılayamaz ve evlerine dağılır.
İsa da kadını affederek gönderir.
Bu  anekdotu neden paylaştım?
İşte bu sorunun cevabını kendi kendimize vermeliyiz. Hatta gazete manşetlerine düşen  kadınlara ilk taşı, onların o bataklığa düşmesinde  günahı olmayan iktidar mensupları atsın diye tempo tutmalıyız.
Görelim bakalım, bu memleketi gül gibi yönettik diyenlerden hangisi çıkıp   ilk taşı atabilecek?



15 Temmuz 2017 Cumartesi

Cilalı İbo!

                                                         
İstanbul Şehir Tiyatrosunun efsanelerin dendi. Tiyetro’da  komedi deyince ilk akla gelen isimdi. “Cilalı İbo” filmleriyle yeşil çamın yıldızları arasında çoban yıldızı gibi parlamıştı.
Rahmetli Feridun  Karakaya’dan söz ediyorum.

Karakaya’yı yeni nesil gençlik pek çok tanımaz. Hele hele son 15 yılın burjuvazi gençleri hiç bilmez. Onların aklı fikri mal mülk  para; makam ve mevkide.
Kazanmadan zengin olmak, emek vermeden belli makam ve mevkiye ulaşmak ana hedefleri. Hani diyorlardı dindar gençlik yetiştireceğiz diye, biraz önce tanımladığım gençlik, onların eseri.
Elbette Atatürkçü, Cumhuriyete bağlı, parlamenter rejime sadık  gençliği bu tanımlamadan; ayrı tutar ve tenzih ederim.
Niye cilalı İbo? 
Halbu ki bu gün, Türkiye Cumhuriyetinin beyni, Mustafa Kemal Atatürk’ün eseri; TBMM  bombalandığı günün yıl dönümü.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurduğu Türkiye Cumhuriyetini yok etmek için Milletin kendi çocuklarına, kendi vatandaşlarını öldürten sapık bir ideolojinin kendi heva hevesini tatmine kalktığı kara bir gün!
Türk milleti için hazin bir gün, iktidar içinse iktidarsızlıklarının belgesi utanç karnesi.
Papa’nın gizli kardinal ünvanı verdiği bir gayrımüslim’in haddini aşıp Türkiye Cumhuriyetin yıkmaya cürhet  ettiği gündür 15 temmuz.
Neresinden bakarsanız bakın, 15 temmuz’da olup biten hernevarsa, Türkiye’yi yöneten iktidar için utanç duvarıdır.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım.
İstanbul Tiyatrosunun usta komedyeni Cilalı İbo’ya 15 Temmuz için bayram diye senaryosu yazıp verseler, bu komediyi oyna deselerdi; yüzünüze bakar elinin tersiyle o senaryoyu  yazanların suratına çarpardı.
Komedi deyip geçmeyin. Komedinin bile bir namusu bir ağırlığı, masumiyeti  ve ciddiyeti var!
Kiralık kalemlerin, cilalayıp şişirdiği; hak etmediği bir çok sıfatlarla donattığı komedyen, yüzünü görmek için cama, özünü görmek için cana bakmalı.
Yeşil dolarlarla beslenen, ala kargaların kılavuzluğu, Cilalı İbo’ya 15 Temmuz çöplüğünden su içirmiştir.

Atatürk’ün “Çalışkan ve Zeki ” diye tanımladığı bir Milleti avanak Avni yerine koymak; başarısızlığı bayram diye kakalamak kendi kendilerini kandırmak olur.
Bunu görmek için üstün zeka; özel yetenek gerekmez ve  istemez, yalnız aklını kullanmak yeterde artar!


10 Temmuz 2017 Pazartesi

GÜLMEK BEDAVADUR



Karadeniz’den bir temel fıkrası  anlatarak başlayım söze; ister gülün ağlanacak halimize, ister  ağlayın!
Cennet Vatanımız Anadolu’nun her bölgesinde yaşayan yurtaşlarımızın, kendine özgü örfü, geleneği;  adet ve töreleri var. Her bölgemizde ayrı bir Nasrettin Hoca yaşar!
İşte Bu gün anlatacağımız fıkra’nın kahramanlarıda Karadeniz bölgemizin, Nasrettin Hocalarıdır.
 Üretilen fıkralar Temel/Fadime ikilisi adına anlatılır. İdris –Dursun  adına dillendirilir.
Lafı daha çok uzatmayayaım! Gelin hep birlikte Temel ve Fadime’nin lunapark macerasını canlı izleyelim.
-Temel ile  eşi Fadime lunaparka gitmişler.
-Fadime;
Ula Temel ben hao salincağa binmek isteyirum…
-Temel;
-Olmazz… Donun gözükür…
-Fadime;
-Ama binmek isteyirum…
-Olmaz deyirum da!
-Bir ara Temeş başka tarafa bakmış. Fadime kaşla göz arasına salıncağa binivermiş.
-Temel başını çevirdiğinde ne görsün?
-Fadime salıncağa binmiş dönüyor…
-Ula Fadime donun gözükecek demedum mi ben saa…
-Fadime;
-Gözükmez Temel’um gözükmez, çıkardum oni…
Fıkra  okununca insan istemesede, yüzünde bir tebessüm oluşuyor.  Karadeniz fıkraları insanlarımızı bedavaya güldürüyor. Allah insanlarımızı gülmekten alıkoymasın diyelim ve biraz  Ülkemizin içinde bulunduğu kaosuda göz önünde bulundurarak düşünelim.
Sahi Millet olarak gülecek durumdamızyız? Biliyorum bu soruya nüfus sayımız kadar, yani seksen milyon değişik cevap alınabilinir. 
Niye gülmeyelim diyen kadar, gülecek halimiz mi kaldı, diye soran da çıkacaktır. Çok detaya girmeye gerek yok!
Basına , “AP’den şok Türkiye kararı” diye yansıyan ; Avrupa Parlamentosunun Müzekkerelerin askıya alınması nı öneren Türkiye Raporunun kabul edilmesi; Fadime’nin görünmesin diye çıkarttığı donu değil mi?
Ya da, askıya alınan hukuku, olmayan “ADALET” i arayanların, Ankara’dan İstanbul’a yürüyüşü, gerçekte görünmesin diye giydiğimiz  donun altındaki mahremimiz değil mi?
Bir ülkenin fıkraları ve özlü sözleri, geçmişten geleceğe ışık tutar; yol gösterir. Bakın Şems-i Tebrizi ne güzel söylemiş!

“Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor. Derin denizleri ise ancak derin sevdalar. Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her sey susuyor. Anladım ki susan her şey derin ve heybetli.”
Burnunun ucunu görmekten aciz, kendilerini dev aynasında görenler; boşa kürek çekmeyi bırakmalı ve 365 gün boş boş konuşmak yerine, Temel ve Fadime’ye  kulak vermeli, Şems-i Tebrizi’den ibret almalı! işte o zaman, küçük esintilerin önünde; gazel olmuş  söğüt yaprağı gibi uçup  savrulmazlar...



1 Temmuz 2017 Cumartesi

Boz Öküz


Bu gün kuracağım ilk cümleleri,  Saadettin Kutlu’nun sözlerini yazdığı, Muzaffer Sarısözen’in bestelediği Van yöremize ait muhteşem bir türkünün nakarat sözleriyle, tamlayarak başlamak istiyorum
Cümlelere eklediğim tamlama mısralarını, cümle ile birlikte değerlendirmeli ve özünüze göre yorumlamalısınız.
TBMM bombalandığı Tarihin yıl dönümüne 2 haftadan daha az kaldı!
Bizim Eller Ne Güzel Eller…
İktidar mensuplarının birbirleriyle övme yarışına girdiği,  yere göğe sığdıramadığı; gizli ortağı FETÖ canavarını: kendi elleriyle yetiştirip büyüttüğünü unuttu!
Söylesin Şirin Diller…
Ve iktidar; gizli kardinal, CİA ajanı Gülen’in, devleti ele geçirme, cumhuriyeti yıkmaya kalkışma tarihini: Bayram ilan etti.
Oynasın Koç Yiğitler!!!
Vah vah  ki ne vah!
İktidarı elinde bulunduranların, karalar bağlayacağı, utançtan kimsenin yüzüne bakamayacağı; yerin dibine girse, yüzündeki kızarmayı gizleyemeyeceği olayı, bayram diye millete yuturacak!
Ne acı değil mi?
Türkçebilgi; bayramı,“Dini ve milli bakımdan ehemmiyeti olan, milletçe her sene kutlanan gün veya günler.” Diye tanımlamış.
TBMM bombalanması, askerimizin içine teröristin sızması, TSK elegeçirmesine ramak kalana kadar, sızmadan haberdar olunmaması; Türkiye için kutlanması gereken ehemniyetli bir gün müdür?
Keşke kalkışmayı bayram ilan etmeden önce, bir ayna  karşısına geçseler ve  yüzlerine şöyle canı yürekten bir  baksalardı.
Geçmişte gizli kardinal hakkında nasıl övgü yarışına “www.veliagbaba.com” girdiklerini canlı izleselerdi;  iyiyi kötüden ayırabilen, iyilik etmekten lezzet alan, kötülükten elem duyan manevi his:  cumhuriyet için yüzkarası olan bir günü asla bayram ilan etmezdi.
 Tabii vicdanları varsa!!!
Türkiye’nin göğsünü gere gere kutlayacağı o kadar çok bayramı var ki, yazmakla bitmez. Mesela 30 Ağustos zafer bayramı, Türk milleti için gerçek bir bayram!
 Düşman içinse tarihinde koca kara bir leke! 
Veya 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı,  Edirne’den Van’a, bu ülkede yaşayan herkesin tüylerini diken diken eden, göğsünü kabartan kutlu bir BAYRAM!
Kutla kutlayabildiğin kadar.
Elbette yazıya bütün milli bayramlarımızı sıkıştırmayacağım. Zaten kalkışmayı bayram ilan edenler, milli bayramlarımızı kutlamamak için her seferinde ipe serecek bir avuç un buldular.
Ve sırf bu kin ve kişiliklerinden dolayı, yüzlerinin kızarması gereken utanç günlerine; bayram diyorlar.
Şimdi hep birlikte, herkesin zihninde var olan, bir türlü cevap bulamadığı birkaç soruyu kendi kendimize soralım ve cevabını yine kendimiz verelim.
Türkiye Cumhuriyetini  2002 yılından bu tarafa kim yönetiyor? Elbette   köylü Mehmet Ağa!
Türk Silahlı Kuvvetlerine sızan fetöcü onca Sb. ve Astsb’yı ihtilal yapacak güce ulaşıncaya kadar neden görmediniz?
Böyle absürük  soru sorulur mu?
Kuvvet komutanlıklarına atanan çakma  Generallerin, üçlü atama  kararnamesinde  kimlerin imzası var?
Sarı   çizmeli,  Mehmet emminin!
Gördünüz mü?  
Birkaç  basit soruyla, gerçek sanıklara ulaştık. Fetö canavarını yaratan sarı cizmeli köylü Mehmet ağadır.
Onlar tek tek toplanmadan, kodese tıkılmadan, bu sorun asla çözülmez, tehlike de ortadan kalkmaz.

Demem o ki, sarı çizmeli köylü Mehmet Ağa ve onun  sapana  koşulmuş  boz öküzleri tarladan çıkmadan, bu tarla beklenen ürünü vermez.