26 Şubat 2019 Salı

Sandık



sandık deyince Türk’ün aklına,
ilk önce çeyiz sandığı gelir
cevizden oyulur, masif ağaçtan
sedef kakmalı
telkari süslemeli işlenir
gelinlik kız,
çeyizini hazırlarken hülyalara dalar
mutlu, huzurlu müreffeh
bir yuva kurgular
çok eski,
Türk toplumunda sandığın tarihi
önce Sümer'e,
sonra eski Mısır'a uzanır
gelenektir
düğün evinde, sandığın üstüne oturmak
sandık kalkmıyor deyip,
damattan bahşiş kopartmak
çeyiz sandığı deyip geçme
içinde
bir mutlu yuva hasreti saklıdır ilk önce
sonra,
el emeği göz nuru dantel oya
altın gümüş takı
ibrişim bohça,  havlu ve daha ötesi
tek tek listesini tutacak değilim
sandığa giren bütün çeyizin
altını çizmek istediğim sandık
bu sandık değil aslında
derim ki
demokrasinin vazgeçilmezi
milletin özgür iradesi
sandık daha ortaya gelmeden
mühür fekki yaşadı
seçmen elini sürmeden
ayak oyunları sahne aldı
yargı bağımsızlığı hakim güvencesi
hayal kırıklığı yaşadı
içinden ne çıkarsa çıksın
ceviz sandığın cilası soldu, sedef kakma döküldü…


Hayal Denizi
26.02.2019



23 Şubat 2019 Cumartesi

Aya Varvara


     
                                                               

Doruk merdivenleri koşarak indi! Hala gece gördüğü rüyanın etkisindeydi ve elinde kovalarla uçar gibi yürüdü.
Kosta’nın kahvesinin önüne çıktığında, kahve kapalı olduğunu görünce aklı başına geldi. Haliyle çeşmenin başında da kimse yoktu.
Bu gün pazardı Pazar!
Elbette bizim için Pazar günü Doruk ve arkadaşları için tatil demekti. Ya Ada halkı için öyle mi?
Elbette Hayır!
Ada Rumları, her Pazar çoluk çocuk, ebeveyn bir bayram yaşıyorlardı.  
Düğüne gider gibi giyiniyor, en güzel kokuları sürünüp, süslenerek ailece el ele kiliseye gidiyorlardı.
Nasıl da unutmuştu Doruk!
Helena’yı görme hevesi kursağında kaldı. Yüzündeki gülümseme yerini hayal kırıklığına bıraktı.
Kovaları musluğun altına gönülsüzce koyarken, gözü hep Helana’yı arıyordu. Neyse ki kovaların dolması çok sürmedi.
İsteksizce eve doğru yürümeye başladı. Mahalle halkı yavaş yavaş soka çıkmış, Aya Varvara kilisesine doğru yürümeye başlamıştı.
Çoluk çocuk Aya Varvara kilisesine doğru yürüyen Rumları görünce; cumartesi günü mahalleye gelen Papazı ve papazın başına toplanan Rum kadın ve kızlarını hatırladı Doruk!
İnançlı olmak güzel şey dedi kendi kendine. Ortaokul yılları ramazan ayı, teravi namazına gittiği günler canlandı gözlerinin önünde.
Ramazan ayı boyunca her gece bir başka camiye gitmeyi alışkanlık edinmişti.  Mahalledeki okul arkadaşlarıyla geziyorlardı cami cami.
Anıları gözlerinin önünde canlanınca, yüzüne tatlı bir tebessüm geldi oturdu.
Şair ne güzel söylemiş,  “Yıllar ne çabuk geçti o günler arasından, Bir tel saç kaldı onun bütün hatırasından” diye düşündü ve o güzel bestenin iki mısrasını mırıldanmaya başladı.
Şarkının sözlerini mırıldandıkca,  çocukluk anıları canlandı gözlerinin önünde!
Okula gidip gelirken, hisar altı mahallesindeki bir birinden güzel iki kardeşin pencereye çıkışı, gülümseyişi, bazen su almak için evin yanındaki çeşmeye inişleri film şeridi gibi düştü gök perdeye.
Kibrit kutusu içinde, su kovasına bıraktığı mektubu hatırladı. Ne güzel günlerdi çocukluk yılları diye düşünürken evin kapısına varmıştı.  
Sokaktan döndüğünde, yan komşu Agapios’da gördü. Kiliseye gitmek için hazırlanmış kapının önündeydi.
Doruk!
 Agapios’a,
 iyi pazarlar komşu!
Kilisede bize de dua edin.
 diye, hiç düşünülmemiş bir cümleyle hitap etti.
Hoşuna gitmişti komşunun. Gülümsedi olur Rab’ten affınızı isteyeceğim diye karşılık verdi. O kiliseye doğru yürürken, Doruk getirdiği suyu su deposuna boşalttı, elini yüzünü yıkadı; Gazinoya gitmek için evden çıktı.
Bir pazar günü daha gün batımına doğru hızlı adımlarla yürüyordu.


                                                                                  .../...


18 Şubat 2019 Pazartesi

GERÇEK GİBİ RÜYA



Cumartesi akşamı beklediklerinden de keyifli geçmişti. Doruk ve meslektaşları ilk defa yudumladıkları yıllanmış şarabın damaklarında bıraktığı tat ve beyinlerinde bıraktığı sarhoşluğun etkisiyle rüya âleminde bir gece geçirdiler.
Doruk, rüyasında gece boyunca, kanatları olmadan; Kale köy, Tepe köy, Dere köy, Zeytinli köy üzerinde uçtu.
Koyları dolaştı tek tek!  
Kış günü plajları gezdi.
Yıldız koyunda deniz canlılarını izledi.
Bazen yere inip ıslak kumların üzerinde yalınayak yürüdü. Pırıl pırıl denizde buz gibi suda tek başına kulaç attı.
Yıldız koya giderken,  başlarında çoban olmadan, etrafta özgürce dolaşan keçi ve koyunları kuş bakışı izledi.
Rüyada bile olsa, hem de kanatsız,  planörsüz uçmak ne güzel?
Doruk kaptırmıştı kendini, kanat çırpmadan;  beyin gücünü kullanarak, güdümlü mermi gibi ilerliyordu havada.
Kefaloz'a geldiğinde yüzüne çarpan buz gibi rüzgârla gözlerini açtı!
 Şaşırmıştı Duruk!
Gördüğü rüya o kadar gerçekçiydi ki, kendini sımsıcak yatağın içinde görünce inanamadı.
Kolundaki saate baktı saat öğleye yaklaşmıştı.
Oda arkadaşları da hala derin uykudaydılar.
Gözlerini geri kapattı, bir süre daha sesiz sedası kendini dinledi.
Ne rüya görmüştü ama?
Ada’nın hiç görmediği yerlerini uçarak gezmişti. Deniz canlılarını akvaryumda izler gibi yakından izlemiş, başıboş çobansız otlayan keçi ve koyunları seyretmişti.
Kendi kendine gülümsedi?
Bu rüya nasıl yorumlanmalı?
Hayırdır inşallah dedi ve gözlerini açtı.
Bu gün pazardı. Kimseyi rahatsız etmeden sessizce kalktı. Parmaklarının ucuna basarak üzerini giyindi, çıktı.
Lavaboya gitti, alüminyum deponun musluğunu açtı yüzünü yıkayacak su yoktu.  Kovaları eline aldı yürüdü çeşmeye…        
              
                                                                  …/…

14 Şubat 2019 Perşembe

GÖZLERİM KAMAŞTI

                                                                       
başımı hangi yöne çevirsem
gözlerimin önündesin
bazen çakan şimşek
bazen sağanak yağmur
her daim bir şen’desin
ılgın ılgın akan ırmak
çam ağaçları arasından
göle düşen şelalesin
küçücük gölde varlığın
sınırsız evren
ya şu bitki örtüsüne ne demeli
bu resmi çizecek ressam
daha yeryüzüne gelmedi
kırmızının tonu
morun uyumu
yeşilin açık ve koyusu
ve hepsinin bir arada
omuz omuza el ele gülüşü
dilim tutuldu
gözlerim kamaş
çizdiğin resmi  görünce
öğretmeseydin  daha önce 
elest'te
fark etmezdik gün ışığını bile
aşığım ben ilk öğretmenime

Hayal Denizi
14.02.2019 Manisa


13 Şubat 2019 Çarşamba

Yıllanmış Şarap!



Doruk akşamı iple çekti. Bir yanda ocakta kaynayan kazan, öbür tarafta kan akışını hızlandıran heyecan! 
İki ateş arasında gitti geldi.
İki elinde birer kova, saat başı soluğu, pınarın başında aldı. Giderken sağa, dönerken sola bakmaktan boynu tutuldu.
Çeşme başına gidiş Doruğun adrenalinini yükseltiyor, heyecanı tavan yapıyordu. Bu arada su almaya gelen birçok madam ve matmazelle selamlaşma, hatır sorma fırsatı da yakaladı.
Birçok madamın, matmazelin adını da öğrendi.
Çeşme başı muhabbeti bir başka!
Bazen Rumca konuşuyorlar kendi aralarında, Doruğa bakıp gülüyorlar, sonra sana bir şey demedik yanlış anlama diye kıkırdıyorlar.
 Muhabbet tam koyulaştığı sırada, bir dalgalanma yaşandı, kadınlar kızlar, elindeki kovayı savurdu koştu.
Meğer yolda mahalle kilisesinin ayinini yönetecek Papaz’ın gelişi görmüşler.  
Sıradaki hanımlar su kaplarını bırakıp papaza koşunca, Doruk sıra beklemekten kurtuldu. Kovaları sırayla kurnanın altına koydu dolmasını bekledi.
Beklerken Papaz’la kadınlar arasındaki diyalogu inceliyordu
Kimi papazın boynundaki asılı haç’ı öpüyor, kimi papazın kıyafetine elini sürüyordu. Olanları izlerken Doruğun aklına; Anadolu'daki dilek ağaçları geldi.
Rum kadınları neredeyse papaza çaput bağlayacak dilek taşları yapıştıracak diye düşünürken, baktı kovası dolmuş!
 Papaz’a uzaktan gülümsedi, kovaları eline aldı yavaş yavaş yürüdü. Yürürken kolundaki saate baktı vakit bayağı ilerlemişti.
Nerdeyse ikindi vakti gelmişti.
Gerçi Yeni mahallede ezan okunmuyor ya laf olsun diye söyledi işte. İşleri bitirmeli çarşıya inmeliyim diye düşündü. Adımlarını sıklaştırdı, kovaları koydu, odasına çıktı. Üzerini değiştirdi, çarşıya gitmek için geri indi.
Aklı hep akşam evine gidecekleri Madam Afrodit’teydi. Arkadaşlarıyla konuşmalı, gitmeden önce bir şey alınacaksa vakitli alınmalıydı.
Bunlar düşünerek yürüdü. Yolda karşılaştığı birkaç meslektaşıyla selamlaştı, bir iki esnafa merhaba derken gazinoya gelmişti.
Gazinonun bahçesinde devre arkadaşları toplanmış gırgır şamata, bol kahkahalı çay içiyorlardı. Bir sandalye çekti o da oturdu.
Musa, ocağa döndü, eliyle beni işaret edip; tavşankanı bir çay diye seslendi! Koyulaşmıştı Masada muhabbet…
Bir sürede böyle takıldılar. Güneş ufka yaklaşmış, feri azalmış, gölgeler uzamıştı. Nerdeyse akşam oldu olacaktı.
Gazinoda da akşam yemeği için bir kıpırdama başlamış,  masa örtüleri değişmeye başlamıştı. Bir iki kaş göz işaretiyle kalkalım mı dediler, zengin kalkışı yapıp orda kalan arkadaşlarına iyi akşamlar dileyip, ufaktan uzadılar.
Giderken yol üstündeki bir zücaciye uğrayıp Kütahya çini işlemeli küçük bir vazo aldılar, kırmızı kurdeleli hediye paketi yaptırdılar.
Kosta’nın kahvesine geldiklerinde, Panayot ceza evinde mahkûmlarının havalandırma saatinde olta attığı gibi, olta atıyordu.
Onları görünce yüzü güldü. Sitem eder gibi nerede kaldınız? Karnım zil çalıyor diye takıldı. Selamlaştılar, el sıkıştılar. Doruk ve arkadaşları biz hazırız, ne zaman uygunsa gidelim dedi.
Panayot, eliyle 1 dakika işareti yaptı ve madamın kapısına doğru yürüdü. Kısa süre sonra geri döndü.
Tamam,  madam bizi bekliyor dedi. Hep beraber yürüdüler. Afrodit kapıyı kapatmamıştı. Kendisi de kapının ağzında bekliyordu.
Üzerinde koyu renkli döpiyes vardı. Kır düşmüş saçları taranmış omuzlarının üzerine düşmüştü.  50- 55 yaşlarında sağlıklı bir madam karşıladı misafirlerini.
İstanbul Türkçe'sini Rum şivesiyle birleştirerek, her birinin ellerin nazikçe sıkıp evime hoş geldiniz diye bahçeye aldı.
Yemek masası verandaya hazırlanmış, servis tabakları yerleşmiş, soğuk yiyecekler servis tabaklarıyla eş zamanlı konulmuştu.
Küçük bir testi şarapta masanın yan tarafında duruyordu. Şarap kadehleri masada hazırdı.  Ayaküstü hoş beşten sonra masaya oturdular.
Kadehler doldu, hoş geldin açılışı ilk yudumla yapıldı ve Madam Afrodit, kendini tanıtmaya başladı. Ada’da yalnız yaşıyormuş.
Kışın İstanbul'a gider yazın gelirmiş.
Eşini kaybetmiş. Bir oğlu bir kızı varmış, onlarda yıllar önce Avustralya’ya gitmişler. Tatillerinde Madamı ziyaret ediyorlarmış.
Doruk ve arkadaşları da ailelerinden uzak olduğu için onlarla tanışmak istemiş ve yemeğe davet etmiş.  
İlk muhabbet tanışma faslıyla başladı, arada bir madam kalkıp sıcak soğuk yemekleri servis etti.  
Boşalan şarap kadehlerini de elleriyle doldurdu. 
Ara sıra da uyarıyordu, yıllanmış şarap testide durduğu gibi durmaz, dikkatli olun çocuklar diye…
Giderken hiç bitmeyecekmiş gibi gelen gece, Afrodit’in sımsıcak ev sahipliğinde nasıl geçti kimse anlamadı.
Belki yıllanmış şarabın da etkisi vardı. Sofradan kalktıklarında saat 24 00 yaklaşmıştı. Madama her biri ayrı ayrı teşekkür edip, kapıdan çıktılar. Doruk ve arkadaşları adına unutulmaz keyifli geçen bir geceydi.

                                                             …/…



9 Şubat 2019 Cumartesi

Şikayetim Var!


 

Şikayetim var savcı bey

Ortalıkta

İt çakal kol geziyor şu günlerde

Bazen havlıyor bazen uluyor

Isıracak diş geçirebilse aslanlı yolda

Dokuz yüz elli birde yürürlüğe girmiş

Beş bin sekiz yüz on altı sayılı yasa

Son madde resen görev vermiş size

Kimi elinde balta saldırıyor büste

Bir meczup çıkmış

Kin ve nefret kusuyor

Zehir zemberek sözlerle

Herkes

O meczubu konuşuyor günlerce

Kasılarak oturduğunuz şatafatlı koltuğu

Borçlusunuz ona

Topu topu üç maddelik bir yasa

Hala meri

Siz görmemezlikten gelseniz bile

Çakalın

Cezai ehliyeti yok raporu varmış elinde

Cumhuriyet göreve çağırıyor sizi savcı bey

Helen sevicinin raporunu rulo yapsanız

Gerisini ben yazmasam

Gereğini siz yapsanız olmaz mı savcı bey!

 

Hayal Denizi

09.02.2019 Manisa


 

 






5 Şubat 2019 Salı

Adaların Issız Tenha Yolları




Doruk, kahvaltısını yaptı, çayını içti; Panayot’a kahvaltı için teşekkür etti, müsaade istedi!
Panayot “Abdalın karnı doyunca gözü pabucundadır” atasözüyle kendinden hiç beklenmeyen kıvrak performans gösterdi.
Ne acele ediyorsun?
Daha konuşacaklarımız bitmedi.
Bu akşam arkadaşlarınla birlikte Afradodit’e davetlisiniz, size kendi yaptığı yıllanmış şaraplardan ikram etmek istiyor.
Doruk,
Afrodit’te kim?
Panayot,
Kahveyi dönünce ilk ev var ya o evde oturuyor.
Yaşlı, ak saçlı, güler yüzlü bir madam.
Doruk şaşırmıştı.
Arkadaşlarla konuşmam lazım. Ne derler bilmiyorum. Evet derlerse ben sana haber veririm.
Evet derlerse diye bir şey yok!
Ben de geleceğim,.
Gülümseyerek sizi madamla yalnız baş başa bırakmayacağım.
Gelmezseniz madama ayıp olur dedi.
Kendi adıma evet ama arkadaşlarım adına söz vermek bana düşmez. Sen birkaç dakika buradan ayrılma dedi ve kalktı.
Hızlı adımlarla eve girdi.
Arkadaşları da uyanmış, dışarı çıkmak için hazırlanıyorlardı.
Doruk!
Beyler size bir müjdem var diye girdi söze.
Müjdem var sözü etkili olmuştu. 4 arkadaşı da hazırlanmayı bırakıp, dikkat kesilmişlerdi.
Biraz önce bir davet aldım. Kahvenin yanında oturan Madam Afrodit akşam bizi yemeğe davet etmiş.
Panayot söyledi.
Mutlaka gitmek gerekirmiş. Haaa unutmadan söyleyeyim bize kendi yaptığı yıllanmış şaraptan da ikram edecekmiş…
Önce şaka yaptığımı zannettiler sonra, olur neden olmasın dediler. O zaman ben gidip haber vereyim dedi ve geri kahveye gitti.
Konuştum arkadaşlarla.
Gelecekler, saat kaçta gideriz?
Bizim ne yapmamız gerekir? Akşam yedi gibi ben sizi kahvede beklerim. Sizi bir şey yapmayın. Dedi kahveden ayrıldı.
Doruğun neşesi yerindeydi, işler tıkırında gidiyordu.
Bir gün önce, pınarın başında Helena ile muhabbet etmiş, ertesi gün sabah arkadaşlarıyla birlikte yemeğe davet edilmişti
Kapı komşusu Agapios’un katırla getirdiği odunlarla, bahçede yaktığı ocakta; odunlar çıtır çıtır yanıyordu.
Kazandaki su da ısınmaya başlamıştı.
Daha ne olsun?
Akşam ola hayır ola…
Doruk, kendi kendine: “Adaların ıssız tenha yolları, boynuma dolandı yârin kolları, menekşeler hep kaplamış yolları, aman Allah yolları” diye mırıldana mırıldana evin yolun tuttu.!