Cumartesi akşamı
beklediklerinden de keyifli geçmişti. Doruk ve meslektaşları ilk defa
yudumladıkları yıllanmış şarabın damaklarında bıraktığı tat ve beyinlerinde
bıraktığı sarhoşluğun etkisiyle rüya âleminde bir gece geçirdiler.
Doruk, rüyasında gece
boyunca, kanatları olmadan; Kale köy,
Tepe köy, Dere köy, Zeytinli köy üzerinde uçtu.
Koyları dolaştı tek
tek!
Kış günü plajları
gezdi.
Yıldız koyunda deniz
canlılarını izledi.
Bazen yere inip ıslak
kumların üzerinde yalınayak yürüdü. Pırıl pırıl denizde buz gibi suda tek
başına kulaç attı.
Yıldız koya
giderken, başlarında çoban olmadan,
etrafta özgürce dolaşan keçi ve koyunları kuş bakışı izledi.
Rüyada bile olsa, hem
de kanatsız, planörsüz uçmak ne güzel?
Doruk kaptırmıştı
kendini, kanat çırpmadan; beyin gücünü
kullanarak, güdümlü mermi gibi ilerliyordu havada.
Kefaloz'a geldiğinde yüzüne çarpan buz gibi rüzgârla
gözlerini açtı!
Şaşırmıştı Duruk!
Gördüğü rüya o kadar gerçekçiydi ki, kendini sımsıcak
yatağın içinde görünce inanamadı.
Kolundaki saate baktı saat öğleye yaklaşmıştı.
Oda arkadaşları da hala derin uykudaydılar.
Gözlerini geri kapattı, bir süre daha sesiz sedası kendini
dinledi.
Ne rüya görmüştü ama?
Ada’nın hiç görmediği yerlerini uçarak gezmişti. Deniz
canlılarını akvaryumda izler gibi yakından izlemiş, başıboş çobansız otlayan
keçi ve koyunları seyretmişti.
Kendi kendine gülümsedi?
Bu rüya nasıl yorumlanmalı?
Hayırdır inşallah dedi ve gözlerini açtı.
Bu gün pazardı. Kimseyi rahatsız etmeden sessizce kalktı.
Parmaklarının ucuna basarak üzerini giyindi, çıktı.
Lavaboya gitti, alüminyum deponun musluğunu açtı yüzünü
yıkayacak su yoktu. Kovaları eline aldı
yürüdü çeşmeye…
…/…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder