Doruk akşamı iple
çekti. Bir yanda ocakta kaynayan kazan, öbür tarafta kan akışını hızlandıran
heyecan!
İki ateş arasında
gitti geldi.
İki elinde birer kova,
saat başı soluğu, pınarın başında aldı. Giderken sağa, dönerken sola bakmaktan
boynu tutuldu.
Çeşme başına gidiş Doruğun
adrenalinini yükseltiyor, heyecanı tavan
yapıyordu. Bu arada su almaya gelen birçok madam ve matmazelle selamlaşma,
hatır sorma fırsatı da yakaladı.
Birçok madamın,
matmazelin adını da öğrendi.
Çeşme başı muhabbeti
bir başka!
Bazen Rumca
konuşuyorlar kendi aralarında, Doruğa bakıp gülüyorlar, sonra sana bir şey
demedik yanlış anlama diye kıkırdıyorlar.
Muhabbet tam koyulaştığı sırada, bir
dalgalanma yaşandı, kadınlar kızlar, elindeki kovayı savurdu koştu.
Meğer yolda mahalle
kilisesinin ayinini yönetecek Papaz’ın gelişi görmüşler.
Sıradaki hanımlar su
kaplarını bırakıp papaza koşunca, Doruk sıra beklemekten kurtuldu. Kovaları
sırayla kurnanın altına koydu dolmasını bekledi.
Beklerken Papaz’la
kadınlar arasındaki diyalogu inceliyordu
Kimi papazın boynundaki
asılı haç’ı öpüyor, kimi papazın kıyafetine elini sürüyordu. Olanları izlerken
Doruğun aklına; Anadolu'daki dilek ağaçları geldi.
Rum kadınları
neredeyse papaza çaput bağlayacak dilek taşları yapıştıracak diye düşünürken, baktı
kovası dolmuş!
Papaz’a uzaktan gülümsedi, kovaları eline aldı
yavaş yavaş yürüdü. Yürürken kolundaki saate baktı vakit bayağı ilerlemişti.
Nerdeyse ikindi vakti
gelmişti.
Gerçi Yeni mahallede
ezan okunmuyor ya laf olsun diye söyledi işte. İşleri bitirmeli çarşıya
inmeliyim diye düşündü. Adımlarını sıklaştırdı, kovaları koydu, odasına çıktı. Üzerini
değiştirdi, çarşıya gitmek için geri indi.
Aklı hep akşam evine
gidecekleri Madam Afrodit’teydi. Arkadaşlarıyla konuşmalı, gitmeden önce bir
şey alınacaksa vakitli alınmalıydı.
Bunlar düşünerek
yürüdü. Yolda karşılaştığı birkaç meslektaşıyla selamlaştı, bir iki esnafa
merhaba derken gazinoya gelmişti.
Gazinonun bahçesinde
devre arkadaşları toplanmış gırgır şamata, bol kahkahalı çay içiyorlardı. Bir
sandalye çekti o da oturdu.
Musa, ocağa döndü,
eliyle beni işaret edip; tavşankanı bir çay diye seslendi! Koyulaşmıştı Masada
muhabbet…
Bir sürede böyle takıldılar.
Güneş ufka yaklaşmış, feri azalmış, gölgeler uzamıştı. Nerdeyse akşam oldu
olacaktı.
Gazinoda da akşam
yemeği için bir kıpırdama başlamış, masa
örtüleri değişmeye başlamıştı. Bir iki kaş göz işaretiyle kalkalım mı dediler,
zengin kalkışı yapıp orda kalan arkadaşlarına iyi akşamlar dileyip, ufaktan
uzadılar.
Giderken yol üstündeki
bir zücaciye uğrayıp Kütahya çini işlemeli küçük bir vazo aldılar, kırmızı kurdeleli
hediye paketi yaptırdılar.
Kosta’nın kahvesine
geldiklerinde, Panayot ceza evinde mahkûmlarının havalandırma saatinde olta
attığı gibi, olta atıyordu.
Onları görünce yüzü
güldü. Sitem eder gibi nerede kaldınız? Karnım zil çalıyor diye takıldı. Selamlaştılar,
el sıkıştılar. Doruk ve arkadaşları biz hazırız, ne zaman uygunsa gidelim dedi.
Panayot, eliyle 1
dakika işareti yaptı ve madamın kapısına doğru yürüdü. Kısa süre sonra geri
döndü.
Tamam, madam bizi bekliyor dedi. Hep beraber
yürüdüler. Afrodit kapıyı kapatmamıştı. Kendisi de kapının ağzında bekliyordu.
Üzerinde koyu renkli döpiyes
vardı. Kır düşmüş saçları taranmış omuzlarının üzerine düşmüştü. 50- 55 yaşlarında sağlıklı bir madam karşıladı
misafirlerini.
İstanbul Türkçe'sini Rum
şivesiyle birleştirerek, her birinin ellerin nazikçe sıkıp evime hoş geldiniz
diye bahçeye aldı.
Yemek masası verandaya
hazırlanmış, servis tabakları yerleşmiş, soğuk yiyecekler servis tabaklarıyla
eş zamanlı konulmuştu.
Küçük bir testi
şarapta masanın yan tarafında duruyordu. Şarap kadehleri masada hazırdı. Ayaküstü hoş beşten sonra masaya oturdular.
Kadehler doldu, hoş
geldin açılışı ilk yudumla yapıldı ve Madam Afrodit, kendini tanıtmaya başladı.
Ada’da yalnız yaşıyormuş.
Kışın İstanbul'a gider
yazın gelirmiş.
Eşini kaybetmiş. Bir oğlu
bir kızı varmış, onlarda yıllar önce Avustralya’ya gitmişler. Tatillerinde Madamı ziyaret ediyorlarmış.
Doruk ve arkadaşları
da ailelerinden uzak olduğu için onlarla tanışmak istemiş ve yemeğe davet
etmiş.
İlk muhabbet tanışma
faslıyla başladı, arada bir madam kalkıp sıcak soğuk yemekleri servis etti.
Boşalan şarap kadehlerini de elleriyle
doldurdu.
Ara sıra da uyarıyordu, yıllanmış şarap testide durduğu gibi durmaz,
dikkatli olun çocuklar diye…
Giderken hiç
bitmeyecekmiş gibi gelen gece, Afrodit’in sımsıcak ev sahipliğinde nasıl geçti
kimse anlamadı.
Belki yıllanmış
şarabın da etkisi vardı. Sofradan kalktıklarında saat 24 00 yaklaşmıştı. Madama
her biri ayrı ayrı teşekkür edip, kapıdan çıktılar. Doruk ve arkadaşları adına
unutulmaz keyifli geçen bir geceydi.
…/…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder