28 Şubat 2020 Cuma

Güzel Kuşum



Ah güzel kuşum ah çok yaralıyım
Bugün sana bir mektup yazacağım
Noktasız
Virgülsüz
Kuralsız kavramsız okursun rast gele
Sonra
Kendin koy notayı virgülü
Aklına gelince sıralarsın cevabı
 Sende mi hüzünlüsün
Dul mu kaldın
Yetim mi çocukların
Kurşun yarası mı aldı ana yüreğin
 Dönmeyecek mi geri
Yuvadan uçurdukların
Niçin Mavi Deniz’de
 Bir başına öksüz durursun
Hiç düşündün mü
Güzel kuşum
 Kadersizlik mi kaderin
Böylesine seni boynu bükük bırakan
Alıp eline aynayı 
Hiç bakmıyor cüssesine
Dev mi
Deve mi
Kuş mu
Yoksa masal  cücelerinden biri mi
Başını eğsen
Ayaklarının altındaki deryayı göreceksin
 Denizden bir yudum su alıp
Korkusuz fütursuz yüzüne tükürecek-sin 
 Eli yüzü hiç sabun su görmeyen kirli
Tükürünce eli mahkum bakacak aynaya
Görecek
Kirpiğin-deki çapağı
Yüzündeki karayı kiri
Geçmişindeki onmaz eziklik ve açık derin yarayı
Ağlatmayacak anayı eşi yetim kalan çocukları
İşte o zaman kürek çekeceksin muhasır medeniyete
Güle oynaya açacaksın kanatlarını engin denizlere…


Hayal Denizi
28.02.2020

25 Şubat 2020 Salı

KISSADAN HİSSE


     
                 

Nasrettin Hoca’nın yaşadığı çağda, bugünkü gibi teknoloji gelişmemiş, Ulaşım araçları sadece evcilleştirilen masum hayvanlarmış. Hayvanların hem etinden, hem sütünden hem de gücünden istifade edilirmiş.
Mesela, Öküz çifte koşulur, sapanla çift sürülür, arabaya koşulur, saman sap çekilirmiş.
At ehli leşince özellikle, Türkler onları binek hayvanı olarak kullanmış. Dinler tarihini biraz inceleyen görecektir ki, Hz İbrahim’in, Musa ve İsa'nın en Kral biniti kara kaçandır.
Hz Muhammed ise hem ata hem de deveye binmiş ve onların gücünden yararlanmış!
Biliyorum sabrınız taştı...
Lafı çok uzatma sadede gel diyorsunuz.  
İşittim sizi ve kıssada hisse almanızı istediğim Nasrettin Hoca fıkrasını anlatmaya hemencecik başlıyorum.
Nasrettin Hoca, kışın yakacağı odunu yaz mevsiminde yaşadığı yerin dağından keser, karakaçana yükler getirirmiş.
Malum eşeğin taşıyacağı, odun iki denktir. Bir kere gitmekle bir kış yanacak odun temin edilemez.
Hocada günlerce dağa gider, odun taşırmış. 
Ne var ki Nasrettin Hocanın sahip olduğu karakaçan tembel mi tembel, miskin miskin, uyuşuk uyuşukmuş.
Her gün eşeğe “dih- deh” demekten yorgun düşermiş. bir gün,  eşle dostla konuşurken onlara dert  yanmış. Bir çözüm bulmak, eşeğini hızlandırmak, odunları bir an önce taşımak derdindeyim demiş.
İşgüzarın birisi hocaya bir akıl vermiş.
Demiş ki:
-Hocam, eşeğin kıçına nışadır sürersen senin Karakaçan uçuşa geçer. Sen bile peşinden yetişemezsin.
Hocanın aklına pek yatmamış ama “denemek de bir zarar yok” diye düşünmüş.
Bir gün yine odun taşımak amacıyla ormana gitmiş. 
Odunları hazırlamış, hayvanın üstüne yüklemiş. 
İpini bağlamış, köyün yolunu tutmuşlar. Ancak eşek yine her zamanki gibi uyuşuk, miskin, isteksiz, gitsem mi gitmesem mi  yol alıyormuş. 
Yanında bir tutam nışadır götüren Nasrettin Hoca arkadaşının söylediği gibi eşeğin kıçına nişadırı dokundurmuş. O da ne? 
Eşek öyle hızlanmış ki mübarek dere tepe demeden koşturuyormuş. 
Olan Nasrettin Hoca’ya olmuş. Eşeğin arkasından yetişemiyormuş. Yolda bir köylüsüne rastlamış, benim eşeği gördün mü arkasından yetişemedim demiş.
Köylü gördüm dörtnala koşuyordu. 
Hayvana ne yaptın da öyle koşuyor diye sormuş. 
Hoca Nasrettin kıçına biraz nişadır sürdüm demiş. Köylü de eşeğe yetişmek istiyorsan birazda kendine sür o zaman onu geçersin demiş.
Nasrettin hoca köylüsünün dediğini denemiş, denemeye de nişadırı sürdükten sonra, eve odun yüklü eşekten önce varmış.
Anlattığım bir fıkra! 
Fıkra olmasına fıkra da siz fıkra  deyip geçmeyin. Kaç asır sonra, Nasrettin hoca misali poposuna nişadır sürülmüşçesine yerinde oturamayan, millet yakacak odun bulamazken, har vurup harman savuranlar, uçuşuyor bulutların üstünde. 
Dedim ki Nasrettin hocadan bir fıkra anlatayım, belki okuyup kıssadan hisse alan olur hem de duayen yazar Rahmetli Hasan Pulur’u yâd ederim diye düşündüm.
 İyi Etmiş -miyim?



22 Şubat 2020 Cumartesi

J. nın not defteri 3 / Tecavüz


 

Şair ne güzel söylemiş; “yıllar ne çabukta geçti günler arasından” diye…  Yapraklar sararmış, güneşin feri azalmıştı. Doruk göreve başlayalı, neredeyse bir yıl oldu. Bu arada işine ısındı. Yunus’un ifadesiyle neredeyse pişti pişecek. Kamu kurumlarında çalışan akranları arasında çevre edinmeye de başladı.

Mevsim sonbahara doğru doludizgin koşuyor.

Günlerden cumartesi!

Şehir kulübü işletmecisi Nazif, gramofona Müzeyyen Senar’dan bir 45’lik koymuş, o muhteşem yorumuyla;   Benzemez kimse sana, Tavrına hayran olayım, Bakışından süzülen İşvene kurban olayım,   derken ortalık yıkılıyor.

Sonbaharın ayak sesleri de Müzeyyen Senar’a eşlik ediyor dense abartı sayılmaz. Zira sararan yapraklar ufak ufak kovalamaca oynamaya başladı bile…

Doruk’ta şehir kulübü önündeki bahçede,  tahta masaya inat; sağlık memuru Yusuf’la tavla oynuyor…

Kulübün müdavimleri masaları kuralı bir hayli olmuş.

Kimi briç oynuyor, kimi konken çeviriyor.  Çayların biri gelip öteki giderken sigaralarında bir sönerken öteki yanıyor.

Tavla kızışmış.

-hadi kemik gel bi düşeş

-yok gele

- atılan kahkaha,  keyifler yerinde falan derken gün öğleyi geçti. 

Oyun kızışmış, kim galip kim mağlup aşamasına gelmişti ki, yan taraftan santral görevlisi askerin sesi ile oyundan koptular.

Köseler köy muhtarı, görüşmek istiyormuş.

Köyde vukuat varmış.

Onu İhbar edecekmiş.

Doruk Tavla oynamayı bıraktı, Yusuf’a teşekkür etti, doğru odasına çıktı. Telefonun kolunu çevirdi,  muhtarı ver koçum dedi.

Zaten Muhtar hattan ayrılmamış, irtibat hemen kuruldu. Muhtar önce nezaketen hal hatır sordu sonra, sadede geldi.

Köy halkından Mehmet Kiraz adında bir genç, reşit olmayan bir kıza tecavüz etmiş dedi,  Doruk, sanık bir yere kaçmasın göz kulak ol, hemen geliyorum deyip lafı uzatmadan telefonu kapattı.

Zile dokundu, gelen nöbetçiye; Eyüp Onbaşıya söyle, Mustafa, Hakan ve Dursun’la birlikte kuşanıp gelsin emrini verdi.

Tekrar santrali aradı, Bölük Komutanı ile görüştürmesini istedi.

Komutanla irtibat kurulunca,  kısaca olayı özetledi, olaya gitmek için hazır olduğunu ifade ettikten sonra, Kaymakam beyden Makam aracını alabilirsek olay yerine intikal hızlanır diye de öneride bulundu.

Kısa süre sonra, İlçe Kaymakamının makam aracı, Bölük Komutanlığı önündeydi.

Vakit kaybetmeden hareket edildi.

Köseler köyü, Kıbrısçık Beypazarı yolu üzerindeydi.

Yol staplize yol olmasına rağmen fena değildi. Kısa süre sonra köye varıldı. Muhtar, iki aza ve köy bekçisi de, köy girişinde, jandarmayı bekliyordu.

Doruk, İhtiyar heyetini görünce durdu, jeepten indiler, kısa bir tokalaşmanın ardından, sanık elimizde mi diye sordu, Muhtar olaydan sonra sanık kaçmış dedi.

Hep birlikte, sanığın evine gidildi.  Kapı çalındı açan olmadı. Pencereye vuruldu bakan yoktu. Yakınları da hiç görülmemiş dedi bekçi... 

Doruk, Askere emir verdi, kapıyı açın! Bekçi gitti bir levye demiri buldu geldi. Kilidin olduğu yere baskı yapıldı ve çok zorlamadan kapı açıldı. Muhtar, iki aza, köy bekçisi eşliğinde evde arama yapıldı. Ev boştu, sanık ve sanık yakını olmadı gibi, suç unsuru bir şeyde yoktu.

Aramadan sonra, olayla ilgili tutanak hazırlandı,  kapı asma kilit bulunup geri kilitlendi ve anahtar muhtara tutanakla teslim edildi.

Nere gidebilir, nerede saklanır, köy içinde ve dışında akrabaları var mı vs kısa bir durum muhakemesi yapıldı. Mevcut devriye ikiye ayrıldı, Muhtar Doruk’la uzak mesafeleri aramak için giderken Bekçi ve iki aza köy içinde olması gereken yerlere bakacaklardı.

Neyse ki Kiraz, jandarmayı çok yormadı! Sarıkaya köyündeki teyzesinin yanına kaçmış! Akşam olmadan ele geçti.

Köyden tecavüze uğrayan mağdur ve yakınları da köydeki bir kamyona bindirilip hep birlikte ilçeye dönüldü.

Ondan sonra yapılan işler rutindi.

Mağdurun muayenesi, sanığın doktor raporu mağdur ve velisinin ifadesi,  sanığın ifadesi derken hazırlık evrakı akşam olmadan ikmal edilmişti.

Sanık suçunu hiç inkâr etmedi. Kızın yaşı küçük olmasına rağmen evlenmek istiyormuş, zaten bölgede genç kızlar evlenmek için reşit olmayı beklemezmiş vs diyerek suçu kabullendi.

Mağdure ifadesi alındıktan sonra,  pazartesi gün getirilmek üzere aile teslim edildi. Sanık nezarete alındı. Pazartesi sabahı, mağdure ebeveyni, sanık evrakıyla birlikte C. Savcılığına mevcutlu olarak teslim edildi.

Duruk kendince yine iyi bir iş çıkartmış, olayı sürüncemede bırakmamış, yasal gereğini bihakkın yapmıştı.

Duruşma sonunda sanık tutuklandı. Bundan sonrası mı Türk Milleti adına yargılama yetkisi olan yüce mahkemenin göreviydi.

                                                                             …/…

 

 

 

 

 


18 Şubat 2020 Salı

Tarihe Not!


      
         

küçücük bir not düşmek isterim
bu günü yazacak gerçek tarihe
topla dikkatini 
aç kulağını 
şu garibi iyi dinle
kıskanır
gökyüzü ve mavi deniz 
okyanustan rengini alan gözleri
hiçbir ana daha doğurmadı
onun gibi
mangal yürekli cesur birini
şu yalan dünyayı
terk edip
göçüp gideli
koskoca
bir asır geldi geçti
bitmedi sevgi seli
unutmadı seni
Türk’ün ne mutlu diyeni
kabuğuna sığmıyor içi
cumhuriyeti
koruma andı içen gençlerin
planlı ihaneti görünce
gökte yıldız
yerde okyanus
baş kaldıracak
günü gelince
zehirli yılan çoğalıp
itler gece gündüz ürünce
şaştı kaldı
 aklı olan düşününce
attığın kemik
önlerinde olmasa
yetmezdi mecalleri
havlamaya ulumaya
 çözüm mü  arar sorarsın
aşılamayı iş edinmiş
asil bir baytara çok  ihtiyaç var!


Hayal Denizi
17.02.2020 Manisa




Hayal Denizi
17.02.2020 Manisa
.

16 Şubat 2020 Pazar

J.NIN NOT DEFTERİ-3 /ÇUVAL HIRSIZI



Doruk, göreve başladığı günden beri her gün, Türk Ceza Kanununun da yazılan suçlarla fili olarak tanışmaya ve deyim yerindeyse el sıkışmaya başladı. Böyle giderse her biriyle hısım akraba olacağım diye mırıldandı kendi kendine.
 C. Savcılığından gelen evraklar arasında ilginç bir infaz evrakı vardı. Olay Doruk göreve başlamadan önce yaşanmış. Karakola bağlı Karaköy köyü sakinlerinden bir kadın komşusunun çuvalını çalmış.
Şikâyet üzerine çuval hırsız kadın yakalanmış. Yargılama sonunda, mahkeme sanığa; 10 ay emniyeti umumiye nezareti altınında bulundurma cezası verilmiş. Gönderilen müzekkere ile sanığın cezasının infazı ve infaz edildiğine dair evrakın gönderilmesi isteniyor.
Doruk evrakı inceledi, bir daha inceledi; nasıl infaz edileceği hakkında hiç fikri yoktu.
Hâlbuki Türk Ceza Kanunu, Ceza Mahkemeleri Usul Kanunu ve Hukuk Başlangıcı gibi derslere Ankara Hukuk Fakültesi öğretim görevlileri gelmiş iyi de yetiştirmişlerdi.
TCK dersine giren öğretim üyesi Zafer Akdağ’dan, CMUK Hocası Gündüz Taşöz'den, çok şey öğrenmişti.
Buna rağmen, zaman zaman takılıyordu.  İçinden herhalde en iyi mektep, hayat mektebi olacak diye sesli düşündü.
Sonra evrakı eline aldı, Karşı odada oturan J. Bl. K.nı Katlı’nın kapısını çaldı. İçeri girip başıyla selam verdi ve evrakı masasına bırakıp, evrakın nasıl infaz edileceğini sordu.
Katlı önce gülümsedi, sonra ayağının altındaki zile dokundu, Doruğa, otur diye yer gösterdi, postası gelince bize iki çay getir diye emir verdi.
Çaylar gelene kadar, evrakın infazını kısaca özetledi. Sonra havadan sudan muhabbet ettiler.  Doruk çayını içti, izin isteyip kalktı.
Kendi Makamına geçince, Manyetolu telefonun kolunu çevirdi, santralci askere,  Karaköy Köyü Muhtarı Mehmet’i bul beni görüştür diye talimat verdi.
Geçen zaman içinde köy Muhtarlarını hem ismen hem de şahsen tanımıştı. Muhtarlar gerçekten işini bilen deneyimli insanlardı. Genellikle evrak infazı konusunda bir denileni iki etmiyorlar, doruğun işlerini kolaylaştırıyorlardı.
Bir süre Sonra telefon çaldı, Köy Muhtarı Mehmet telefonun öbür ucundaydı. Doruk, telefon irtibatı kurulunca, söze muhtar nasılsın diye girdi, cevap gelenekseldi sağlığınıza duacıyız komutanım oldu. Kısa hal hatır muhabbetinden sonra, Doruk konuya girdi!
Evrak önündeydi, kadının Adını ve Soyad'ını söyleyip köyde olup olmadığını sordu ve köydeyse bana gönder dedi. . Muhtar köydeler,  kocasıyla birlikte gönderirim diye de söz verdi.
İnfazın ilk adımı başarılı bir şekilde atılmıştı.
Evrakları köy dosyasına kaldırdı. Ertesi gün sanık (x) eşiyle birlikte geldi. 25/30 yaşlarında genç bir hanımdı. Kapıdan içeri, eşi önde kendi arkada girdi.  Doruk dosyasından evrakı çıkarttı, C. Savcılığının infaz müzekkeresini okudu ve cezanın infazı için çağırdığını kısaca özetledi.
Bayan (x) utancından kızarmıştı. Yüz kızartıcı bir suç işlediğinin bilincindeydi, ya da öyle görünüyordu. Doruk 30/40 sayfalık çizgili bir defter alması için eşini çarşıya gönderdi.
Defter gelince, Defterin ilk sayfasına Mahkeme kararını, Savcılık müzekkeresini iğneledi. Birde infaza başlama tutanağı yazdı, sanığın, kocasının imzasını açtı ve infazı başlattı.
Deftere ilk imzayı at dediğinde,  kadının okuma yazması olmadığı anlaşıldı. İmza yerine parmak bastırıldı.  Ve infaz için her gün karakola gelip imza vereceği hususu yazılı olarak tebliğ edildi.
Her gün gelip imza sözünü duyunca, hem kadının hem de eşini gözleri fal taşı gibi açıldı. Başladılar yalvarmaya, köy ilçeye uzakmış, köyden kazaya vasıta yokmuş, bu kadar yol nasıl her gün gelinir gidilirmiş vs vs.
Doruk itirazları sakin sakin diledi, sonra bunları suç işlemeden önce düşünmeliydin. Bir suç işlemişsin mahkeme hakkında bir karar vermiş.
İstersen cezanı ceza evinde çekebilirsin deyip kestirip attı. Kararlı tutum karşısında, söyleyecek sözleri kalmamıştı.
 Bize müsaade deyip ayrıldılar.
Uzun süre hep aynı saatte geldi ve parmak basarak infaz defterini imzaladı. Cezanın yarısı bitince, Doruk kontrolü haftada bir güne indirdi.  İnfaz bittiğinde, bir cahilliğin bedelini çok ağır ödediğini, bir daha asla böyle suç işlemeyeceğim diye bastı deftere parmağını.

                                                                               …/…

12 Şubat 2020 Çarşamba

J.NIN NOT DEFTERİ/ 3 İLK CİNAYET




Kıbrısçık’ta kış mevsimi oldukça çetin geçti. Dağ taş diz boyu kardı. Doruk, ilk kış mevsimini geçirirken,  Bolu ormanını, Köroğlu belindeki çam ağaçlarını, kara bürünmüş haliyle görünce,  yalnız genç kızlar gelinlik giymez çamlar da gelin olurmuş diye aklından geçirdi.
Kara bürünen çam ağaçları,  kuaförden çıkan gelin adayı genç kız gibi beyazlar içinde süzülüyordu.
Hangi tepeye baksan, bayramlık kartpostal kadar güzel! Kar altındaki dağları, tepeleri, dağ eteklerini izlemek, insana hem huzur, hem de anlatılamayacak kadar mutluluk aşılıyor.
Tepeden tırnağa, beyaza bürünmüş çamın, gelinlik kızdan terk farkı yüzünde allık, tırnağında ojenin olmaması mı diye geçti içinden…
Kış boyunca emniyet ve asayişte sakin geçti. Ocak şubat mart ayları deliksiz kar altındaydı ilçe. Nisan gelince, eriyip gitti hiç kalkmayacak gibi yatan kar.
Kır çiçekleri karın kalkmasını bekliyormuş. Nisanın 15’i olmadan kırlar, kır çiçekleriyle bezen-iverdi.  Ortalık ısınınca kışın uyuşukluğunu üstünü atmak isteyen, ilçe bürokrasisi de bir hafta sonunu için gezi düzenledi.
Tabi ki geziye evli barklı olan davetliydi. 
Doruğa nöbetçi olmak düşmüştü.
Adliyede sorgu hakimi, Hükümet tabipliğinde zaten tek doktor vardı ve  o da zorunlu nöbetçiydi.
Cumartesi sabahı Abant gezisine katılacaklar sabah erkenden yola çıktı.
Doruk her zamanki gibi kendisi rutinleşmiş işlerle uğraşıyordu.
Sabah saat 11 00 sularında, Makam odası penceresinden, bölük bahçe kapısından, uzun boylu kara yağız, siyah ceketli, siyah süvari pantolonlu beyaz gömlekli bir vatandaşın, telaşla içeriye girdiğini gördü.
Kendi kendine, hayırdır inşallah; bu geliş pek tekin görünmüyor diye bir düşünce geçti aklından. Tam da o sırada kapı çalındı, vatandaş içeri giriverdi.
İçeri girer girmez, ilk sözü komutanım bir adam öldürdüm. Teslim olmaya geldim demek oldu.
Sonra elini beline attı.
Tabancasını çıkarttı ve masanın üstüne sakince koydu.
Doruk şaşkın lakin soğukkanlıydı.
Geç hele şöyle otur dedi.
Sonra zile dokundu, nöbetçiye bize iki çay getir dedi. Tabancayı aldı, önce şarjörü içinden çıkarttı, sonra ağzında mermi olup olmadığını kontrol etti.
Bu arada çaylar gelmişti.
Sanık başladı anlatmaya, komutanım ben Kuzca köyünden Sakin! Daha önce işlediğim bir suçtan bolu ceza evinde yattım. Cezamı çekip çıkmıştım. Köye döndüğümde, köy halkından Celalin eşime tecavüz ettiğini öğrendim. Irz düşmanını, ibreti alem olsun diye  çeşme başında vurdum ve teslim olmaya geldim dedi.
Doruk keşke vurmadan önce gelseydin!
Ceza evinden yeni çıkmışsın şimdi yeniden içeri gireceksin. Ama yapacak bir şey yok! Olan olmuş dedi, İfadesini aldı, Suç aleti tabanca için bir tutanak hazırladı.
Gerekli prosedürü tamamlayıp sanığı nezarete aldı…
 Sonra kalktı adliyeye gitti, Sorgu Hekimine olup biteni yüz yüze anlattı. 
Hâkim bey, ben Hükümet tabibini alıp geliyorum, sen de hazırlan gidip otopsiyi yapalım dedi.  Doruk bölüğe döndü, yanına iki er aldı.  Kendine görev yazdı bekledi.  Hükümet tabipliğinin hizmet aracıyla Kuzca köyüne gidildi.
Maktul, Başında köy bekçisi, köy muhtarı ve toplu halde köy halkının arasında çeşme başında yatıyordu.
Gider gitmez kalabalık dağıtıldı. Sadece teşhis için bir yakını, köy muhtarı ve bekçisi kaldı.  Doruk daha önce hiç otopsiye tanık olmamıştı.
Kendi kendine bu otopsiyi baştan sona izlemeliyim, hem ceset görmeye alışırım hem de tecrübe kazanırım diye aklından geçirdi.
Dediğinde yaptı, yaptı emme içi dışına çıkacak hale geldi. Her halde bundan sonra hiç yemek yiyemem diye geçiyordu aklından.
Otopsi bitti, ceset yakınlarına teslim edildi. Muhtara görgü tanıklarını alıp karakola gelmesi talimatı verildi. Olay yerinden geri dönüş başladı. İlçe hükümet tabibi Özcan Bey ve Hâkim Safter Bey çok rahattı. Kurt gibi acıktıktan söz ediyorlar ne yiyeceklerinin hesabın yapıyorlardı. Doruk duramadı, ben her halde üç gün bir şey yiyemem, siz adamı kestiniz biçtiniz hiçbir şey olmamış gibi yemeden içmeden söz ediyorsunuz. Bunun sırrını bana da anlatır-mısınız diye sordu. Safter Bey, sen otopsiyi izlerken bir adamın kesilip biçildiğini izledin.
Hâlbuki biz otopsi yaparken, kurbanlık bir kuzu, ya koç kesip biçtiğimizi düşündük ve onun için midemiz bulmadı. Kaldı ki bir daha bu tür olayla karşılaştığında sende rahat olacaksın diye tecrübe eksiklini özetleyiverdi.
Ertesi gün, sanıkla ilgili, tanık ifadeleri de tamamlanıp sanık suç aletiyle birlikte mevcutlu olarak haki huzura çıktı ve tutuklandı.



                                                                                  .../...

9 Şubat 2020 Pazar

J.NIN NOT DRFTERİ /3 HAYAT GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ TOZPEMBE DEĞİL


Belli ki yalnız Dünya dönmüyor! Âlem üzerindeki yaşam, Kıbrısçık ilçesi Karagöl suyu kadar durgun ve sakin değil. Hayat tatlı ve acı lezzetlerle harmanlanmış. Günlük olaylar (+) ve (-) iç içe! Aldığı nefesi, geri verip veremeyeceğini bilmiyor hiç bir kimse.
Doruk niçin bu kadar karamsar?
Yazı okudukça görülecek ve sorunun cevabı anlaşılacak.
Hatırlıyorsunuz, cuma akşamı Orman İşletme Müdürlüğü salonunda, Doruk için hazırlanan hoş geldin partisi, dilli kaval ve Kıbrısçık yerel türküleriyle neşe içinde bitmişti. Geceye katılanlar evlerine eğlenmenin verdi keyifle döndü…
Bir gün sonra hayatın her zaman toz Pembe olmadığı, yaşanan canlı bir örnekle, adli kayıtlara rapor edilecek.
Doruk, cumartesi sabahına, keyfili geçen gecenin, mahmurluğu ve renkleriyle uyandı. Her sabah yapılması rutinleşmiş, sıradan işlerini yaptı ve makamına geçti.
Makam dedi diye aklınıza şatafatlı bir oda canlanmasın gözlerinizde. Bölgenin çam ağacı mamulü tahtalardan özene bezene yapılmış, koyu kahve renge boyanmış 4 bacaklı iki masa, koltuk havası verilmiş hezaren bir koltuk, ve de misafir için 3 hezaren sandalyeden ibaret bir oda.
Odanın tam ortasında, dökme demirden yapılmış, üzerinde J.Gn.K.Lığı yazılı orta boylu bir soba. Duvarda Bütün ihtişamıyla, “Cumhuriyeti Biz Kurduk Siz Yaşatacaksınız” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün Portresi. Haksızlık etmeyim iki pencerenin perdesi de var.
Bilmem ki tabanın ahşap olduğunu söylemek gerekir mi? Zira Kıbrısçık ilçesi bir orman bölgesi ve köydeki evlerin tamamı ahşap.
Ahşap kelimesinin altı, kırmızı kalemle çizilmesi gereken realite…
Niçin mi?
Anılar ilerledikçe, niçin sorusunun cevabını okuyanlar kendi bulacak ya da verecek. İşte Doruk hem içinde görev yaptığı makam odasını kendince değerlendirip, resmini kara kalem bilincine yazıyor; hem de köy dosyalarını, gözden geçiriyordu.
Önce, hafta başında ve içinde, infaz edilmesi gereken evrakları hazırladı, sonra Pazar günü çıkartacağı devriyenin ön hazırlığını planladı.
Kaç devriye çıkarsa hizmet aksamadan yapılırdı onu değerlendirdi. Devriyeye çıkartacağı isimleri belirledi ve hizmet kağıtlarını yazdı, hazır etti.
Köy dosyası, evrak, devriye, hizmet kağıdı derken; gün dönmüş, ikindi vakti yaklaşmıştı. Tam da nefes alma biraz kulübe takılma hayali kurarken; makam odasındaki manyetolu siyah telefon uzun uzun çaldı.
Doruk, elini Telefona uzattı, hafifçe kaldırdı, kulağına götürürken, sanki duyacaklarını biliyormuş gibi efendim dedi…
Santralci Asker: Komutanım, sizi Belen Köyünden arıyorlar, bağlıyorum deyip, hattan ayrıldı.
Arayan Belen köyü, köy bekçisiydi.
Sesi titreyerek, üzgün bir ses tonuyla, “Komutanım bir ihbarda bulunmak istiyorum diye söze girdikten sonra, biliyorsun köyümüzde düğün vardı. Düğün alayı kına için kız evine giderken, kazen damadın sağdıcı vuruldu ve öldü” dedi ve sustu.
Doruk, Bekçiden maktulün adını soyadını aldı.
Kim vurdu diye sordu, Kısa kısa not aldı.
Silahını eline al, biz gelene kadar olay yerine kimseyi yaklaştırma diye de talimat verdi.
Bu onun ilk defa el koyacağı gerçek bir olaydı. Telefonu kapattı, manyetolu telefonun kolunu tekrar çevirdi, Santral görevlisine beni bölük komutanı ile görüştür dedi kapattı.
Bu Telefonla hiyerarşik düzen işlemiş, sözlü olarak ilk vukuat silsile yoluyla, önce İlçe J. Bölük Komutanına, onun aracılığıyla da; C. Savcısına, İlçe Kaymakamına şifaen bildirildi.
Bölük Komutanı Katlı, ilk olayında Doruğu, yalnız bırakmadı.
Olay yerine birlikte gittiler.
Olay yeri tutanağını birlikte tuttular, olay yeri krokisini birlikte çizdiler. Bu işlem bir nevi nazari eğitimin, uygulamalı tekrarı oldu Doruk için.
Onlar hazırlık soruşturmasını yapar, sanığı tespit edip gözaltına alırken, İlçe C. Savcısı ve Hükümet tabibi de olay yerine intikal etti.
Düğün evi Yas evi olmuştu. Ağlayanlar, ağıt yakanlar, yakasını paçasını yolanlar iç içeydi. Otopsi olay yerinde yapıldı.
Maktul’ün naaşı sahiplerine oracıkta teslim edildi.
Sanık, köyün Muhtarı Abdurrahman’dı...
Dinlenen görgü tanıklarına ve maktul ailesinin alınan ilk ifadelerine göre olayda kasıt yoktu. Örf ve adet gereği, düğün alayı, kına için, oğlan evinden çıkmış, kız evine neşe içinde, davul zurna eşliğinde, güle oynaya, halay çekerek giderken, köy Abdurrahman tabancayla rast gele havaya ateş açmış.
Maktul Nedim, hem damat sağdıcı, hem bayraktar. Havaya ateş açma sonucu, alnından isabet alarak tek kurşunla hayata veda etmiş.
Görgü tanıklarının ifadelerini, C. Savcısı ve hükümet tabibinin yaptıkları otopsi raporu da doğruluyordu.
Jandarma, olay yerinde yapılması gerekenleri yaptı, sanığı yakaladı ve akşamüzeri birliğe döndü. Sanık köy Muhtarı, aşırı alkollüydü. İşlediği suç onu çok üzmüştü. Duruşuyla, görünüşüyle perişandı. Deyim yerindeyse, ruh gibiydi.
Birliğe döner dönmez, sanık hükümet tabipliğine sevk edildi. Hem fiziki hem de alkol muayenesi yapıldı. Sanığın muayenesinde, darp cebir ve şiddet izine rastlanmazken, aşırı derecede alkollü olduğu resmiyete geçti. Resmi işlemler tamamlanıp nezarete alındı.
Sabah olunca ilk iş zanlı mevcutlu olarak C. Savcılığına sevk edildi. Tutuklanma istemiyle hâkim huzuruna çıkan sanık tutuklanmıştı.
Gencecik bir beden, toprak olurken; hiç istemediği halde bir kişinin canına kıyan da, dört duvar arasına mahkûm olmuştu.
Doruk, kendi için nasıl bir meslek seçtiğini, nasıl bir girdabın içinde nerelere savrulacağını, bu kaza ile meydana gelen öldürme olayı ile daha iyi anladı. Kendi kedine hayat göründüğü kadar tozpembe değil diye bir cümle döküldü dudaklarından.

                                                                          …/…

6 Şubat 2020 Perşembe

SELFİE


Bu gün”06 Şubat 2020”Perşembe! Her sabah olduğu gibi yine saat 09 00’da kalktım. Bilgisayarımı açıtım, rutin bir refleksle e postamı baktım.
Gelen kutusu tıka basa doluydu! “The Future Is Selfies in Space “ hem dikkatimi hem de ilgimi çekti.
Google çeviriye rica ettim, ne yazıyor bana çeviriver diye, sağ olsun kırmadı beni (Gelecek, Uzayda Özçekimleridir) diye Türkçeleştirdi.
Mesaj içerisine NASA astronotu Jessica Meir’in uzayda çektiği birçok özçekim resimlerde koymuşlardı. Fotoğrafları görünce, düşünme ihtiyacı duydum enine boyuna! Ve düşündüklerimi paylaşmak istedim sizlerle.
İyi mi ettim?
Okuyunca siz, düşüncelerinizi paylaşırsanız eleştiri köşesinde; iyi mi etmişim kötü mü göreceğiz hep birlikte.
Selfie yapan, NASA astronotu Jessica Meir’in kısa süre önce Twitter hesabından “en havalı selfie’lerden biri” olabilir diye paylaştığı resimlerden sadece birini paylaşabildim sizlerle.
Arzu ederseniz, sizde tıklayarak googole amcayı görebilirsiniz uzayda çekilenlerin hepsini de.
Bu kadar laf galabalığından sonra altını çizmek istediğim ve de okuyanlarında düşünmesini istediğim ana fikre gelmek isterim.
Jessica Meir bir kadın! O üzerine giymiş astronot kıyafetlerini, binmiş uzay aracına; selfie gönderiyor dünyaya.
Ve diyor ki Gelecek, Uzay Özçekimlerindedir. Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk’ün gökyüzüne bakarken “İstikbal Göklerdedir” vecizesini söylediği gibi.
Demem o ki Türbenlı bacım türküsü söyleyenler, din adına kadını kızgın kum yerine kara çarşafa gömenler; bu selfie incelemeli ve düşünmeli. Türk kadına ve Kuran dinine ihanet etmemeli.
Kadın üzerinden makam mevki, mal mülk edinmeyi bırakmalı. Dini siyasete alet etmekten vazgeçmeli.
Kadınlarımız 21. Yy da hem cinsleri gibi, ilim ve bilimin ulaşabildiği, her noktaya: cemaat, tarikat, tekke türbe ve koca baskısı olmadan ulaşabilmeli.
Lütfen Dikkatli Okuyalım!
Bakın!
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk,1923'de Diyor ki"" Kadınlarımız, erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli ve daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar."
Türk Milleti Atatürk'ün gösterdiği muhasır medeniyete giden yoldan asla geri dönmemeli.

5 Şubat 2020 Çarşamba

J.NIN NOT DEFTERİ 3 /DARP



İşler rayına oturmuştu! Günlük işler sıradan hale gelmişti. Doruk’ta mesai bitiminde şehir kulübüne takılmaya,  oyun masalarında kendine yer bulmaya başladı. Bazen konken, bazen okey, kare kurulmadığı zamanda, tavla onayarak günün rutinliğini renklendiriyordu.
Yaşıtı memurlar da vardı. Ziraat bankasında Çetin, İlçe ziraat memurluğunda Kemal,  Hükümet tabipliğinde Yusuf kendi akranıydı.
İki de orman bölge şefi vardı, Yüksel ve Murat! Kafa dengi arkadaşlardı.  Mesai bitince kulüpte buluşmak, çay kahve eliğinde günler gırgır şamata akıp gitmeye başlamıştı
Durun hele!
Size şehir kulübü işleticisi Nazif'ten söz etmedim değil mi? 
Kulüpten söz açılır da, Nazif’ten söz edilmez mi?
Nazif sıra dışı bir insan!
Yaz kış beyaz poplin gömlek giyer. Kışın üşümez yazın terlemez.  Günün 24 saati ufak ufak demlenir. Lakin kimse onun demlendiğini fark etmez.
Yanlış bir tavır ve hareketine şahit olmaz.
İşini sever.
Kime nasıl hitap edeceğini ve nasıl davranacağını bilir ve saygı gösterir.
Çaykur, kaç çeşit çay üretmiş,   kaç ayrı paket yapmışsa o,  hepsini birleştirip, harmanlayarak yaptığı karışımdan demler çayı…
 Nazif’in çayını bi içen bir daha içer.
Doruk, rutin işlerini bitirmiş, mesaisinin bitmesini caddeye bakan pencerenin önünde, geleni gideni seyrederek, Nafiz’in demlediği çayı yudumlayacağı anı bekliyordu.
Ana caddeden, İlçe J. Komutanlığı giriş kapısına yemenisi dağılmış, gözyaşı sel olmuş bir kadının, koşar adım girdiğini gördü.
Karakol nöbetçisi, genç kadına bir şeyler sormak istediyse de, o onu duymadı bile. İkinci kat merdivenleri, koşarak çıktı.
Karakol Komutanı odasının kapısını vurmadan girdi içeri. Ağlamaktan gözleri kızarmıştı. Gözyaşı yanaklarında iz bırakmıştı.
Doruk Kadını gelirken gördüğü için, pencerenin önünden yerine geçmiş, ayakta onun gelişini bekliyordu.  Kadın girer girmez, kocam beni dövdü. Bacaklarım mos mor diye eteğini kaldırıverdi.
Doruk, tamam bacağını bana göstermene gerek yok! Seni Hükümet tabibine gönderir rapor alırım derken, genç kadın!
Sende gör!
Sen Jandarmasın!
Benim hakkımı sen arayacak teslim edeceksin. Kadının darp izini göstermesi ne ayıp ne günah! Diye Doruğa ilk hayat dersini vermişti.
Doruk, zile bastı, karakol nöbetçisine onbaşıya söyle, iki kişi teçhizatını kuşansın hemen gelsin diye emir verdi.
Sonra, kadının şikâyetini aldı, o ifadeyi alırken, bölük idari işleri de, Hükümet Tabipliğine rapor için müzekkereyi hazırladı.
Yazıcı er şikâyetçiyi doktora götürürken, Hazırlanan devriyede, kadının lokanta işleten kocasını, gidip işyerinden derdest getirdi. Bunlar olup biterken mesai bitmiş, resmi dairelerde dağılmıştı. Sanık geldiğinde, Doruk ona hiçbir şey sormadı. Eşini/ karnı niye dövdün demedi.
Nezaret defterine kayıt etti, üst araması yaptı ve doğrudan nezarete aldı. Sanıkta benim suçum ne beni niye nezarete atıyorsun demedi.
Belli ki suçunu biliyordu.  Bir süre sonra mağdur, yanında yazıcı er ve elinde raporuyla geldi.  Hükümet tabibi 7 gün iş ve gücüne mani, on günde şifa bulur diye yazmıştı.
Doruk raporu aldı ifade tutanağına ekledi,  Şikayetçiye, kocanı aldım nezarette. Şimdi git, Sabah saat 08 00 de gel. Sizi mevcutlu C. Savcılığına sevk edeceğim. Sakın acın ve öfken geçince, şikâyetinden vazgeçme ki bir daha sana el kaldırmasın deyip gönderdi.
Ertesi sabah erkenden, sanık nezaretten çıkartıldı,  eşinin  raporu ve şikâyeti göz önüne alınarak, ifadesi alındı ve mevcutlu olarak C.Savcılığına teslim edildi.
Sanık bin pişmandı, eşine şikâyetini geri alması için çok yalvardı. Fakat kadın cesurdu, şikâyetinden vazgeçmedi.
Önce tutuksuz yargılandı, sonra verilen ceza paraya çevrildi.
Evlilikleri mi?
Yeni evlendikleri gün kadar iyileşti. İlçede ne zaman doruğu görseler kendisine hem dua hem de teşekkür 
ettiler.     
                                         
                                                                                         …/...