Günler ne çabukta geçiyor? Doruk ve meslektaşları Yeni Mahalleye taşınalı
10 günden daha çok
olmuştu.
Gençler yeni mahalle ve mahalleliyle;
çabuk kaynaştı, ısındı ve sevdi!
Mahallenin hemen girişinde ,Kova'nın işlettiği bir kahvehane
vardı. Kosta bol köpüklü Türk kahvesi yapmayı iyi biliyordu.
Akşam yemeğini gazinoda yiyen, Kosta’nın
elinden kahve içmek için; mahalleye
koşar adım gidiyor, günün yorgunluğunu bol köpüklü kahveyle unutmaya çalışıyorlardı.
Kısa sure de herkes kahve tiryakisi olup çıktı.
Kahveler içildikten sonra mahalle
sokaklarında kısa yürüş Yapmak gelenek haline
gelmişti. Mahalle, küçük bir
buruna etekten tepeye doğru yerleşmişti.
En yüksek yerde kilise vardı.
Mahalle sakinleri, her pazar kadın
erkek, çoluk çocuk bayrama gider gibi giyinip süsleniyor, güle oynaya, Kiliseye
ailece güle oynaya gidiyorlardı.
Papaz,
Cumartesi günü kiliseye gelip mahalle halkı ile yakından
ilgileniyor, pazar günü de ayini
yönetiyordu.
Doruk ve arkadaşları, her akşam
Kosta'nın kahvesinde otururken, Rumların gelenekleriyle ilgili, yeni yeni
şeyler de öğrenmeye de başladılar.
Bazen kahvede oyun oynayan Rumların
masalarına yancı olarak takılıp konuşmalara ortak oluyorlardı.
İmroz’da Türk örf ve adetlerine
taban tabana zıt bir gelenek yaşarmış meğer!
Türklerde evlenmek isteyen erkek,
kız babasına başlık parası verirken, İmrozlu Rum kızları evlenecekleri
erkeklere drahoma adı altında mal mülk para vererek evlenirlermiş. Hatta
evlenen Rum erkekler, çeyizini valize koyar evlendiği kızın evine aşınırmış.
Elbette düğün geleneği bizdeki gibi onlarda var! Hatta sirtakiler-i bizim
oyunlara da bire bir benzermiş. Rumlar sirtaki için meyhane kültürünün bir
parçası diyorlar. Zaman içinde gördük ki
sirtaki bizim kasap havasının bir kopyası meğer!
Sirtaki muhabbetini burada
bırakalım, biz yeni öğrendiğimiz geleneğe geri dönelim. Rum evlilik geleneklerini
öğrenen bizim gençler, hem yadırgadılar, hem de anlatanları ağızları kulaklarında
dinlediler.
Allah var ya, dinleyen arkadaşların keşke bizde de adet böyle
olsa diye düşündüklerini, bir kısmının da bir Rum kızı bulup evlensem diye aklından
geçirdiğini bilmek için kâhin olmak gerekmiyordu.
Ada halkı genelde tarımla uğraşır,
hayvancılıkla geçinirmiş. Geçinirmiş diyorum; çünkü Ada'da Tarım üretme çiftliği,
açık tarım cezaevi ve Askeri birlik gelip yerleşince verimli araziler de istimlâk
edilmiş.
Şimdi Deniz'e açılıp süngercilik
yapanlar, balık tutanlar var. Tarım ve hayvancılık bitmemiş ama halkı geçindirmekten
uzak!
Hayvancılığın yapılış biçimi de
Anadolu'dan farklı!
Küçükbaş hayvanlar kış yaz
arazide başıboş yayılıyormuş. Hayvanlara
kimse zarar vermez, vahşi hayvan olmadığı içinde kurt kuş koyun kuzuyu
yemezmiş.
Anadolu da olsaydı bu örf ve
adet,çobansız arazide başıboş otlayan, arazideki koyun keçi ve de yavruları tek tek toplanır, ertesi gün kasapta açardı
gözlerini düşünmeden edemedi doruk!
.../...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder