29 Mart 2020 Pazar

Söylemez





Doruk, Gülü’yle Kıbrısçık anılarına son noktayı koydu. Bundan sonra sırada söylemez var! Söylemez nereden mi çıktı? İlk şark piyangosu…
Arkadaşları soruyor, nereye gidiyorsun? 
Söylemez’e!
Söylemezsen söyleme, bize dert mi diyen,  sitem eden edene.  
Atanma emrini alıncaya kadar, Söylemez adını, Doruk’ta hiç duymamıştı!
 Erzurum ili Karayazı İlçesine bağlı bir Bucak olduğunu atama emrini tebellüğ edince öğrendi.
Atanma sayesinde Anadolu coğrafyasında olan, küçük idari bir yerleşim biriminin adını, kalıcı belleğine çıkmamak üzere kaydetti.
Elbette, gelişinde olduğu gibi gidişinde de ilçe bürokrasisi kendilerine düşenin en iyisini yaptı. Veda ziyaretleri veda yemeği ve bir birini kovaladı.
Haziran’ın ilk yarısında ilişiğini kesti ve Kıbrısçık’tan davulla zurnayla uğurlandı. Sevenleri üzgün, sevmeyenler keyifliydi.
İlişik kesilince, birkaç hurç’a sıkıştırdığı ev eşyasını,  bir kamyonla Ankara Tren istasyonuna kadar attı ve Gardan Erzurum /Hasankale istasyonundan almak üzere trene verdi.
15 günlük meyil müddetini, aile ziyaretiyle geçirdi.
Temmuz başında Söylemez’e intikalle yeni görevine başladı.
Söylemez,  Erzurum Muş Karayolu üzerinde, Aras Nehri kıyısında, tipik bir Doğu Anadolu köyü. 
Alâmetifarikası ne diye sorsalar, yerden bitme dam örtülü, birbirleriye omuz omuza evler, tandır yakılan, tezek tüten ve kokan bacalar ilk göze çarpanlar denebilir. 
Ayağı yalın başıkabak, küçük çocuklardan söz etmeye hacet bile yok.  Çocuklar geri kalmış ülke ve bölgenin kaderi, kara yazıları.
Bucak, bir dönem bağrından Sabri Kara duman’ı millet Vekili çıkartmış. Atmış darbesi olmasa ilçe olacakmış Söylemez ve bucak müdürü yerine Kaymakam yönetecekmiş.
İlçe olmaya hazırlandığı için hükümet konağı olarak yapılan bir binası var.
Nüfus Memuru, Jandarma Takım Komutanlığı ve PTT memurluğu bu binanın bir bölümünü ortak kullanıyor.
 İkini kat atıl.
Nahiye Müdürlüğüne nüfus memuru vekâleten bakıyor. Mevsim itibariyle yüksek tepe ya da platolarda hala ot ve çayır yeşil.
Yeşillik sadece mevsimlik otlar…
Bağ yok bahçe yok bostan yok. 
Kırlarda, küçükbaş ve büyükbaş hayvan sürüleri otluyor.  Karakolda, iki uzman,  18 er mevcut var. Birde yol emniyetini sağlamak için Dodge pikap vermişler.
Takım Komutanlığı yerleşkesi, boya badana yüzü görmemiş. Doruktan önce görevli olan meslektaşı o gelmeden ilişiğini kesmiş ve ayrılmış.
Nahiyede Takım komutanı için bir lojman mevcut. Depremde hasar görmüş, oturulamaz raporu var. oturacak kiralanacak ev yok.
Yazdıklarımı okuyunca moraliniz bozuldu, hiç güzel bir şey yok mu diye sordunuz değil mi?
Olmaz mı?
Söylemez Muş-Erzurum ana yolu üzerinde. Ulaşım sıkıntısı yok. Akşama kadar kapının önünden onlarca otobüs kamyon geçiyor.
İki petrol istasyonu var. Dolaysıyla iki lokantası iki kahvesi da var.  Kıtlama çay içenler için her dem taze çay hazır.
Bunların yanında Takım komutanlığının hemen arkasında, yaklaşık 50 m mesafede Aras Nehri nazlı nazlı akıyor.
Doruk iki yıl Aras’la yan yana akacak, Güneş’i Ay’ı Yıldızları ortak izleyecek,  doğru bildiği yoldan taviz vermeden yürüyecek.
                                                                                               .../…







27 Mart 2020 Cuma

Hayal'den Bölük Pörçük!


               


Yedi bin yıllık kutlu bir coğrafya
Tarih yatıyor her taşın altında
İsa’dan çok önce başlar Türklük
İki yüz otuz dörtte Mete Han’la

Araştırsak aslımızı uzanır eleste
Sorma Eles’i git yaratıldığın güne
Mars’tan geldik diyor Akay Kine
Altaylardan dağıldık dünya âleme

Kayıp bir uygarlıkla birlikte kayıbız
Mu Kıta’sı ile tarihe geçti imzamız
Mu batarken dağıldık tüm dünyaya
Mısır, Japonya, Maya, İnka’dayız

Dünya uygarlıkları ilk akla gelince
Saymakla biter mi Hitit Kimmer Eti
Unutulur mu Urartu Sümer Asur
Dillere destan Babil’in asma bahçeleri

Dün kuruldu Amerika Birleşik Devleti
İlim diye satıyor Ufo’dan öğrendiklerini
Öz be öz Türk soyu katlettiği Kızılderili
Uranüs’ten sızmış katil corana virüsleri


Hayal Denizi
27.03.2020

26 Mart 2020 Perşembe

Güllü-1


                                                            

Güllü, Köroğlu Dağlarının eteğinde Kıbrısçık ilçesinde bir Romen kızı olarak dünyaya gelmişti! Çocukluğu, genç kızlığı, küçücük mahallesinde; yöreye has ahşap evde ışık hızıyla yoksulluk içinde geçti.
Ne okula gidebildi ne de okuma yazma öğrendi. Romen kızı olmanın ezikliğini duydu her zaman. İlçede zaten birkaç hane Romen vardı. Hepsi bir mahallede toplanmış, komşu evlerde yaşıyordu. Güllüde her Romen kızı gibi, fal bakıyor bohçacılık yaparak aile bütçesine katkı sağlıyordu.
Allı güllü şalvarı, pazen elbisesi ile fark ediliyor, her geçen gün güzelliği yaşıtı gençlerin dikkatini çekiyor, iştahını kabartıyordu.
Güllü 18’ine bastığında, komşusunun oğlu Mehmet onu sevdiğini bir köy yolunda ulu orta söyleyiverdi. Güllü şaşırmıştı! Mehmet’ten hiç böyle bir şey beklemiyordu.
Kardeş değillerdi ama kardeş gibi büyümüşlerdi.
Cevap vermekte zorlandı.
Yüzü kızardı, eli ayağı titremeye başladı. Mehmet’in yüzüne bakmadan biraz oturalım mı diye sordu, o zaten hazırdı!
Stabilize köy yoldan çıktılar, bir çam ağacının gölgesine çöküverdiler.
Mehmet heyecanlıydı.
Gülü’nün ne diyeceğini merak ediyor, onun da eli ayağı birbirine dolaşıyordu.
İkisi için de zaman durmuş, dünya dönmez olmuştu.
Güllü dudaklarının kuruduğunu, susuzluktan dilinin damağına yapıştığını hisseti, heyecanını bastırmaya çalışarak, Mehmet ben susadım diyebildi.
Mehmet, Gülü’nün gözlerinin içine baktı, içeceğin su olsun der gibi sessizce kalktı, elini ona uzatarak ayağa kalkmasına yardımcı oldu, birlikte SERKE Deresi’ne doğru yürüdüler.
Dereye gelince ikisi de diz çöktü, suyun üzerine uzandı, akan suya ağzını gömerek kana, kana içtiler. Güllü dereden başını kaldırdı, elinin tersiyle ağsını sildi, akan suya uzun uzun baktı.   Sonra derenin kıyısına oturup havadan sudan konuşmaya başladılar.
Serke deresinde bir aşağı bir yukarı koşuşturan balıkları izlediler.
Güllü kendini toplamış, ne diyeceğini hesaplamıştı.
Gözlerini Mehmet’in yüzüne çevirdi, ne zamandan beri beni istiyorsun diye sordu. Mehmet, nasıl anlatsam bilmem ki diye söz başladı. Hani çocukken sokakta sek sek oynadığımız günleri hatırlıyor muzun?  Taaa o günlerden beri ben seni seviyorum. Bir türlü sana açılmaya cesaret edemedim. Bir de hayır dersin diye çok korktum çok dedi.
Güllü, sen bir budalasın dedi ve kıkırdadı.  Bu güne kadar neden söylemedin?
Yavaş yavaş kalktılar, el ele tutuşarak tekrar yola geri döndüler.
Zaten Nadas Köyüne yaklaşmışlardı.
Hızlı adımlarla yürüdüler, köyde birkaç gencin falına baktılar, beş-on yumurta, bir tavuk ve bir miktar bulgur toparlayıp akşam olmadan evlerine geri döndüler.
Mehmet olup biteni Annesi Pembe’ye, Güllüde kendi annesi Zarafet’e heyecanla ballandıra ballandıra anlattı.
İki aile de çocuklarının karanına karşı çıkmadı.
Hatta bunu bekliyorlarmış gibi makul karşıladı. Mademki çocuklar birbirini seviyordu, onlara da onların yuvasını kurmak düşerdi.
Öyle de yaptılar.
 Romen gelenekleri neyi gerektiriyorsa bir bir yerine getirildi. Dünür gidildi. Kız istendi, Nişan, Kına, Düğün ardı ardına yapıldı.
Folklor oynandı, türküler söylendi. Güllü’ düğününde oryantal yaptı, folklor oynadı. Kıbrısçık’ Türkülerinden “Mezerlikte gezerim, çıkı çıkı buldum çözerim, ben âlemden güzelim, niçin bekâr gezerim! Sarıçam sakızı alınmaz, Koca adama varılmaz, koca adamın çocuğu, kucağa da alınmaz” türküsüne eşlikte etti.
Gece ilerleyip düğün bitince, gelenek olduğu üzere damadı gerdeğe yumruklar arasında soktular.
İki gönül bir olunca samanlık seyran olur, atasözü sanki Güllü ile Mehmet için söylenmişti. Fakirlik ve yoksulluk ikisinin de kaderiydi, fakat mutluluğuna engel olamamıştı.
Güllü ile Mehmet tencerede pişiyor, kapağında yiyor,  mutlu mesut geçinip gidiyorlardı. Hayattan pek çok beklentileri olmadığı için mutlu görünüyorlardı.
Evliliklerinin üzerinden aylar, yıllar göz kamaştıran bir hızla arka arkaya serke dere suyu gibi aktı geçti. Dünya hızlı dönüyor, günler çabuk da geçiyordu?
Evliliklerinin üzerinden seneler geçmişti ama Gülü’nün daha bir çocuğu bile olmamıştı. Aile bireyleri bunu dert etse de Mehmet Güllüyü seviyor, çocuk olup olmamasını çok önemsemiyordu.
Bir gün Mehmet eşini evde bırakıp köylere işe çıkmış, Güllü evde kalmış, bahçeye kazan kurmuş, çamaşır yıkıyordu.
Eteğini toplamış, şalvarını dizinin üstüne kadar çekmişti. Tülbendi başından boynuna düşmüş, entarisinin düğmeleri çözülmüş, göğsü fistanın altından fırlamıştı.
O kendinden geçmiş çamaşırları tokaçlarken Mehmet’in üvey abisi Kamil Kır atıyla geldi. Güllü’yü bahçe de o halde görünce, içi gıcıklandı; Gülü’nün çamaşır yıkarken ki seksi hali Kamil’in aklını başından aldı. Acele atan indi, uçar gibi kendi odasına gidip pencereden üvey kardeşinin karısını odasına çağırdı.
Güllü ağabey dediği Kâmil’in evine her zaman girip çıkıyordu.
İşini bıraktı, üstünü başını topladı, başını örtü ve gitti.
Kamil Güllü gelir gelmez hiçbir şey demeden ona sarıldı, gözü kızarmış arenada matador kovalayan boğa gibi burnundan soluyordu. Güllünün direnmesi yalvarması para etmedi.
Kamil ona zorla sahip oldu.
Kimseye söylemesi için de ölümle tehdit etti.
Kamil’in tecavüzü, Güllünün yoksul fakat mutlu evliliği üzerine karabulut gibi çökmüştü.. Şalvarını toplayıp çamaşır yıkadığı yere geldiğinde beyninde fırtınalar kopuyor, yüreği kan ağlıyordu.
Ne yapacağına bir türlü karar veremedi. Önce yarasını yüreğine gömmek, eşine söylememek gerektiğini düşündü. Mehmet duyarsa olacakları biliyordu.
Aile içinde kan akardı kan!
Sustu, neşesizliğini, yüzünün solgunluğunu rahatsızlığı ile ifade etti. Kan kustu, kızılcık şerbeti içtim dedi. Ser verdi sır vermedi.
Lakin mutluluğu üzerine düşen kara bulut bir türlü dağılmıyordu. Kamil ne zaman yalnız yakalasa Güllüyü tehditle ona sahip olmaya devam etti.
Olacak gibi değildi.
Bu olay daha fazla gizli kalamazdı.
En sonunda dayanamadı Önce Mehmet’in öz, Kâmil’in üvey annesi Pembe’ye durumu anlattı.
Pembe beyninden vurulmuşa dönmüştü.
Akşamı zor etti.
Mehmet gelir gelmez onu yanına çağırdı!
Olup biteni önce annesi anlattı sonra da Güllü teyit etti.
Bir plan yaptılar!
Kamil aile namusuna tasallut etmiş, ailenin namusunu iki paralık etmişti. Cezasız kalmamalıydı. Kamil öldürülecekti, ama nasıl?
Bir tuzak hazırladılar, Güllü tuzağın ucunda yemdi.
Bir gün Güllü, Kâmil’i Nadas köyü kırsalına daha rahat ve uzun süre beraber olmak için davet etti! Güllü planı eksiksiz uyguladı kendi erken çıkıp Nadas köyü kırsalına gitti.
Mehmet, Pembe, zarafet, olay yerine pusu attı.
Kamil Yazıca köyüne saman almaya gidiyorum diye Kır Atına bindi, Nadas köyü kırsalına Güllü ile buluşmaya doludizgin koştu.
Mevsim kış sonu, ilkbahar başıydı. Yerde ki kar, yer yer erimiş, alca bulaca bir örtü doğaya renk katmıştı. Güllü taşların arasında Kâmil’i beklerken, Kır At’ın sırtında Kamil kırmızı görmüş bir boğa gibi göründü. Güllü’nün yüzünde sahte bir gülümseme, içinde alacağı intikamın ateşi vardı.
Kamil Attan indi, susuz kalmış bir boğanın göle abandığı gibi Güllü’ye sarıldı, alaca karın üzerinde, kuş tüyü yatakta sevişir gibi birlikte yuvarlandılar. Kamil şehvetten burnundan solurken, Mehmet ve yanındakiler ortaya çıktı, Kâmil’in başına kalın bir sopa ile vurdu ve onu bayılttı. Sonra sicimle elini arkasından bağlayıp yere yatırdılar.
Yüzünü, karla ovarak ayıltılar.
Önce olup biteni, kendisi hakkında verdikleri ölüm cezasını yüzüne açıkladılar.
Sanığın yalvarması, şeytana uyduğunu, pişmanlık duyduğunu söylemesi cezasını hafifletmeye yetmedi.
Güllü öfkesi geçene kadar Kâmil’e eline ne geçirdiyse vurarak intikamını aldı, öfkesini kinini hafifletmeye çalıştı.
Sonra Mehmet tabancasını çıkarttı üvey Abisinin Ensesine iki el ateş ederek ölüm cezasını infaz etti.
İnfaz tamamdı ya sonrası?


                                                                         …/…
                                             FAİLİ MEÇHULÜN AYDINLATILMASI

Cinayeti planlayan Pembe sonrası için de bir senaryo yazmıştı. Kamil’in aile içi ölüm infazını faili meçhul listesine yazacak, jandarmaya yıllarca faili meçhul dosyası takip ettirecekti.
Boşa vakit geçirmedi!
Planını hayata geçirmek içi değme Yeşilçam Aktrisine, taş çıkarttıracak bir rol üslenerek işe başladı.
Gün akşam olurken, kaldırım kenarlarına birikmiş kar yığınları arasında; iki gözü iki çeşme, saçını başını yola yola, bağrını döverek jandarmaya karakoluna gitti.
Karakol nöbetçisi onu karakol komutanının odasına aldığında, komutan, günlük işleri toparlamaya çalışıyor, mesaisini bitirmeye hazırlanıyordu…
Pembeyi gözyaşı içinde perişan görünce, elindeki işleri bir kenara bıraktı; ona oturacak yer gösterdi ve derdini anlatmasını istedi.
Belli ki Pembe, ne söyleyeceğini planlamıştı.
Duraksamadan söze başladı! “Üvey oğlum Kâmil sabah erkenden atına binip saman almak için Yazıca köyüne gitmişti, Atı başıboş geri geldi, Kamil dönmedi!
Şimdiye kadar biz böyle bir şey yaşamadık.
Başına kötü bir şey gelmiş olmasından çok korkuyorum” dedi sesi titreyerek.
Karakol komutanı Pembe’nin Romen olduğunu biliyordu.
Romenler yaşadıkları yöreyi avucunun içi gibi iyi bilir. Bu yüzden Komutan Pembe’ye “bölgeyi siz bizden iyi bilirsiniz, etrafı iyice araştırın sonra bana gelin. Kıbrısçık Küçük bir yer, Kâmil’i herkes tanır. Onun başına bir şey gelse siz benden önce duyar ve haber alırsınız. Telaşlanmadan bekleyin! Bir gelişme olursa gece gündüz demeden haber verin” diye gönderdi.
Ertesi gün daha kargalar yuvasından uçmadan, sabah güneşi perdeleri yırtmadan Pembe, karakol’un önündeydi.
Kayıp haberi yerini faili meçhul bir cinayeti ihbar etmeye dönüşmüştü.
Kamil, Nadas Köyü Kırsalı’nda kargasekmez mevkisinde işkence edilerek, silahla başından vurmuş ve öldürülmüştü
Karakol Komutanı önce Pembe’nin şikâyetini zapta geçirdi, sonra hazırladığı devriyeyi yanına alıp olay yerine gitti.
Olay yerinde kadın erkek, çoluk çocuk birçok meraklı toplanmıştı.
Komutan, Maktul’ün cesedi başına gitti, askere olay yerine toplanmış kalabalığın uzaklaştırılması emrini verdi.
Kalabalık cesedin başından uzaklaşınca, maktulün yakın çevresinden başlayarak; daire çizerek olay yerini kılı kırk yararak inceledi.
2 adet 7,65 mm çapında mermi boş kovanı, bir adet gömlek düğmesi tespit etti. Cinayetin aydınlatılmasına katkı sağlayacak her delilin, etrafını çizdi yanına bir taş dikti.
Hem boş kovan hem de gömlek düğmesi cinayetin çözülmesine katkı sağlayacak önemli ipucu niteliği taşıyordu.
Komutan, olay yerinde bulunan erkekleri çoluk çocuk ve meraklı kadınlardan ayırdı, sıraya dizerek hepsinin üzerini aradı gömlek düğmelerini kontrol etti.
Güllünün eşi, Kamil’in üvey kardeşi Mehmet de oradaydı.
O da rolünü iyi oynuyor, yağmur gibi gözyaşı dökerek komutanım ağabeyimin katilini bul diye feryat ediyordu.
Zavallı Mehmet!
Gömleğinden düşen düğmenin kendini ele vereceğini hesaplayamamış, cinayet işlerken giydiği gömleği değiştirmeyi bile akıl edememişti.
Komutan Mehmet’in gömleğinde eksik düğmeyi görünce onu kalabalıktan ayırıp devriye aracına bindirerek gözaltına alıverdi.
Olay yeri incelemesi kısmen bitmiş, önemli sayılabilecek delil de bulunmuştu.
Gerisi kolaydı.
Olay yeri güvenliğini sağlamak üzere, bir devriye ayırdı, Otopsi için gelecek Cumhuriyet Savcısı ve hükümet tabibini beklemelerini isteyerek, yanına aldığı müfreze ile zanlının evini aramak üzere olay yerinden ayrıldı.
Mehmet, ısrarla ve inatla üvey ağabeyi Kâmille aralarında hiçbir anlaşmazlık olmadığını, onu kimin öldürdüğünü bilmediğini, Kamil’in düşmanı olup olmadığını tekrarlayıp duruyordu.
Görevli ekip, Maktul Kamil ve sanık Mehmet’in evlerine gelindiğinde, tam bir cenaze evi hüznü ile yüz yüze kaldı.
Hane halkı yanında konu komşunun da katıldığı cenaze evine derin hüzün hâkimdi.
Olay ne kadar acı, ne kadar hüzünlü olursa olsun ortada adli bir vakıa vardı ve görev yapılacaktı.
Zanlı Mehmet ve annesinin ikamet ettiği ev ve müştemilatı titizlikle arandı. Ne yazık ki suç aleti tabanca ele geçirilemedi.
Güllü evdeydi. O da karalar bağlamış yasa bürünmüştü.
Komutan, Mehmet’le birlikte Güllüyü de arabaya aldı, onları doğruca karakola götürdü.
Mehmet’i Nezarethaneye, Güllüyü karakol komutan odasına koyarak başına birer asker görevlendirdi.
Birbirleriyle konuşmasına kesinlikle müsaade edilmeyecekti…
Kendi tekrar olay yerine döndü. Cumhuriyet Savcısı Kandemir, Hükümet Tabibi Çokuslu otopsiyi bitirmek üzereydi.
Maktulün ölüm sebebi aşağı yukarı tespit edilmişti. Enseye sıkılan kurşunlar olmasa da Kâmil başından aldığı darbe sonucu hayatını kaybedecekti.
Rapora göre, hem silahla ateş eden, hem de sopayla darp edenler birinci derecede sanıktı.
Olayı planlayan azmettiren Pembe, pusuya yem olan ve eline geçirmişse maktule vuran Güllü, silahla ateş eden Mehmet olayın failleri idi.
Aslında jandarma için faili meçhul gibi görünen cinayet çözülmüştü. Delil olarak ele geçen boş kovan, gömlek düğmesi; otopsi raporu açıktı.
Bunun yanında sanıkların suçu itirafı, kullanılan silahı ortaya çıkartmaları ve teslim etmeleri soruşturmanın ana hedefiydi.
Karakol komutanı olay yerinden dönünce, sanıkları bir arada odasına alıp, elde edilen mevcut delillerin, sanık olarak kendilerini mahkemeye sevk etmeye yeteceğini, ancak samimi olur, itirafta bulunurlarsa, kendileri için hukuken daha iyi olacağını anlattıysa da sanıkları ikna edemedi.
Kriminoloji tekniği o zaman şimdiki kadar gelişmemiş, teknik imkânlar en ücra karakollarda kullanılmaya başlanmamıştı.
Fakat jandarma olmak demek çözümsüzlüğe çözüm üretmek demekti. Karakol komutanı bir teyp ayarladı, Nezarethanede ranzanın altına gizlice yerleştirdi. Pembe’yi Sabah erkenden gelmek üzere eve gönderirken, Güllü ve Mehmet’i nezarete attı.
Karı koca ikisini nezarethanede sabaha kadar baş başa bıraktı. Yalnız kaldığını zanneden iki sanık kendi aralarında işledikleri suçu bir kere daha konuşup, kesinlikle itiraf etmeme konusunda anlaştılar.
Ertesi gün, mesai başladığında, karakol nöbetçisi, sanıkları nezaretten çıkartıp ifade alınmak üzere karakol komutanı makamına getirdi. Bu arada bir başka görevli de Teybi alıp geldi.
Karakol komutanı, sanıklara birer çay söyledi, bu arada teybi de çalıştırıp masanın üstüne koydu.
Demli çaylar içilirken, Güllü ve Mehmet’in Emniyet odasındaki konuşmaları teypten suçu itiraf etmeye başladı.
Her iki sanık da şaşkındı. Çay bardakları ellerinde kaldı. Yüzleri kül gibi soldu.
Dudakları titriyor ne söyleyeceklerini bilemiyorlardı.
Baktılar ki inkâr etmenin kimseye yararı yok! Olayı önce Güllü, sonra Pembe, ardından da Mehmet’ in ince ayrıntısına kadar anlattı.
Tabancayı sakladığı yeri de itiraf etti.
Faili meçhul olarak ihbar edilen olay çözüldü, taammüden adam öldürme suçu olarak adli kayıtlara geçti.
Sanıklar, haklarında tanzim edilen hazırlık evrakı ile birlikte Cumhuriyet Savcılığına teslim edildi. İlk sorularından sonra tutuklandılar.
Yargılanmaları, Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde yapıldı. 1974’ yılında çıkan ve Rahşan Ecevit affı diye literatüre giren af yasası, iki gencin imdadına yetişti.
İki yıllık mahkûmiyetten sonra yeniden özgürlüğe merhaba deyip, kaldıkları yerden yaşama devam ettiler.
 Kamil mi?
O, Kıbrscık mezarlığında ki, çam ağaçlarının koyu gölgesinde; nefsine yenik düşmenin, vicdan azabıyla ebedi uykusunun derinliğinde kaybolmuştu.
Faili meçhul cinayeti kısa süre içinde çözen Doruk, hem ilçe C. Savcısı hem de Bolu il Valisi tarafından takdirname ile taltif edildi. Bu onun aldığı ilk takdirnamesiydi. Aldığı takdirnamelere mektep çocukları gibi 
sevinmişti…


                                                                                        …/…


                                             






24 Mart 2020 Salı

J.NIN NOT Defteri-3/ KAZA

         
                               

Kıbrısçık’ta ilçe pazarı, perşembe günleri kuruluyordu! Başta Bolu esnafı olmak üzere Seben ve Beypazarı ilçelerinden gelen pazarcı esnafı, pazar yerinde, sebze meyve ve manifatura sergisi açarlardı.
Pazar kurulduğu gün ilçeye bağlı köylerdeki köylü, kamyonlarla ilçeye gelir, pazarda ihtiyaçlarını karşılar Pazar dağılınca, geldiği araçlarla geri köyüne / evine dönerlerdi.
Birkaç cümleyle özetlediğim, döngü bir saatin kadranındaki akrep, yelkovan ve saniye döngüsü gibi, hiç şaşmadan her hafta, her ay ve her yıl, bir birini kovalar hiç şaşmazdı.
Pazar kurulduğu gün karakola gelen giden da daha çok olur, özellikle köy muhtarları, karakola uğramadan, bir çay içmeden gitmezlerdi.
Bölük tabldotu içinde pazara çıkılır, bir haftalık sebze meyve ihtiyacı alınır hafta boyunca ihtiyaç kilerden karşılanırdı.
İlçenin üç ana yol güzergâhı vardı. Köylüler kendi güzergâhlarına giden kamyonları bilir, birkaç köy halkı aynı kamyonu gidiş geliş gidişte araç olarak kullanır, balık istifi, heybesi torbası, sebzesi ne varsa üst üste yolculuk ederdi.
Doruk makam odasında oturmuş, hem çalışıyor, hem de pencereden dışarıya fırsat buldukça göz atıyordu. Bir ara bölük binası karşısına park eden, pazarcı arabasını ve araba etrafında; köyüne geri dönmek için toplanmış bekleyen pazarcıları gördü.
İçinden bir ses, oğlum kamyonla yolcu taşımak yasak, sen bunlara şimdiye kadar hiç kafa yormadın. Üç devriye hazırla, ilçe kışında kamyonla gidenleri indir dedi.
Doruk iç sesini dinledi.
Hemen üç devriye hazırladı, ilçe çıkışlarına gönderdi.
Hemen karşısında duran kamyonun şoförünü çağırıp yolcu almamasını alırsa hakkında işlem yapacağını şifahen bildirdi.
Aradan kırk/kırkbeş dakika kadar zaman geçince, Karaköy köy muhtarı Mehmet telaşla kapıyı çalıp girdi. Komutanım bizim köylüleri kamyondan indirmiş, köye kamyonla gidişi yasaklamışsın dedi.
Doruk, doğru söylemişler, yalnız ben yasaklamadım.
Yasak koyan ben değilim trafik kanun ve yasası. Şimdiye kadar uygulamadığımız için kusurluyuz. Bu gün uygulamaya koydum dedi.
Başladı yalvarmaya “ Komutanım köylünün halini benim kadar sen de biliyorsun. Taşıt varda köylü binmiyor mu? Biz kamyona binmezsek sırtımızda heybe torbayla nasıl köye döneceğiz” diye haklı gerekçe ve şikayet sıraladı.
Aslında muhtar Mehmet’in anlattığı Türkiye gerçekleriydi. Doruk bunları yakından biliyordu. Onun içindir ki şimdiye kadar bu konuya hiç el atmamıştı.
Lakin içindeki ses taviz verme diye bastırdı...
Bir karar aldım bu gün uygulayacağım. Siz istiyorsanız, devriye attığım yerden sonra, ilçe çıkışın yürüyün, devriye görünmeden binmek isterseniz binersiniz dedi.
Muhtar üzülmüş ve kırılmıştı. Boynu bükerek ayrıldı karakoldan. Birazda gönül koymuştu sanki.
Bu konuşmaların arasından daha birkaç saat geçmişti ki, bölücekaya köyünden gelen bir telefonla; bir kamyonun kaza yaptığı, yoldan çıkıp dereye aşağı yuvarlandığı, çok sayıda yaralı ve ölü olduğu ihbar edildi.
Doruğun aklına gelen başına gelmişti.
Durumu önce ilçe kaymakamına, sonra C. Savcılığına şifahen bildirdi ve yanına çok sayıda asker alarak hızla olay yerine hareket etti.
Bölücekaya köyü ilçeye çok yakındı.
Olay mahalline kısa sürede yetişti. Köylü toplanmış, yaralıları yuvarlandıkları abartısız 70/80 derece dik bayırdan can hıraş çıkartmaya çalışıyorlardı. Ölenlere dokunmamışlardı. Birkaç dakika sonra ilçe devlet hastanesinin Jeepi ve çalışanları da yetişti.
Hafif yaralı olanları ilçe hastanesine, ağır yaralı olan Bolu Devlet Hastanesine acilen sevk edildi.
Karaköy köy Muhtarı Mehmet, pazardan tahta kaşık almış, kaşıkları ceketinin iç cebine koymuş. Kamyon devrilince cebindeki kaşıklar bağrına saplanmış olay yerinde hayatını kaybetmişti.
Doruk çok çok üzüldü.
Kamyon abartısız yoldan çıkınca 80/90 metre aşağıya yuvarlanmıştı. İlk belirlemelere göre 5’i ağır 15 yaralı; olay yerinde hayatını kaybeden ise 9 candı…
Köylülerin pazardan aldığı ev ihtiyacı sebze meyve, heybe torba saçılmış, darma dağın olmuş; olay mahalli mahşer yerine dönmüştü.


                                                                                    …/…

23 Mart 2020 Pazartesi

Ne İşin Var?


         


Ah sen neymişsin be sen
Dünya âlemi getirdin dize
Kapattın
Sonbaharını yaşayanı evine
Gel
Az muhabbet edelim biz bize
Hiç utanma yok mu sende
Ne işin var
Yaşlı yoksul fukara evinde
Gideceksen git
Kelli felli ensesi kalının evine
Aradığın her neyse var orada
Yağ
Bal
Baklava
Börek
Katmer çörek
Ara sıcak gani
Sulanmasın ağzın
Saymayayım gerisini
Unutma soğuk mezeleri
İste Arnavut ciğeri
Ha birde humus
Aslan sütü içilmez humussuz
Bir kuş sütü eksik onlarda
Kuş yerine teke sağıyorlar arda
Kasaya sığmayan para
Hesabı verilemeyen servet
Bunlar dururken
Ne işin var senin kenar mahallede
Adı üstünde zaten kenar mahalle
Hepsi aç açık yoksul
Nefesi kokuyor muhtaç kuru ekmeğe
Sıksan boğazını canını alırsın ancak
Ne işin var senin kuru canla
İstesen veremez beş kuruş sadaka
Yok zaten
Cebi delik zavallı
İllet virüs Korona
Küçük bir nasihat vereyim sana
Çık git kenar mahalleden
Bırak kendi haline fakiri fukarayı
Aç kanatlarını uç birkaç fit yükseğe çık
Kuşlar gibi bak yukarıdan
O zaman anlayacaksın ne demek istediğimi
Göreceksin doğru adrese giden yolu
İşte o yolda gideceksin
Milletin açlıktan nefesi kokarken
Servetine servet katanı
Tutup yakasından silkmek  için...



Hayal Denizi
23.03.2020

22 Mart 2020 Pazar

KORKU




Çıkma dediler çıkma kapıya
Çıkarsan mal olur hayatına
Tutma eş dost eli sakın sıkma
Sokakta ölüm caddede korku

Baktım bu sabah boş sokaklara
Top oynar cin elinde taş sopa
Tedirgin ürkek beyaz güvercin
Kıpır kıbır dudak eder dua

Aklı baştan aldı ölüm korkusu
Ecele faydası yok doğrusu
Nasılsa Abbas yolun yolcusu
Er geç görünecek yolun sonu


https://youtu.be/_AW4K2lwWNk
Hayal Denizi
22.03.2020 Manisa


21 Mart 2020 Cumartesi

J.NIN NOT Defteri-3/ Odun


                                                               

Doruk, iple çektiği cumartesi sabahına, bol oksijenli, pırıl pırıl parıldayan güneşli bir günde umut ve neşeyle uyandı. Normal mesai varmış gibi sabah erkenden hazırlandı.  Saat sekizde, dairede olacak şekilde kapıdan çıktı. 
Bölük K.lığına geldiğinde, görev verdiği tim kahvaltısını yapmış, sırt çantasını ve İlk günün kumanyasını yanlarına almış göreve hazırdı.
 Görev için hazırlanan tim, odun toplamaya giden bir ekipten çok,  izne giden ya da teskere alan nefer gibi neşeli ve keyifliydi.
Çok geçmeden Yüksel Bey, Hizmet aracı olarak kullandığı, çift şoför mahalli olan pikabıyla kapının önüne gelip durdu.
Keyfi de yerindeydi şefin!
Her zaman olduğu gibi sımsıcak bakan gözleri ve gülen yüzüyle günaydın deyişi, teker teker hatır sormasıyla başladı sırt çantalarının pikaba yerleşmesi.
 Olup bitenlerin uzun uzun yazılması ve anlatılması gözünüzü korkutup, okuma şevkinizi kırmasın.  Okurken gözlerinizin önünde,  CHARLIE CHAPLIN'in komedi filmi canlansın.
Uzun uzun anlatılanlar birkaç dakika içinde gerçekleşti ve arabanın tekerlekleri hızla dönmeye başladı.
İlçeyi çıkar çıkmaz Yüksel Bey, teybe bir kaset koydu!
Kıvrak bir müzik ve odun toplamaya gidenlere özel bir şarkı vardı kasette!
Baltalar elimizde, uzun ip belimizde, Biz gideriz ormana hey ormana. Yaşlı kütük seçeriz, karşılıklı geçeriz, Testereyle biçeriz, hop biçeriz. Ağacın yanında dur, baltayı sağından vur. Birde sol taraftan vur kuvvetli, Kışın odun yanınca, alevler parlayınca, Şarkı söyler oynarız hey oynarız”
Kaset çalıp söylerken, toplu halde eşlik edildi şarkıya.
Keyfiler yerindeydi. Nadas köyü geçilinceye kadar şarkı türkü eşliğinde gidilirken, bir ara Şef yavaşladı sağa çekti durdu.
-Komutan şimdi sen geç direksiyona!
- Doruk şaşkın, ben hiç araba kullanmadım.
-Olsun
--Her şeyin bir ilki var.
-Ben yanındayım çekinecek bir şey yok. Ve Doruk direksiyona geçti, marşa bastı, ağır ağır hareket etti.
Yol köy yolu ve boş.
Bir süre heyecanla kullandı arabayı. Sonra Deveören köyüne gelirken durdu ve Yüksel Beye teslim etti direksiyonu. Deveören köyünden sonra Bölge Şefliği binasının olduğu yer yakındı.
Çam ormanlarının arasında şato gibi bir bina, üzerinde dalgalanan Ay Yıldızlı Al Bayrak!
Yem yeşil bir bahçe,  bahçede tomruklardan yapılmış özel kanepe ve tandır kuyusu, tam bir piknik yeri…
Bayılmıştı Doruk!
Timde  görevli Mehmetçikler de sevdi bölgeyi.. 
Mehmetçiklere, kalacakları oda, yemek yiyecekleri mutfak gösterildi. Sırt çantaları odalarına yerleşti.
Yüksel bey, bölgede görevli bir orman muhafaza memurun çağırdı, asker arkadaşlar sana emanet. Daha önce konuştuğumuz yerleri biliyorsun, oradaki düzgün odunları nezaretinde toplayacaklar.
İşçilerde yardımcı olsun.  Sen arkadaşların yanında hiç ayrılma, Mehmetçikleri çok yormayın diye talim verdi.
Birkaç saat oyalandılar,  öğleden sonra geri ilçeye dönüldü.
İlk adım atılmıştı. Sonrakiler elbette bir biri ardına geldi.  
En sıkıntılı olan şey Askerin iaşe-siydi.
Bölükte motorlu araç yoktu. Pazar günü, ilçe kaymakamın makam aracıyla, pazartesi günü Orman işletme müdürlüğünden rica edilen bir pikapla çözüldü sorun.
Baktı ki doruk bu iş böyle olmayacak, aklına Alay komutanın da bir ihtiyacın olursa beni ara sözü geldi ve telefonun kulağını gülümseyerek büktü.
Bölüğe bir araba kazandırmanın tam sırasıydı Şimdi.  
Birkaç dakika içinde İl Jandarma Komutanıyla irtibat kurulmuştu. Odun toplamaya başladığını, gidişten iki günlük iaşe-ye kadar hepsini tek tek anlattı.  Ve bir arabaya ihtiyacım var diye cümleye son noktayı koydu.
Bu Talep İl J. Alay Komutanının hoşuna gitmişti. Önce keyfinden bir kahkaha attı, sonra sana araba veririm, yalnız şoför veremem dedi.
Doruk, siz arabayı verin ben şoförü hallederim.
Nasıl Halledeceksin?
İlçe Kaymakamından araba istemek yerine şoförünü isterim, müsait olmadığı zaman Orman Bölge İşletme Müdürlüğünün şoförlerin alırım, deyince, bir şoförle gel arabanı al git deyiverdi.
Yine keyiften uçmuştu doruk!
Neredeyse kepi havaya atacak, sonrada birkaç mermi sıkacaktı.
Ama öyle bir şey yapmadı.
Bu sefer destursuz Oktay beyin kapısını çaldı. Kısaca olup biteni anlattı ve Bolu’ya gitmek için bir araba, gelirken arabayı getirmek için bir şoför istedi.
Oktay Bey, bu talebi anında karşıladı.
Bir pikap ve bir şoförü görevlendirdi.
Salı sabahı Bolu Vilayet konağı önünde, İl Jandarma Alay Komutanı Mehmet Öztoprak’la, İl Valisi Ragıp Gerçeker’le,  kol kola dışarı çıkarken yakaladı…
Doruk. Selamlamak için 6 adım kuralını hesaplayıp yaklaşırken, Öztoprak gözlerinin içi gülerek elini kaldırdı selamlayarak hoş geldin astsubayım diye karşıladı.
Kıp kırmızı olmuştu doruk elbette o da çakıldı selamladı komutanını. Sonra Vali Beye siz gide durun ben genç astsubayın işini halledip size yetişirim diye geri döndü.
Makam odasından İl Merkez Bölük Komutanı Nail Çizmeli'yi aradı, Kıbrısçıktan Doruk astsubayı gönderiyorum. WİLLYS PİCKUP’I Kıbrısçık İlçe J. Bölük Komutanlığına tahsis ettim. Kurstan yeni gelen bir şoförle birlikte arabayı Doruğa teslim et diye emir verdi…
Ondan sonrası çorap söküğü gibi çözülüverdi.  Akşam olmadan, Doruk bir hizmet aracıyla birlikte geri dönmüştü. İlk İşi Bölük bahçe çitlerinden bir kapı açıp Araca yer hazırladı.
İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı kapısı önünde,  kendine ait bir hizmet aracı duruyordu. Odun toplama işi de çok uzamadı.
Bölgede çalışan köylülerinde yardımıyla,  8/10 gün gibi kısa süre içinde 5 kamyon odun toplanmıştı.
Odunları, Bölge şefi Yüksel Bey Tomruk çeken arabalara yükleyip gönderdi. Odunlar hizmet binası arkasına odunluk olarak kullanılan alana düzgün bir şekilde istif edil.
Sipariş verilen mefruşat,  odunun gelmesinden birkaç gün sonra devlet malzeme ofisi faturasıyla birlikte bölükteydi. 
Yemekhanenin, dershanenin ve Karakol komutanı odasının şekli değişmiş yüzü gülmüştü. Doruğun, çekmeceli, çelik- saç makam kürsüsü ve döner koltuğu vardı.
Hezaren sandalyeler kalkmış, yerine Misafir koltukları konmuştu. 
Alınan philips ahşap radyo duvara monta edildi, hem bahçedeki kamaraya hem de yemekhaneye hoparlör çekilerek dinleme alanı genişletildi.
Doruk iki yılda, okulda öğrendiği nazari bilgilerle, hayat okulundaki amali bilgileri harman etmeyi başarmış; kısa sürede pişirip sofraya koymayı bilmişti. Odunla başlayan macera başarıyla sonuçlanınca; Doruğun yürüyüşü değişti. Ayakları yere  daha sağlam basıyordu...

                                                               


                                                                                                   …/…