Güllü, Köroğlu Dağlarının eteğinde
Kıbrısçık ilçesinde bir Romen kızı olarak dünyaya gelmişti! Çocukluğu, genç
kızlığı, küçücük mahallesinde; yöreye has ahşap evde ışık hızıyla yoksulluk
içinde geçti.
Ne okula gidebildi ne de okuma yazma
öğrendi. Romen kızı olmanın ezikliğini duydu her zaman. İlçede zaten birkaç
hane Romen vardı. Hepsi bir mahallede toplanmış, komşu evlerde yaşıyordu.
Güllüde her Romen kızı gibi, fal bakıyor bohçacılık yaparak aile bütçesine
katkı sağlıyordu.
Allı güllü şalvarı, pazen elbisesi ile fark
ediliyor, her geçen gün güzelliği yaşıtı gençlerin dikkatini çekiyor, iştahını
kabartıyordu.
Güllü 18’ine bastığında, komşusunun oğlu Mehmet
onu sevdiğini bir köy yolunda ulu orta söyleyiverdi. Güllü şaşırmıştı!
Mehmet’ten hiç böyle bir şey beklemiyordu.
Kardeş değillerdi ama kardeş gibi büyümüşlerdi.
Cevap vermekte zorlandı.
Yüzü kızardı, eli ayağı titremeye
başladı. Mehmet’in yüzüne bakmadan biraz oturalım mı diye sordu, o zaten
hazırdı!
Stabilize köy yoldan çıktılar, bir çam ağacının
gölgesine çöküverdiler.
Mehmet heyecanlıydı.
Gülü’nün ne diyeceğini merak ediyor,
onun da eli ayağı birbirine dolaşıyordu.
İkisi için de zaman durmuş, dünya dönmez
olmuştu.
Güllü dudaklarının kuruduğunu, susuzluktan
dilinin damağına yapıştığını hisseti, heyecanını bastırmaya çalışarak, Mehmet
ben susadım diyebildi.
Mehmet, Gülü’nün gözlerinin içine baktı, içeceğin
su olsun der gibi sessizce kalktı, elini ona uzatarak ayağa kalkmasına yardımcı
oldu, birlikte SERKE Deresi’ne doğru yürüdüler.
Dereye gelince ikisi de diz çöktü, suyun üzerine
uzandı, akan suya ağzını gömerek kana, kana içtiler. Güllü dereden başını kaldırdı,
elinin tersiyle ağsını sildi, akan suya uzun uzun baktı. Sonra derenin kıyısına oturup havadan sudan
konuşmaya başladılar.
Serke deresinde bir aşağı bir yukarı koşuşturan balıkları
izlediler.
Güllü kendini toplamış, ne diyeceğini
hesaplamıştı.
Gözlerini Mehmet’in yüzüne çevirdi, ne zamandan
beri beni istiyorsun diye sordu. Mehmet, nasıl anlatsam bilmem ki diye söz
başladı. Hani çocukken sokakta sek sek oynadığımız günleri hatırlıyor muzun? Taaa o günlerden beri ben seni seviyorum. Bir
türlü sana açılmaya cesaret edemedim. Bir de hayır dersin diye çok korktum çok
dedi.
Güllü, sen bir budalasın dedi ve kıkırdadı. Bu güne kadar neden söylemedin?
Yavaş yavaş kalktılar, el ele tutuşarak tekrar
yola geri döndüler.
Zaten Nadas Köyüne yaklaşmışlardı.
Hızlı adımlarla yürüdüler, köyde
birkaç gencin falına baktılar, beş-on yumurta, bir tavuk ve bir miktar bulgur
toparlayıp akşam olmadan evlerine geri döndüler.
Mehmet olup biteni Annesi Pembe’ye, Güllüde
kendi annesi Zarafet’e heyecanla ballandıra ballandıra anlattı.
İki aile de çocuklarının karanına karşı çıkmadı.
Hatta bunu bekliyorlarmış gibi makul
karşıladı. Mademki çocuklar birbirini seviyordu, onlara da onların yuvasını
kurmak düşerdi.
Öyle de yaptılar.
Romen gelenekleri neyi gerektiriyorsa bir bir
yerine getirildi. Dünür gidildi. Kız istendi, Nişan, Kına, Düğün ardı ardına
yapıldı.
Folklor oynandı, türküler söylendi. Güllü’
düğününde oryantal yaptı, folklor oynadı. Kıbrısçık’ Türkülerinden “Mezerlikte
gezerim, çıkı çıkı buldum çözerim, ben âlemden güzelim, niçin bekâr gezerim!
Sarıçam sakızı alınmaz, Koca adama varılmaz, koca adamın çocuğu, kucağa da
alınmaz” türküsüne eşlikte etti.
Gece ilerleyip düğün bitince, gelenek olduğu
üzere damadı gerdeğe yumruklar arasında soktular.
İki gönül bir olunca samanlık seyran olur, atasözü
sanki Güllü ile Mehmet için söylenmişti. Fakirlik ve yoksulluk ikisinin de
kaderiydi, fakat mutluluğuna engel olamamıştı.
Güllü ile Mehmet tencerede pişiyor, kapağında
yiyor, mutlu mesut geçinip gidiyorlardı.
Hayattan pek çok beklentileri olmadığı için mutlu görünüyorlardı.
Evliliklerinin üzerinden aylar,
yıllar göz kamaştıran bir hızla arka arkaya serke dere suyu gibi aktı geçti.
Dünya hızlı dönüyor, günler çabuk da geçiyordu?
Evliliklerinin üzerinden seneler geçmişti ama
Gülü’nün daha bir çocuğu bile olmamıştı. Aile bireyleri bunu dert etse de
Mehmet Güllüyü seviyor, çocuk olup olmamasını çok önemsemiyordu.
Bir gün Mehmet eşini evde bırakıp köylere işe
çıkmış, Güllü evde kalmış, bahçeye kazan kurmuş, çamaşır yıkıyordu.
Eteğini toplamış, şalvarını dizinin üstüne kadar
çekmişti. Tülbendi başından boynuna düşmüş, entarisinin düğmeleri çözülmüş,
göğsü fistanın altından fırlamıştı.
O kendinden geçmiş çamaşırları
tokaçlarken Mehmet’in üvey abisi Kamil Kır atıyla geldi. Güllü’yü bahçe de o
halde görünce, içi gıcıklandı; Gülü’nün çamaşır yıkarken ki seksi hali Kamil’in
aklını başından aldı. Acele atan indi, uçar gibi kendi odasına gidip pencereden
üvey kardeşinin karısını odasına çağırdı.
Güllü ağabey dediği Kâmil’in evine her zaman
girip çıkıyordu.
İşini bıraktı, üstünü başını topladı,
başını örtü ve gitti.
Kamil Güllü gelir gelmez hiçbir şey demeden ona
sarıldı, gözü kızarmış arenada matador kovalayan boğa gibi burnundan soluyordu.
Güllünün direnmesi yalvarması para etmedi.
Kamil ona zorla sahip oldu.
Kimseye söylemesi için de ölümle
tehdit etti.
Kamil’in tecavüzü, Güllünün yoksul
fakat mutlu evliliği üzerine karabulut gibi çökmüştü.. Şalvarını toplayıp
çamaşır yıkadığı yere geldiğinde beyninde fırtınalar kopuyor, yüreği kan
ağlıyordu.
Ne yapacağına bir türlü karar
veremedi. Önce yarasını yüreğine gömmek, eşine söylememek gerektiğini düşündü.
Mehmet duyarsa olacakları biliyordu.
Aile içinde kan akardı kan!
Sustu, neşesizliğini, yüzünün solgunluğunu
rahatsızlığı ile ifade etti. Kan kustu, kızılcık şerbeti içtim dedi. Ser verdi
sır vermedi.
Lakin mutluluğu üzerine düşen kara bulut bir
türlü dağılmıyordu. Kamil ne zaman yalnız yakalasa Güllüyü tehditle ona sahip
olmaya devam etti.
Olacak gibi değildi.
Bu olay daha fazla gizli kalamazdı.
En sonunda dayanamadı Önce Mehmet’in öz,
Kâmil’in üvey annesi Pembe’ye durumu anlattı.
Pembe beyninden vurulmuşa dönmüştü.
Akşamı zor etti.
Mehmet gelir gelmez onu yanına çağırdı!
Olup biteni önce annesi anlattı sonra
da Güllü teyit etti.
Bir plan yaptılar!
Kamil aile namusuna tasallut etmiş, ailenin
namusunu iki paralık etmişti. Cezasız kalmamalıydı. Kamil öldürülecekti, ama
nasıl?
Bir tuzak hazırladılar, Güllü tuzağın ucunda
yemdi.
Bir gün Güllü, Kâmil’i Nadas köyü kırsalına daha
rahat ve uzun süre beraber olmak için davet etti! Güllü planı eksiksiz uyguladı
kendi erken çıkıp Nadas köyü kırsalına gitti.
Mehmet, Pembe, zarafet, olay yerine pusu attı.
Kamil Yazıca köyüne saman almaya gidiyorum diye Kır
Atına bindi, Nadas köyü kırsalına Güllü ile buluşmaya doludizgin koştu.
Mevsim kış sonu, ilkbahar başıydı.
Yerde ki kar, yer yer erimiş, alca bulaca bir örtü doğaya renk katmıştı. Güllü
taşların arasında Kâmil’i beklerken, Kır At’ın sırtında Kamil kırmızı görmüş
bir boğa gibi göründü. Güllü’nün yüzünde sahte bir gülümseme, içinde alacağı
intikamın ateşi vardı.
Kamil Attan indi, susuz kalmış bir boğanın göle
abandığı gibi Güllü’ye sarıldı, alaca karın üzerinde, kuş tüyü yatakta sevişir
gibi birlikte yuvarlandılar. Kamil şehvetten burnundan solurken, Mehmet ve
yanındakiler ortaya çıktı, Kâmil’in başına kalın bir sopa ile vurdu ve onu
bayılttı. Sonra sicimle elini arkasından bağlayıp yere yatırdılar.
Yüzünü, karla ovarak ayıltılar.
Önce olup biteni, kendisi hakkında
verdikleri ölüm cezasını yüzüne açıkladılar.
Sanığın yalvarması, şeytana uyduğunu, pişmanlık
duyduğunu söylemesi cezasını hafifletmeye yetmedi.
Güllü öfkesi geçene kadar Kâmil’e
eline ne geçirdiyse vurarak intikamını aldı, öfkesini kinini hafifletmeye
çalıştı.
Sonra Mehmet tabancasını çıkarttı üvey Abisinin
Ensesine iki el ateş ederek ölüm cezasını infaz etti.
İnfaz tamamdı ya sonrası?
…/…
FAİLİ MEÇHULÜN AYDINLATILMASI
Cinayeti planlayan Pembe sonrası için de bir
senaryo yazmıştı. Kamil’in aile içi ölüm infazını faili meçhul listesine
yazacak, jandarmaya yıllarca faili meçhul dosyası takip ettirecekti.
Boşa vakit geçirmedi!
Planını hayata geçirmek içi değme Yeşilçam
Aktrisine, taş çıkarttıracak bir rol üslenerek işe başladı.
Gün akşam olurken, kaldırım kenarlarına birikmiş
kar yığınları arasında; iki gözü iki çeşme, saçını başını yola yola, bağrını
döverek jandarmaya karakoluna gitti.
Karakol nöbetçisi onu karakol komutanının
odasına aldığında, komutan, günlük işleri toparlamaya çalışıyor, mesaisini
bitirmeye hazırlanıyordu…
Pembeyi gözyaşı içinde perişan görünce, elindeki
işleri bir kenara bıraktı; ona oturacak yer gösterdi ve derdini anlatmasını
istedi.
Belli ki Pembe, ne söyleyeceğini planlamıştı.
Duraksamadan söze başladı! “Üvey oğlum Kâmil
sabah erkenden atına binip saman almak için Yazıca köyüne gitmişti, Atı başıboş
geri geldi, Kamil dönmedi!
Şimdiye kadar biz böyle bir şey yaşamadık.
Başına kötü bir şey gelmiş olmasından çok
korkuyorum” dedi sesi titreyerek.
Karakol komutanı Pembe’nin Romen olduğunu
biliyordu.
Romenler yaşadıkları yöreyi avucunun içi gibi
iyi bilir. Bu yüzden Komutan Pembe’ye “bölgeyi siz bizden iyi bilirsiniz,
etrafı iyice araştırın sonra bana gelin. Kıbrısçık Küçük bir yer, Kâmil’i
herkes tanır. Onun başına bir şey gelse siz benden önce duyar ve haber
alırsınız. Telaşlanmadan bekleyin! Bir gelişme olursa gece gündüz demeden haber
verin” diye gönderdi.
Ertesi gün daha kargalar yuvasından uçmadan,
sabah güneşi perdeleri yırtmadan Pembe, karakol’un önündeydi.
Kayıp haberi yerini faili meçhul bir cinayeti
ihbar etmeye dönüşmüştü.
Kamil, Nadas Köyü Kırsalı’nda kargasekmez
mevkisinde işkence edilerek, silahla başından vurmuş ve öldürülmüştü
Karakol Komutanı önce Pembe’nin şikâyetini zapta
geçirdi, sonra hazırladığı devriyeyi yanına alıp olay yerine gitti.
Olay yerinde kadın erkek, çoluk çocuk birçok
meraklı toplanmıştı.
Komutan, Maktul’ün cesedi başına gitti, askere
olay yerine toplanmış kalabalığın uzaklaştırılması emrini verdi.
Kalabalık cesedin başından uzaklaşınca, maktulün
yakın çevresinden başlayarak; daire çizerek olay yerini kılı kırk yararak
inceledi.
2 adet 7,65 mm çapında mermi boş kovanı, bir
adet gömlek düğmesi tespit etti. Cinayetin aydınlatılmasına katkı sağlayacak her
delilin, etrafını çizdi yanına bir taş dikti.
Hem boş kovan hem de gömlek düğmesi cinayetin
çözülmesine katkı sağlayacak önemli ipucu niteliği taşıyordu.
Komutan, olay yerinde bulunan erkekleri çoluk
çocuk ve meraklı kadınlardan ayırdı, sıraya dizerek hepsinin üzerini aradı
gömlek düğmelerini kontrol etti.
Güllünün eşi, Kamil’in üvey kardeşi Mehmet de
oradaydı.
O da rolünü iyi oynuyor, yağmur gibi gözyaşı
dökerek komutanım ağabeyimin katilini bul diye feryat ediyordu.
Zavallı Mehmet!
Gömleğinden düşen düğmenin kendini ele
vereceğini hesaplayamamış, cinayet işlerken giydiği gömleği değiştirmeyi bile
akıl edememişti.
Komutan Mehmet’in gömleğinde eksik düğmeyi
görünce onu kalabalıktan ayırıp devriye aracına bindirerek gözaltına alıverdi.
Olay yeri incelemesi kısmen bitmiş, önemli
sayılabilecek delil de bulunmuştu.
Gerisi kolaydı.
Olay yeri güvenliğini sağlamak üzere, bir
devriye ayırdı, Otopsi için gelecek Cumhuriyet Savcısı ve hükümet tabibini
beklemelerini isteyerek, yanına aldığı müfreze ile zanlının evini aramak üzere
olay yerinden ayrıldı.
Mehmet, ısrarla ve inatla üvey ağabeyi Kâmille
aralarında hiçbir anlaşmazlık olmadığını, onu kimin öldürdüğünü bilmediğini,
Kamil’in düşmanı olup olmadığını tekrarlayıp duruyordu.
Görevli ekip, Maktul Kamil ve sanık Mehmet’in
evlerine gelindiğinde, tam bir cenaze evi hüznü ile yüz yüze kaldı.
Hane halkı yanında konu komşunun da katıldığı
cenaze evine derin hüzün hâkimdi.
Olay ne kadar acı, ne kadar hüzünlü olursa olsun
ortada adli bir vakıa vardı ve görev yapılacaktı.
Zanlı Mehmet ve annesinin ikamet ettiği ev ve
müştemilatı titizlikle arandı. Ne yazık ki suç aleti tabanca ele geçirilemedi.
Güllü evdeydi. O da karalar bağlamış yasa
bürünmüştü.
Komutan, Mehmet’le birlikte Güllüyü de arabaya
aldı, onları doğruca karakola götürdü.
Mehmet’i Nezarethaneye, Güllüyü karakol komutan
odasına koyarak başına birer asker görevlendirdi.
Birbirleriyle konuşmasına kesinlikle müsaade
edilmeyecekti…
Kendi tekrar olay yerine döndü. Cumhuriyet
Savcısı Kandemir, Hükümet Tabibi Çokuslu otopsiyi bitirmek üzereydi.
Maktulün ölüm sebebi aşağı yukarı tespit
edilmişti. Enseye sıkılan kurşunlar olmasa da Kâmil başından aldığı darbe
sonucu hayatını kaybedecekti.
Rapora göre, hem silahla ateş eden, hem de
sopayla darp edenler birinci derecede sanıktı.
Olayı planlayan azmettiren Pembe, pusuya yem
olan ve eline geçirmişse maktule vuran Güllü, silahla ateş eden Mehmet olayın
failleri idi.
Aslında jandarma için faili meçhul gibi görünen
cinayet çözülmüştü. Delil olarak ele geçen boş kovan, gömlek düğmesi; otopsi
raporu açıktı.
Bunun yanında sanıkların suçu itirafı,
kullanılan silahı ortaya çıkartmaları ve teslim etmeleri soruşturmanın ana
hedefiydi.
Karakol komutanı olay yerinden dönünce,
sanıkları bir arada odasına alıp, elde edilen mevcut delillerin, sanık olarak
kendilerini mahkemeye sevk etmeye yeteceğini, ancak samimi olur, itirafta
bulunurlarsa, kendileri için hukuken daha iyi olacağını anlattıysa da sanıkları
ikna edemedi.
Kriminoloji tekniği o zaman şimdiki kadar
gelişmemiş, teknik imkânlar en ücra karakollarda kullanılmaya başlanmamıştı.
Fakat jandarma olmak demek çözümsüzlüğe çözüm
üretmek demekti. Karakol komutanı bir teyp ayarladı, Nezarethanede ranzanın
altına gizlice yerleştirdi. Pembe’yi Sabah erkenden gelmek üzere eve
gönderirken, Güllü ve Mehmet’i nezarete attı.
Karı koca ikisini nezarethanede sabaha kadar baş
başa bıraktı. Yalnız kaldığını zanneden iki sanık kendi aralarında işledikleri
suçu bir kere daha konuşup, kesinlikle itiraf etmeme konusunda anlaştılar.
Ertesi gün, mesai başladığında, karakol
nöbetçisi, sanıkları nezaretten çıkartıp ifade alınmak üzere karakol komutanı
makamına getirdi. Bu arada bir başka görevli de Teybi alıp geldi.
Karakol komutanı, sanıklara birer çay söyledi,
bu arada teybi de çalıştırıp masanın üstüne koydu.
Demli çaylar içilirken, Güllü ve Mehmet’in
Emniyet odasındaki konuşmaları teypten suçu itiraf etmeye başladı.
Her iki sanık da şaşkındı. Çay bardakları
ellerinde kaldı. Yüzleri kül gibi soldu.
Dudakları titriyor ne söyleyeceklerini
bilemiyorlardı.
Baktılar ki inkâr etmenin kimseye yararı yok!
Olayı önce Güllü, sonra Pembe, ardından da Mehmet’ in ince ayrıntısına kadar
anlattı.
Tabancayı sakladığı yeri de itiraf etti.
Faili meçhul olarak ihbar edilen olay çözüldü, taammüden
adam öldürme suçu olarak adli kayıtlara geçti.
Sanıklar, haklarında tanzim edilen hazırlık
evrakı ile birlikte Cumhuriyet Savcılığına teslim edildi. İlk sorularından
sonra tutuklandılar.
Yargılanmaları, Bolu Ağır Ceza
Mahkemesinde yapıldı. 1974’ yılında çıkan ve Rahşan Ecevit affı diye literatüre
giren af yasası, iki gencin imdadına yetişti.
İki yıllık mahkûmiyetten sonra yeniden özgürlüğe
merhaba deyip, kaldıkları yerden yaşama devam ettiler.
Kamil mi?
O, Kıbrscık mezarlığında ki, çam
ağaçlarının koyu gölgesinde; nefsine yenik düşmenin, vicdan azabıyla ebedi
uykusunun derinliğinde kaybolmuştu.
Faili meçhul cinayeti kısa süre içinde
çözen Doruk, hem ilçe C. Savcısı hem de Bolu il Valisi tarafından takdirname
ile taltif edildi. Bu onun aldığı ilk takdirnamesiydi. Aldığı takdirnamelere mektep çocukları gibi
sevinmişti…
…/…