31 Mayıs 2020 Pazar

Buz Çözülmüş Kar Erimiş


                             
Atalarımız “Tilkinin dönüp dolaşıp, geleceği yer, kürkçü dükkânı” demiş. Doruk’ta İzini bitene kadar, Karadeniz’in güzel İl ve ilçesinde gezdi, tozdu, iyi vakit geçirdi. Birçok  değişik  ekonomik ve sosyal durumu farklı meslekten insanlarla yüz yüze geldi tanıştı.Bakır işletmelerine ait kulüpte, oynanan iddialı satranç oyunları izledi.  Kıbrısçık’ta Briç oynamasını öğrenmişti, Murgul’da da oyun kültürüne satrancı dâhil etti.
 Sonra döndü dolaştı, kürkçü dükkânına geri döndü.
İzne ayrıldığında,  her yer kar ve buz kaplıydı, dönüşü de ise çiçekler açmış, Haziran ayında bahar!
 Buz çözülmüş,  kar erimiş, toprak canlı, ot yeşermiş, kır çiçekleri tomurcuklanmış; çekirge zıplıyor,  karınca katarları ise sessiz yürüyüşte...
Aras Nehri de buzu atmış üstünden, su seviyesi yükselmiş, debi artmış;  varacağı yere geç kalanların telaşı içinde,  doludizgin koşuyor Hazar Denizine…
Kıyısına yakınlaşıp, kendine bakana, laf atana hiç yüz vermiyor.  
Hatta tebessümle bile bakmıyor,  kaşları çatık, bakışları donuk ve bulanık.
Doruk, Aras’ın suratsız bakışına hiç aldırmadı!  
İçinden, kolay değil elbette kış boyu donmak, buz tutmak;  çağlayarak akmamak dedi.
Belli ki şikâyetleri vardı.
Hatırını sorsa, nasılsın dese, bir derdin mi var diye cümle kursa nasıl bir cevap alırdı?
Bu sorular aklında geçince,  dudaklarında şimşek gibi belli belirsiz bir gülümse yandı söndü. Ne demesini bekliyorsun?
Hareketsizlikten omuzlarım tutuldu!
Yanım belim ağrıdı.
Kaslarım hamur gibi güçsüz demez herhalde diye geçirdi aklından.
 Belli ki uzun süren kış yorulmuştu Arası…
O somurtmasın da kim somurt-sun dedi ve nehrin kıyısından sessizce ayrıldı.
Karadeniz Bakır işletmelerinde geçen bir aylık tatil iyi gelmişti Doruğa. Kış mevsiminin miskinliğini atmıştı üzerinden.
Kendine üst üste görev yazdı. Arabayla gidilen, yolu olan yerlere pikapla, yolu olmayan köylere de yaya olarak gitti.
Büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar otlaklara çıkmış,  çoluk çocuk, canlı cansız ne varsa baharı yaşıyordu.
Köylü halkı, tandır başından kurtulmuş, günlük güneşlik havanın tadını çıkartıyordu.
Kız ve erkek çocukları, deyim yerindeyse, ayağa yalın, başıkabak sokaklardaydı. 
Yine ilk mektepler kapanmış, öğretmenler okuldan ayrılmış, yaz tatili başlamıştı.
Meraya dökülen, hayvanların da yüzü gülüyordu. Kuru saman yemekten kurtulmuş, Anadolu'nun mümbit topraklarından enva çeşit otlarla besleniyor, uzun geçen bir kışın miskinliğini üzerinden atmaya çalışıyordu.
Haziranın ilk yarısı geçmiş, havalar bir hayli ısınmıştı.
Bir sabah Sarıtaş köyü muhtarı erkenden karakolun kapısını çaldı.
Kapıdan içeri girdiğinde kötü bir haber vereceği besbelliydi.
 -Doruk!
Hayrola Muhtar?
Muhtar!
Hiç hayır değil komutanım…
Bir sıkıntı mı var?
Yaylada bizim sığır çobanını vurmuşlar.
Çoban ölmüş.
Doruk zile bastı, karakol nöbetçisine, daktiloyu al da gel dedi.  Daktilo gelince, Doruk sordu, muhtar anlattı.
Yine incir çekirdeğini doldurmayacak bir sebepten, cinayet işlenmişti.
Aldığı ifadeden kısaca bir ön rapor hazırladı.
Raporu Karayazı İlçe J. Bölük Komutanlığına Telefonla yazdırdı, Sonra İlçe Jandarma Bölük komutanına da şifaen arz etti.
Sonra,  boylu poslu askerlerden yanına iki er aldı, Çullu köyüne kadar, resmi araçla; Çullu köyünde ise köy muhtarının karakola gelirken köyde hazır edip, çulluda bıraktığı atlarla Sarıtaş köyüne, oradan da olay yerine intikal etti.
Köy Muhtarı Karayazı’dan gelecek, C. Savcısı ve Adli Tabibi karşılamak üzere Çullu köyünde kaldı.
Olay yeri yem yeşil ot ve kır çiçekleriyle kaplı bakmaya kıyılamayacak kadar güzel ve bakir bir dağ sırtı. Ceset koca bir kayanın altında üstünde bir kepenek örtülü, alnında ben garip bir köylü  L yazıyor.
Cinayet sanığı kaçmış.
Yalnız kendi değil yakın akrabaları da köyü terk etmiş. Yörede gelenekmiş, biri cinayet işlerse, tüm aile, köyü terk eder, bir daha da dönmezmiş.
Dönerse aşiret yasası devreye girer,  kan davası kuralları uygulanırmış.  
Doruk olay yerini inceledi, olay yerine ait bir kroki çizdi, bir de tutanak tanzim edip, C.Savışının gelmesini bekledi.
Otopsi heyetinin gelişi çok gecikmedi. Olay yerinde otopsi, maktulün aileye teslimi, ilk ifadelerin alınışı ve diğer rutin işlemler ikindi okunmadan bitti.
İlçe C. Savcısı, Karakol Komutanına, bundan sonraki işler senin sanığı en kısa zamanda isterim diyerek geldikleri gibi geri döndü.
Doruk önce köye indi, sanığın nereye gideceği, nerede saklanacağı konusunda ön araştırma yaptı. Akşam olunca karakola döndü. 
Döner dönmez oturdu daha kapsamlı bir vukuat raporu hazırladı ve sabah Bölük komutanlığına gidecek evraklarla göndermek üzere hazır betti.
Sabah kalkıp koltuğuna oturduğunda, masasının üzerinde Erzurum İl J. Alay Komutanlığı İmzalı bir mesaj! Sanık yakalanmadan Karakol Komutanı karakola dönmeyecek diyordu.
Doruk!
Emri okudu, siz yazmasanız sanki Doruk yan gelip yatacaktı dedi. Yine kendi kendine hizmet kâğıdı hazırladı, Yanına iki Jandarma Eri aldı ve önce Sarıtaş köyüne gitti. Köyde 4 At hazırlattı, İhtiyar heyeti üyelerinden bir de yanına aza aldı.
Üç gün boyunca o köy senin bu köy benim at sırtından inmedi.  Üç günün sonun da sanığın Hasankale İlçesi Köprüköy bucağı mıntıkasında bir köyde saklandığını tespit etti.
Sanığın yerini tespit ettiği akşam karakola döndü,  akşamdan hazırlık yaptı,  sabah erkenden resmi araçla köyü bastı ve sanığı yakaladı.
Emeğinin karşılığını alınca Doruk, bütün yorgunluğunu unuttu.   Görevini başarmış olmanın huzur ve mutluluğu vardı yüzünde.
Bundan sonrası bağımsız (!)yargının göreviydi.
Kim haklı kim haksız, ne kadar ceza alır hiç düşünmedi. Sanık hazırlık evrakıyla bitlikte Akşam olmadan Karayazı İlçe J.Bl. Komutanlığına Teslim edildi.


                                                                                                         …/…









25 Mayıs 2020 Pazartesi

İZİN


                                                                                     
Söylemezde balık avı hem yerli halk nazarında hem de kamu personeli arasında yeni bir çığır açmıştı. Özellikle hafta sonlarına renk katıyor, ayağına çizme giyen,   serpme atmayı öğrenmek isteyen, cumartesi pazarı iple çekiyordu.
Öğleden sonra Jandarma Takım Komutanlığı bahçesinde tonlanmak, rutinleşti.
Halk, jandarmadan korkmak yerine, onunla bütünleşmeyi sevdi. Derdi olan, şikayeti olan ya da derdine derman arayan çekinmeden kapıyı çalabiliyordu.
Duruk kısa sürede yöre halkıyla kurduğu diyalogdan memnundu. Zira halkla kurulan sıcak ilişki, hem görevini kolaylaştıracak hem de bilgi akışı hızlanacaktı.
Deyim yerindeyse, bölgede sinek uçsa haberi olacaktı. Bölgesinde emniyet asayişin sağlanmasına giden doğru yol, hem mıntıkayı bilmeden hem de haber almaktan geçiyordu.
Aras’a tor atma, balık tutma işi birkaç hafta sürdü. Havalar serinlemiş, kış geliyorum diye mektup yazmıştı. Mektup adrese ulaştıktan sonra, kara kışın kapıyı çalması gecikmedi. Gelirken yanında bembeyaz gelinliğini de getirmişti. Hem de eteği yerde sürünen model- dendi.
Yer beyaz, gök gri olmuştu. Güneş kime küsmüş niçin saklanmış Doruk bir anlam veremedi. Artık Söylemezde yaşam sınırlanmıştı.
Isı düşmüş, soğuk uçan kuşu kanadından vurmuştu. Erzurum Muş kara yolu kısa sürede olsa ulaşıma kapandı. Kara yolları iş marinaları yolu açana kadar yol iz yoktu.
Neyse ki yolların açılması çok uzun sürmedi. Her sabah ana yoldan geçen, mutat 5 otobüs, (Karayazı Tekmen Hınıs ve Muş)i ve Cizre’den kömür çeken nakliye kamyonları seferlere başladı.
Yolun açılması demek, ekmeksiz kalmamak anlamına geliyordu. Zira Nahiye deki iki lokantanın ve Jandarmanın ihtiyacı olan ekmek, Hasankale ilçesindeki fırınlardan geliyordu.
Karın yağışıyla adli mülki askeri hizmetlerin tamamı askıya alınmış, evraklar hava muhalefeti nedeniyle muamele ten infaz edilir hale gelmişti.
Hava sıcaklığının sıfırın altına  -20/30 dereceyi gördüğü bedenen hissediliyor, gözle görülüyor, Meteorolojinin verileriyle de bilimsel olarak yapılan ölçümler paylaşılıyordu.
Makam odaları, mutfak, koğuşta döküm soba yanmasına rağmen, oda sıcaklıklarının 16 derecenin üzerine çıkmadığına şahit oldu Doruk!
Aras nehri donmuş, üstü karlarla örtülmüş, o da bütün hizmetlerini mevcutlu yapmaktan, muamele ten infaz eder olmuştu. Üstünden ganı geçse gıkı çıkmıyordu.
Hani okullarda çocuklara dört mevsim öğretiliyor ya, Doruk yaşayarak örendi ki bu bilgi külliyen temelsiz. Aylar bir birini kovalamış, Nisan ayı sonu olmuştu.
Söylemezde kar daha delinmemiş, hava ısınmamıştı. Mayıs ayında bir de yıllık izin kâğıdı göndermişler, bu kışta kıyamette izine ayrılıp nereye gidecek?
Bazen kader ağlarını kendi örerken, güzel düğümlerde atıyor. Bu zamansız plansız izne ayrılma kendiliğinden bir tatile dönüştü.
Doruğun, Karadeniz Bakır işletmelerinde İnşaat mühendisi olarak çalışan bir abisi vardı, telefonla görüşüp, izne ayrıldığını, iznini yanında geçireceği müjdesini verdi.  
Her yer bembeyaz kar!
Apar topar hazırlandılar.
Erzurum'a Telefon edip bir otelde bir geceliğine yer ayırttı,  petrol ofisinde mola veren yolcu otobüslerinden birinde yer bulup, Erzurum’a yolculuk başladı.
Pasinler ovası karlar altındaydı. 
Askeri birlikler kış tatbikatı için, ovaya inmiş, kardan ev yapmışlar, Pasinler ovasında  bir orduyu barındıracak, buz evler vardı.
Erzurum’da saçaklardan sarkıtlar sarkıyor caddeler, kızakla kayılacak kadar tehlikeli ve kaygan.  Doruk eşi ve kızı bir geceyi otelde geçirdi, ertesi sabah Artvin'e gidecek,  yarım otobüsle yola çıktı.
Tortum'a kadar her yer kar iken, ilçeden uzun dereye girince bahar gelmişti. Ağaçlar çiçek açmış, her taraf günlük güneşlik, hava sıcaklığı mevsim normallerinin üstünde. Şaşırıp kaldı doruk ve ailesi. Her yeri söylemez gibi zannedip kışlık kıyafetlerle çıkmışlardı yola.
Otobüste, Üzerlerindeki kışlıklardan kurtulabildikleri kadar kurtuldular. Yılan gibi kıvrılan daracık kara yolunda, uzun bir yolculuktan sonra Artvin'e ulaştılar
Artvin kent merkezi, çıkmakta keçilerin bile zorlanacağı dik bir yamaçtan tırmanılan tepe üzerine kurulmuştu.
Cennetten bir köşe gibi duruyordu yamaçta Artvin! Kardeşi ve ailesini Garajda karşıladı Abisi. Sonra Murgul'a başladı yolculuk!
Murgul küçük bir ilçe olmasına rağmen, Karadeniz Bakır İşletmelerine ait işletme tesisleri, lojmanı, Müteahhit, mühendis ve çalışanı ile birlikte, yaşam standardı Doruğun çalıştığı yerlere göre çok farklı.
Otuz günlük tatil, beklenilenden hem çok daha iyi geçmiş, hem de ufkunu açmıştı.  Ülkenin refahı, yer altı ve yer üstü kaynaklarının işlenmesi ve ekonomiye kazandırılmasıyla doğru orantılı olduğunu, yerinde gördü, tanıklık etti ve geleceğe olan inancını heyecanını 
yenileyerek geri döndü.

                                                                                           …/…

24 Mayıs 2020 Pazar

Bugün Bayram!


                   


Bugün bayram, kanatlanıp uçmak istiyor, insan
Yüz gülsün, kirpikte yaş olmasın, istiyor insan
 Açlık, yoksulluk bitsin, mutlu olsun, dünya âlem
Dövüş kavga, savaş bitsin, dursun kan diyor insan



Hayal Denizi
24.05.2020 Manisa

Bayramınız Kutlu Olsun!
Yüzünüz 7. Cihanda Gülsün.


17 Mayıs 2020 Pazar

Balık Avı


Nasıl da çabuk geçiyor günler? Yaz mevsimi tasını tarağını topladı, göçünü yükledi, veda etmek için; sarılıp koklamaya el sıkmaya, veda edip,  yerini kara kışa bırakmaya, hem gönüllü hem de dünden hazır! 
Erzurum’da dört mevsim yaşanmazmış!
Öyle söylüyor Doğu Anadolu'nun kara yağız, baktı kara yoksul insanları…
Kar, Ekim sonu Kasım başı düşer, Mayıs sonun, Haziran başı canı isterse kalkarmış!
Aras Nehri donar, üstünden atlı araba geçer, buz yine kırılmazmış.
Anlatılanları duyunca Doruk, gözü korktu.
Kış gelmeden kok kömürü siparişi verdi.
Haa, bir de Söylemez çok soğuk olur – 40 dereceyi görürmüş.
Söylemesi ayıp, tükürük yere düşmeden donar, bıyıkları olanın bıyığına kırağı düşermiş. 
Kışla ilgi anlatılanlar aslında bunlarla da sınırlı değil.
Öyle şeyler anlatılar ki, geri kalanı yaşayıp görmek, tadına varmak için anlatmak yerine kendine sakladı Doruk!
Bu gün özel bir gün!
Şimdiye kadar kamu görevlilerinin hiç yaşamadığı bir ilk gerçekleşecek. Sağlık Memuru Yılmaz, Sağlık Ocağı sekreteri Gıyasettin, Doruk, birkaç hafta önce okudukları gazete reklamlarında bir balık ağı görmüş ve ortaklaşa sipariş vermişlerdi.
Nihayet, serpme ağ geldi.
PTT memuru Reis size bir müjdem var, köpüklü bir kahve söylerseniz söylerim diye tutturduktan sonra, Türk kahvesini içtikten sonra ağınız geldi diye duyurdu ve ağı teslim etti.
Serpme geldi, gelmesine de,  sipariş verenlerin hiç birisi, serpme nasıl atılır bilmiyordu. Ne yapacağız nasıl öğreneceğiz derken, akıllarına Bestami öğretmen geldi.
Okullar açılmış, İlkokulun iki öğretmeni de Bucağa teşrif etmişlerdi. Doruk, bahçeden kapı önünde duran karakol nöbetçisine seslendi!
Bana bir Asker gönder canavar!  Canavar Doruğun eğitim birliğinde erler için kullandığı bir deyimdi. Askerler canavar diye çağrılmasından hoşlanıyordu.
Asker gelir gelmez, Canavar, koşarak ilkokula kadar git.  Hocalara karakol bahçesinde beklediğimizi söyle. Soru sorarlarsa sizi çay içmeye davet  ediyorlar dersin diye gönderdi.
Asker okula doğru gittiğinde, Transistorlu Radyoda, Gönül Akkor Vardı. Nasılda geçti o güzellm yılları yorumluyordu sanatçı. Sanki kamu personelinin niyetini okumuş, hızla geçen günlerle ilgili bir istek almış gibi bir parça seçmişti.
Kısa süre sonra, Hüseyin ve Bestami öğretmen, bahçeye damladı. Günlerden Pazar olduğu için bir geç kalkmışlardı.
Bahçede, Söylemez Nahiyesi, kamu personel kadrosu, tam takım hazır!
Yalnız ebemiz eksik!
O da zaten bu tür etkinliklere katılmıyor.
Bazen örf adet, bazen gelenek görenek, özellikle de Din adına, İnsanları öyle form-atlamışız ki, sanki Mustafa Kemal Atatürk “Kadınlar içtimai hayatta erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.” Dememiş…
Neyse lafı çok uzatmayalım.
Bestami Hoca gelir gelmez, Çaylar tazelenirken, serpme kolisinden çıkartıldı, kavak ağacının dalına Sağlıkçı Yılmaz tarafından asılıverdi.
Hem Hüseyin hem de Bestami hoca, ağı görünce yerinden kurşun gibi kalktı. Önce ağlara sonra eteğindeki kurşunlara dokundular.
Dokunmuyor, sanki okşuyorlardı.
Gözlerinin içi gülmüştü.
Çaylar içilene kadar muhabbetin konusu serpme ağ oldu.
Sonra toplu halde, Aras Irmağına yürüyüş başladı.
Zaten Irmakla Karakol arasındaki mesafe 70/80 metre kadar bir şeydi.
İlk önce ağ nasıl atılır talimi yapıldı.
Sonra su birikintisi ve derin yer arandı. Ve balık tutmaya fiilen geçildi. Serpme ağla balık tutmak, olta ile balık tutmaya hiç benzemiyor.
Sermeyi atmadan önce balıkları görüyorsun, sonra Bolu Bey’inin, Köroğlu’nu yakalamak için üstüne attığı ağ gibi ağı atıyor ondan sonra çekiyorsun.
Her atığında onlarca sazan ağın içinde. Avcı abartısı değil anlatılanlar. İki saat ya oldu ya da olmadı. Koca bir su tenekesi sazan yakalandı.
Bu arada içinde bir de  Yayın Balığı  vardı. Hem de kocaman.  Doruk ve arkadaşları, yayın balığını aralarında paylaştılar.
Bir Teneke sazan balığını da köy halkına dağıttılar. 
Aras nehri Söylemez’in içinden akarken, köy halkının balıkçılıkla hiç ilgilenmemesinin yorumunu değerli okuyanlara bırakmak zannedersem doğru seçim olacak.
O akşam Doruk ve arkadaşları yayın balığının lezzetiyle tanıştılar. Bir hafta boyu da balık muhabbeti yaptılar.
Kar yağana kadar serme atıp sazan tutular. Birazcık olsun, renk kattı serpme kamu personelin durağan yaşamına…

                                                                                …/…

16 Mayıs 2020 Cumartesi

HASRET GÜNÜ



Söksün gayrı şafak, aydınlansın ortalık  
Çözülsün Levh-i mahfuz sırları
Kara cehaletten kurtulsun insanlık
Dostlar
Gelin birlikte azıcık düşünelim bu gün 
Sonra kabuğumuzu kıralım
Kendi kendimizle tanışalım bu gün 
Sen soru sor, ben doğru, cevap vereyim
Ya da ben soru sorayım siz cevaplayın
Biliyorum aklınızdan geçenleri görmeden
Kime
Neye göre
 Doğru
 Diye soruyorsunuz soruyu duymadan
Haklısınız yerden göğe kadar
Bu sorunun cevabı
Siz düşünmez-misinizde saklı
Sonra pekiştirilmiş
Hiç akıl etmeyecek misinizle
Sahi
Suç mu düşünmek
Akıl etmek
Suç değilse düşünmek
Emri değil mi Allah’ın sorgulamak
Öyleyse uyalım yaratanın emrine
İlk soruyu ben sorayım cümlenize
Tanıştınız mı siz yüz yüze Allah ile
Gördünüz mü cemalini,
Duydunuz mu sesini
Hâşâ diyorsunuz içinizden
Olur, mu öyle şey
 Mimikleriniz allak bullak
Aklınızda bin bir soru
Ekliyorsunuz, tanışılır mı Allah ile
Duyulur mu sesi bile
Duysak nasıl anlarız
Kim bilir
Hangi  dil ve lehçede konuşur
Hatırlamadınız
  “elestü bi rabbiküm”ü
Bi haberiz değil miyiz hepimiz
“Kalu Bela’dan “
Bu yüzden kendimizi haklı buluyoruz
Bir de siyasi İslam’ın kılavuzları çelince aklımızı
Şaşırıp ortalıkta kalıyoruz
İşte o zaman
Başında Tacı
Elinde iktidar asası
Bir Allah ile tanışıyor müşerref oluyoruz
Gökyüzünde, yıldızlardan daha uzak
Yedi kat arşta yaşayan
Yıldızlardan yarattığı milyarlarca insanı gözetleyen
Bir Allah ya da Rap
İnsanların omuzlarında bir melek
Kimi sevap yazar kimi günah
Sevap için hazırlanmış cennet bahçeleri
İçinde omuzlarında şarap testileriyle dolaşan huriler
Cehennemde insanı paçasından çeken zebaniler
Hey yüce rabbim bana akıl fikir ver
Nasıl ererim sen hatırlatmaz isen senin sırrına
Bir de düldül ararım çıkmak için katına
Muhtaç edersin beni
Yaratırken yaratılışıma şahit tuttuğun
Secde ettirdiğin bedensiz varlığa
Korkar yanmaktan melek
Giremez "Sidretül münteha"ya
Hâlbuki rab münezzehtir
Hem mekândan
Hem de zamandan
Hem ezelidir
Hem de ebedi
Bilinen ve de bilinmeyen tüm evreni kuşatmış
İhata etmiştir hiç zorlanmadan
Yer gök onu ihata edemezken
O yarattığı Halifesinin kalbine sığmıştır
Rengine, ırkına, dinine ve diline göre ayırmaz
Kâinatta ne varsa ona ruhundan bağlanmıştır
Canlı cansız, her ne varsa taş toprak, uçan kuş
Akan su, dalgalanan deniz, esen rüzgâr
Çakan şimşek, yağan yağmur zikreder yaratanı
O şah damarımızdan daha yakındır halifesine
Uzakta aramamalıyız, başında taç elinde asa ile
Geri dönelim “ben sizin Rabbinizim “dediği güne
Bilelim rabbi,
Bilinmek istediği tüm isim ve sıfatlarıyla
Allah
Yarattığı halifesini çok iyi biliyor
Bilimin keşfedemediği DNA sın da yazılı vasıflarıyla
Aramayalım yaratanı uzakta
O bizden daha yakın bize, birde sorumluluk yüklemiş
Dağ ve taşın kaldıramadığı büyüklükte
Hani  “her canlı ölümü tadacak “demişti ya!
Hasretle kucaklayacak
 Ölümü tadan halifesini hasret gününde.

Hayal Denizi
19.05.2020








8 Mayıs 2020 Cuma

Tuluk Hırsızı



Eylül ayının ilk hatası, bir Pazartesi sabahıydı. Doruk, mesai saati başlarken;  ikametgahından aşağı indi, odasına geçmeden önce, her zaman yaptığı  rutin kontrolleri için Koğuştan başlayarak, bütün odaları tek tek inceledi. Gözüne takılan ufak tefek aksaklıkları yerinde düzeltirdi.
Bu alışkanlığı ile karakolu;  her zaman, haberli ve habersiz denetlenmeye hazır tutuyordu. Kimsenin afrasın, tafrasını, çekmemenin en iyi ve ideal yolunun bu olduğunu öğrenmişti.
En son mutfağı da kontrol etti!
O gün pişecek yemeğin tabldotunu da akşam yapmış aşçıya vermişti.  Ona da bir göz attı her şey yerli yerindeydi.
Odasına geçerken kapı önüne baktığında, kadınlı erkekli bekleyenler olduğunu gördü! İçlerinde Çullu Köy muhtarı da vardı.
Karakol nöbetçisine işaret etti ve Çullu köyü muhtarını içeri almasını istedi. 
Sonra gelenleri geliş sırasına göre, Karakol Komutan yrd.  Remzi’ye götür. Vatandaşları bekletmeyelim diye talimat verdi.
 Odasına girdi. Göz ucuyla oda temizliğinin iyi yapılıp yapılmadığını denetlerken, muhtar açık kapıyı çalarak içeri girdi.
-Doruk!
-Hayrola Muhtar?
-Seni hiç böyle erkenden karakol kapısında görmemiştim.
-Muhtar gülümseyerek, haklısın komutanım! Daha önce tandır bacasından girip peynir çalan hırsızımız yoktu dedi.
-Doruk, ne peynir mi çalmışlar?
-Muhtar
-Evet, hem de yaşlı dul bir kadının evine bacadan girmiş iki tuluk peyniri alıp gitmişler.
-Şikâyetçi kadını da getirdim.
-İstersen bir de sen dinle.
Muhtar sen bilirsin, Çullu köyünde bu tür hırsızlık yapacak kimse var mı? Bizim köyde şimdiye kadar böyle bir şey olmadı. Olsa bile evine girilen kadın hem yaşlı, hem kimsesiz. Köyümüzden kimse bu kadının evine girmez ve hırsızlık etmez.
Bizim karakola bağlı olmayan, Karayazı merkez karakoluna bağlı komşu bir köy var!  Şikâyetçi kadınla bana gelince, kim yapabilir, şüphelendiğin kimse var mı diye sordum.
O köyden bir isim verdi. Günahı vebali kendi boynuna diye de manevi sorumluluğu peyniri çalınan yaşlı kadının boynuna yükledi.
Daha müştekiyi dinlemeden, küçük bir ipucu yakalamıştı Doruk! Nöbetçiye seslendi, kadını içeri almasını istedi.
 Kadın içeri girince yer gösterdi, tam karşısına oturttu. Kadın Türkçe bilmiyordu. Önce Kadına bir çay söyledi, sonra Takımda Kürtçe konuşan, J. Eri Mehmet’i çağırdı. Bu arada muhtarı da odadan çıkartı ki ifadede alırken araya girmesin.
Tercüman aracılığı ile şikâyetçi çayını yudumlarken,  sımsıcak bir diyalog gelişti.  Şikâyetçi kadın rahatlamıştı.  Resmi dairede, jandarma karakolunda olma psikolojisini atmış, tercüman aracılığıyla da olsu; evladım, oğlum havasına girmişti.
İfade çok uzun sürmedi.
Peynir tuluklarını kimin çaldığını, görmemişti. Kimsenin günahını almakta istemezdi. Komşu “Payveren” köyünde bir hırsızın varlığını, Çullu köyü kadını ve erkeği herkes bilir. Bende ondan kuşkulanıyorum dedi ve ifadesini imza yerine sol elinin başparmağını basarak imzaladı.
Doruk, Hemen bir devriye hazırladı. Başına yardımcısı Ahmet’i verdi. Şüpheliyi yakalayıp getirmeleri için motorize olarak gönderdi.
Köy İlçe merkez J. Karakoluna bağlı olmasına rağmen, Söylemeze de yakındı.   Adamı alıp gelmek çok uzun sürmedi.
Getirilen şüpheli, pala bıyıklı, orta boylu, kılık kıyafeti düzgün, düzgünde Türkçe konuşan biriydi. Doruk adamı odasına aldı, hakkında peynir tuluğu çaldığı iddiasıyla şikâyet olduğunu, kendilerini yormadan çalınan peynirleri çıkartırsa,  kendisi hakkında sadece yasal işlem yapılacağını, çıkartmazsa, çıkartıncaya kadar nezarette kalacağını güzelce anlattı.
Adam Nuh diyor peygamber demiyordu. Doruk, Yardımcısı Ahmet’i çağırdı, bu adam iyilikten anlamıyor, canı nezarette yatmak istemiş. Giriş işlemini yapalım. Nezarette koyalım başına da bir nöbetçi bırak. Ne zaman peynirin yerini söylerse o zaman haber versin. Yiyecek içecek de verilmesin diye şüphelinin yanında talimat verdi.

Şüphelinin biraz önceki kendinden emin hali gitmişti. Bodrum kattaki ürpertici odada iki saat kalabildi. Peynirleri evin önüne gömdüm. Gidelim çıkartalım diye kapıdaki nöbetçi askerle haber gönderdi. Yine dört ayak üstüne düşmüştü doruk.

Hemen kendine bir görev yazdı. 4 asker aldı. Zanlıyı nezaretten çıkartıp pikaba atladığı gibi anında köydeydi.

Sanık Çullu köyünden gidişe göre, köy girişinde yol kenarında oturuyordu.  Köy yoluna bakan bir evi evinin önünde de düz bir alan vardı. Sanık kapının önüne bir kuyu kazmış, içine peynir tuluklarını gömmüş. Elleriyle gömdüğü peyniri yine kendi elleriyle çıkarttı teslim etti. Olay yerinde olup bitenler bir tutanakla tespit edildi. Küçük bir krokiyle de yer tespiti yapıldı.

Çullu köyünden geçerken Köy Muhtarına peynirin bulunduğu anlatılıp, ertesi sabah karayazı cumhuriyet savcılığına teslim edileceği müştekiye bilgi vermesi istendi.

Bundan sonrası zaten çorap söküğüydü.

Evrak akşamdan hazırlandı.

Sabah erkenden Karayazı İlçe J. Bölük Komutanlığına götürülecek şekilde hazırlık yapıldı.

 Sanık sabah İlçe. Bl. Komutanlığına sevk edilirken, Doruk sanığı karşısına aldı, pala bıyık bırakmışsın, bıyık ne anlama geliyor biliyor musun diye sordu!

Şüpheli mahcup,  başını yere eğdi, hırsızlık eden adama pala bıyık hiç yakışmıyor. Bıyığının bir yanını kesecek, bir yanıyla seni Karayazıya sırtına sardığım peynir tuluklarıyla göndereceğim.

Belki utanırsın.

Bir daha hırsızlık yapmazsın dedi, dediğini eyleme geçirdi, çaldığı iki tuluğu sırtına sardı, bıyığının yarısı kesilmiş olarak sevk etti.

Bıyık olayını okuyan soracaktır, hani vatandaşa iyi davranacaktı Doruk!

Ne oldu da yeminini bozdun.

Aslında prensiplerimden asla vazgeçmedi.

Lakin hırsızlık planlı projeli yapılan yüz kızartıcı bir suç! Cinayet gibi bir anlık öfkenin ya da kendini koruma içgüdüsüyle işlenen bir suç değil.

Mıntıkasında emniyet ve asayişi sağlamak onun asli görevi. Yaptığı uygulamanın caydırıcı olacağını düşünmüştü, yanılmadığını kısa sürede anladı.

Karayazı içinde ve köylerinde, bu olay fenomen olmuştu. Ne C. Savcıdan, ne Hâkimden de hiçbir tepki almadı. Söylemez de iki yıl kaldı. Mıntıkasında ikinci bir hırsızlık olayı olmamasını ilk olaydaki kararlı tutumu ve ibretlik davranışın sırrı diye değerlendirdi.

 

                                                                                    …/…