Doruk üstünü çıkartmadan uzandığı yatağın üzerinde,
sanki uyumamış; sızıp kalmıştı! Sabah gözlerini açtığında gün öylen olmuştu.
Otelin tertip ve düzeniyle ilgilenen görevlisi gelip kapıya dayanmıştı.
Gözlerini ovuşturarak yatağın üzerinden kalktı, lavaboya yürüdü.
Elini yüzünü yıkadı,
saçlarını taradı ve geri dönüp, üstünü değişti çıktı.
Alsancak bir başka güzeldi
o gün.
Şimdiki Kıbrıs şehitler caddesindeki Askeri gazinoya
doğru yürüdü. Kahvaltı vakti geçmiş, öğle yemeği vakti gelmişti.
Askeri gazinonun girişindeki görevli
askere kimliğini gösterip içeri girdi.
Bahçede bir masa seçip oturdu.
Servis açılmış, görevli askerler sipariş almak için
masa aralarında dolaşıp duruyordu.
İlk gelen görevliye siparişini verdi. Gelen yemekleri iştahla
yedi.
Yemekten sonra oturmadan kalktı hesabı ödedi çıktı.
Acelesi vardı.
Kordonda yürüyecek, Karşıyaka feribotuna binecek, körfezde denizi koklayacaktı martılarla
hasbıhal edecekti.
İzmir’i tanıyan, İzmir’de rüzgârın denizden karaya estiğini de
bilir.
Daha sahile çıkmadan sokak aralarında, imbatla tanıştı.
Bir annenin çocuğunun saçlarını okşadığı gibi
okşuyordu İmbat Doruğun kısa saçlarını.
Bu duygu, hissedilebilecek en müşfik ve çok müthiş bir
duyguydu. Dal öğlen annesinin ellerini aradı doruk saçlarında, tutamayınca da
gözler doldu, kirpikleri nemlendi.
Mahzun mahzun yürüdü, konak iskelesine vardı, bir
bilet alıp iki de simit alarak feribotun güvertesine çıkıp oturdu.
Feribotun kalkası gecikmedi. Üç beş dakika sonra her
zaman olduğu gibi kalkış düdüğü çaldı. Halatlar toplandı, kısa yolculuk başladı.
Kalkışla birlikte, martılarda geminin çevresinde
uçuşmaya başladı. Bu ressama ilham verecek manzara ve şaire şiir yazdıracak duy
seliydi.
İmbatın karaya vuruşunu, martı çığlıklarını, feribotun
geride bıraktığı istimi kelimelerle insan nasıl dile getirecek, gözlerinde
canlandıracaktı ki?
Doruk hem martıları izliyor, hem çığlıklara kendi
kendine cevap arıyor, hem de elindeki simitleri kopartıp havaya atarken, martıların
simidi havada kapışını keyifle izledi.
Elbette martılara simit atan yalnız kendi değildi. Kadınlı
kızlı, genç yaşlı birçok İzmirli aynı zevki birlikte yaşıyordu.
Her zevkli yolculuk gibi bu yolculukta kısa sürdü.
Karşıyaka iskelesinde iniş, sahilde yürüyüş, derken
gün akşam oluverdi. Ne imbatın esişi ne de meltemin saçları okşayışı zamanı
durdurmuyordu.
Geri dönüş vakti geldiğinde, gün çeşmeye doğru sallanmış,
güneş Yunanistan'a doğru ilerliyordu. Doruk ağır ağır iskeleye doğru yürürken; Müzeyyen Senar’ın söylediği, “Akşam oldu,
hüzünlendim ben yine, Hasret kaldım gözlerinin rengine, gel mehtabım, gel
sevgilim gel yine” şarkı sözlerini mırıldanıyordu.
Bir gün daha kuş gibi uçup gitmişti. Melihat Gülses ‘in
seslendirdiği“Yıllar ne
çabuk geçti o günler arasından, Bir tel saç onun kaldı bütün hatırasından, Hâlâ
duyarım bin sızı ben her yarasından, Bir tel saç onun kaldı bütün hatırasından” Bimen Şen’in bestesi, hicaz şarkı geldi aklına
ve dudağında gülümseme rıhtımdan feribota bindi…
…/…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder