Doruk, Karşıyaka’dan
Konak iskelesine gelirken; hem martıları yemledi, hem de geceyi nasıl geçireceğini
planladı. Önce Konak Orduevine
takılacak, Körfezi kuşbakışı izleyecek, sonra su akıp yatağını bulacaktı.
Kim bilir?
İzmir, gecenin
karanlığında karşısına hangi sürprizle çıkacak,
hatıra defterine hangi notları düşecek bekleyip görecek.
Hayal kurmak ücretsiz.
Hayal bedava bulunca,
renkli hülyalarla, Konak Orduevine giden
yılan gibi kıvrılan akan iç yolu; gözlerinin içi gülerek tırmandı!
Orduevi girişine
gelince, nöbetçiye kimliğini gösterip geçti.
Gazinonun bulunduğu Yeşiltepe,
körfeze yüksekten kuşbakışı bakıyordu.
Sanki körfez, yeşil tepenin ayakları altında
deniz mavisi halı konumundaydı.
Doruk, bu eşsiz manzara
karşısında, bazen kartal olup uçtu,, bazen de sihirbaz olup mavi suların üstüne
basarak suya batmadan yürüdü Deniz’de…
Mafelden içeri girince,
bin bir gece masallarındaki gibi kurguladığı hülyasından, gazino bahçesinde en
ön sırada, bir masada oturan, Lütfi Karacayı görünce uyandı.
Bu tesadüfü rüyasında
görse, hayra yormazdı. Karaca’yı görür görmez tanımıştı. Hava lisesi imtihanına geldiğinde, kayıt kabul
işlemlerini o yapmış ve yakın ilgi göstermişti Lütfi bey!
Kendi kendine,
“Dağ dağa Kavuşmaz, İnsan İnsana Kavuşur” ata sözünü tekrarladı ve doğru
masaya yöneldi.
Kırk yıllık dostunu
görmüş gibi sevindi, dorudan masaya yöneldi ve selam verip boynuna sarıldı. O
da unutmamıştı. Hem adıyla hitap etti, hem de aynı sıcaklıkta karşılık verdi ve
masasına davet etti.
Hiç nazlanmadan
oturdu masaya Doruk. İlk önce kısa kısa hoş beş muhabbeti, arkasından hal hatır
sorma ve karşılıklı tokuşturulan kadehler muhabbeti kırk yıllık dost sohbete çeviriverdi.
Zaman dediğin ne ki?
Yine gemiyi azıya
almış, cim pistte koşan doru tayın dörtnala koşması kadar hızlı geçti. Servis
kesilince, tası tarağı toplayıp hesabı ödeyip, kalkmak düştü.
Karaca Karşıyaka’da
oturuyordu, Doruk ona Konak feribot limanına kadar eşlik etti. Kurguladığı
renkli hayallerini bir başka güne erteleyip, otele döndü.
Aslan sütünün verdiği
rehavetle daha yatağa uzanır uzanmaz uyumuştu. Sabah uyandığında gecenin nasıl
geçtiğini fark etmedi.
Kalktı, valizini
hazırladı, otelle ilişkisini kesti, Foça’ya gitme vakti gelmişti. Önce simitli,
kumrulu bir kahvaltı yaptı, sonra oto yara doğru yola çıktı.
Doruk!
Daha önce, Foça’yı biraz
araştırmış, İzmir’in kuzeyinde Çandarlı ve İzmir Körfezi arasında, üç tarafı
denizle çevrili bir yarımada üzerinde kurulduğunu ve tarihinin İ. Ö 6. Yüz yıla
uzandığı hakkında kısa da fikir sahibi olmuştu.
Hatta İzmir’in tarihi
ve turistik ilçelerinin başında geldiğini okumuş, yel değirmenleriyle ünlü
olduğunu da öğrenmişti.
Dönemin GÜNAYDIN gazetesi
de çıplaklar kampı manşetiyle Fransız tatil köyünün günlerce haberini yapmıştı.
Gazete manşeti ve
araştırarak edindiği Foça’ya ait ufak tefek bilgileri anımsayarak, elinde
valizle girdi terminale.
Terminalde yine
bağıran değnekçilerin sesiyle, hangi yöne gideceğini keşfetti. Kalkıyooor, Foça
Foça diyen sesi duyunca, kimseye bir şey sormadan gitti, yazıhaneden biletini
aldı, valizi teslim edip numaralı yerine oturdu.
Şaka bir yana ikindi
okunmadan Foça’da olacak, belki de komando elbisesini giyip, beresini başına
takacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder